Evrensel yazarı Ercüment Akdeniz, Antikapitalist Blok aktivisti Hacer Yeşilçay ve Avukat Abdülhalim Yılmaz sorularımızı yanıtladı.
Göçmenlere karşı ırkçılık, siyasi bir propaganda olarak yine oldukça revaçta. Hem hükumet hem de ırkçı muhalefet, göçmenlerin temel haklarını yok sayıp onları siyasi bir araç haline getirme noktasında birleşiyor. Irkçılar göçmen düşmanlığını, yerel halkın doğal bir refleksi olarak sunarken araştırmalar göçmen düşmanlığının temelinde eksik ve yanlış bilgilerin olduğunu gösteriyor. Bu yanlış bilgiler hem sosyal medyada hem de ana akım medya sayesinde yayıldıkça yayılıyor ve hatta kimi siyasetçiler tarafından destekleniyor.
Göçmen düşmanlığı, bugün her sosyalistin gündeme alması gereken çok ciddi bir problemdir. Görmezden gelerek, yok sayarak bu düşmanlıkla mücadele etmek imkânsız. Biz de bu röportajla ve göçmenlerle ilgili hazırladığımız diğer video, yazı ve haberlerle her gün maruz kaldığımız yalanlara karşı gerçekleri savunmayı amaçlıyoruz.
“İşçi sınıfı ve göçmen emekçiler birleşmeli”
Göçmen düşmanlığının kökenleri üzerine Evrensel Gazetesi yazarı Ercüment Akdeniz’le konuştuk.
Toplumdaki göçmen düşmanlığının kaynağı sizce nedir? Bu düşmanlık göçün doğal bir sonucu mudur?
Ercüment Akdeniz: Toplumdaki göçmen düşmanlığının ana kaynağı; kayıt dışı sömürü için oluşturulan göçmen emeği transferinin yerli emekçiler üzerinde yarattığı baskı ve basınçtır. Bunun sorumlusu ne yerli işçiler ne de göçmen emekçilerdir. Bir bütün olarak sorumluluk kapitalist üretim zincirindedir. Bugün Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçilerin çoğunluğu, sınıf bilinci ve enternasyonal örgütlenme refleksinden uzak olduğu için, bu çelişkiye duyulan tepki, patronlar ve onların siyasal iktidarından ziyade “yabancı” işçilere yönelmektedir. Özellikle de Suriyeli mültecilere yönelik “düşmanlaşma” boyutuna gelen bu tepkiler -işçilerden de gelse- kabul edilemez. Bu durum, bir burjuva akım olan milliyetçi/şoven propagandanın işçiler üzerindeki tezahüründen başka bir şey değildir. Dolayısıyla başta sosyalistler olmak üzere emek ve demokrasi güçlerinin, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadeleyi ana gündemlerden biri haline getirmesi gerekir.
Öte yandan AKP hükümetinin Suriye’de izlediği dış politikanın ve milyonlarca mültecinin statü hakları ilga edilmiş halde gelişigüzel kent merkezlerinde kendi kaderlerine bırakılmalarının toplum üzerinde yarattığı etkiyi de göz ardı etmemek gerekir. Bu durum karşılıklı entegrasyona dayanan “bir arada yaşam” ilkesini de zora sokmuş; kültürel, sosyolojik çatışma dinamiklerini biriktirmiştir. Son dönemde yeniden alevlenen ırkçı saldırılar, ölümlü şiddet vakaları da buna işarettir. Halkın mültecilere düşmanlaşması göçün doğal bir sonucu değildir. Gerçek şu ki; küresel düzlemde yeni toprak, pazar ve enerji savaşlarına hazırlanan tekeller, ulusal temelde kitlelerin desteğini elde tutmak için ırkçılığı tarihin tozlu raflarından yeniden sahaya sürmektedir. İnsanının insana, emekçinin emekçiye, yerlinin göçmene düşmanlaşması doğanın da insanın da özüne yabancıdır. Dolayısıyla insanlığın geleceği ve özgürleşmesi için, işçi sınıfı ve göçmen emekçilerin ortak hak mücadelesinde kaderlerini birleştirmeleri, kapitalizme karşı ortak örgütlenme yollarını araması gerekir.
“Medya göçmenleri potansiyel suçlu görüyor”
Antikapitalist Blok aktivisti Hacer Yeşilçay’la göçmen kadınların durumunu konuştuk.
Cinsiyet eşitliği bağlamında göçmenlerin medyadaki temsiliyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hacer Yeşilçay: Türkiye’de kadınların ve çocukların taciz edilmesi korkunç yaygın sorunlardan biridir. Bu sorunların sorumlusu mülteciler gibi gösterilmemelidir. Mültecilerin yaşama tutunma mücadeleleri, karşılaştıkları sorunlar küçümsenmemelidir. Ülkede bu bakış açısı oldukça yaygın. Ama unutulmamalıdır ki ırkçılık da patriarka kadar ciddiye alınması gereken bir sorundur. Bir aktivist olarak tabii ki çok çeşitli sorunlarla ve olaylarla karşılaşıyorum. Bu ülkede yaşamak her kadın için zor olduğu gibi mülteci kadınlar için de oldukça zor. Mülteci kadınlar dezavantajlı konumları yüzünden cinsiyete dayalı şiddetten daha çok mağdur. Bununla beraber yoksulluk da göçmen kadınlar için çok büyük bir sorun. Fakat tabii ki ırkçılık ön planda olduğu için göçmen kadınların yaşadığı zorluklar medyada yer bulmuyor. Ana akım medya göçmenleri potansiyel suçlular olarak göstermeye o kadar odaklı ki göçmen kadınların sorunlarına ve ihlal edilen haklarına kulak vermiyor.
“Göçmenlere karşı işlenen suçlarda onların ekonomikve siyasi korunmasız olmaları etkili”
Avukat Abdülhalim Yılmaz’a göçmen cinayetlerinin politik ve hukuki veçhesini sorduk.
Abdülhalim Yılmaz: Göçmenlere karşı işlenen ırkçı cinayetler maalesef uzun zamandır gündemimizde, özellikle Suriyeli ve Afgan göçmenlere ilişkin saldırı ve cinayetler dikkat çekiyor. Bu olayların üzerine gerektiği gibi gidilmiyor kanaatimce. Göçmenlere karşı işlenen suçların cezasız kalması ve etkili bir soruşturma yapılmaması, problemin temelini oluşturuyor. Özellikle polis, savcılık ve mahkemeler bu konuda çok daha etkili soruşturma yürütmeli, suçu tespit edilenlere ağır cezalar verilmeli. Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın bu tür olaylara karşı, kamuoyuna dönük olarak daha etkili bir tavır geliştirmesi ve bu suçları işleyenlerin en ağır şekilde cezalandırılacağının hissedilmesi gerekiyor. Bu yolla kamuoyuna şu mesaj verilmiş olacaktır: Bir göçmeni ya da korunmasız bir kişiyi öldürmek hukuki açıdan farklı bir sonuç doğurmaz, sahipsizlere sahip çıkıyoruz, katil en ağır şekilde cezalandırılacaktır. Eğer göçmenlere karşı işlenen suçlar cezasız kalırsa yeni suçlara, saldırılara, linçlere, cinayetlere kapı açılmış olacaktır. Geriye dönüp baktığımızda, göçmenlere karşı saldırılarda, örneğin İstanbul’da Festus Okey, Van’da Lütfullah Tacik gibi davalarda, etkili bir soruşturma ve caydırıcı bir yaptırım uygulandığını söylemek maalesef mümkün değil.
Göçmen cinayetlerini münferit veya sıradan vakalar olarak ele almak mümkün değil. Çünkü göçmenlere karşı işlenen suçlarda, onların ekonomik ve siyasi olarak daha korunmasız olması, yabancı olması, dil bilmemesi, kamu kurumları tarafından korunmamaları, etkin soruşturma yapılmaması, takip edecek mağdur yakınının olmaması ve kimi zaman avukat tutacak paralarının olmaması vs. özel şartlarını dikkate aldığımızda, kamu makamlarının daha özenle mağdurlara sahip çıkması gerekiyor. Göçmenlerin zayıflığı ve korunmasızlığı, beraberinde çoğu zaman sömürüyü de getiriyor; buna emek ve ekonomik sömürü ya da cinsel sömürü de dahil. Göçmen cinayetleri tıpkı kadın cinayetleri gibi, çocuk istismarı gibi özel bir kategoride ele alınmalı ve göçmenlere yönelik suçları önlemek için kamu kurumları daha etkin tedbirler almalıdır.
(Sosyalist İşçi)