5 Soruda iklim krizine karşı mücadele

22.09.2020 - 14:42
Haberi paylaş

Antikapitalist Blok aktivistlerinden Özdeş Özbay’la iklim krizini ve bu krize karşı mücadelenin dinamiklerini ve önemini konuştuk.

1. İklim krizine karşı küresel mücadeleyi neden çok önemli görüyorsunuz?

İklim krizini durdurmak istiyorsak küresel bir mücadele vermemiz sadece önemli değil bir zorunluluk. Bu iklim krizinin doğasından kaynaklı. İklim krizinin kaynağı atmosferde biriken sera gazları ve bu krizi durdurmak için sera gazı emisyonlarını radikal bir biçimde küresel düzeyde hızla azaltmak, sıfırlamak gerekiyor. Tarihsel olarak emisyonlardan sorumlu olmayan hatta günümüzde de sera gazı emisyonları az olan ülkelerin iklim krizinden en fazla etkileniyor olması; bu krizin trajik yanlarından birisi. Dolayısıyla iklim değişikliğine karşı mücadele doğası gereği küresel bir mücadeledir.  Tüm canlı yaşamını tehdit eden iklim krizi küresel kapitalizmin yarattığı bir krizdir. Rekabet ve büyümeye dayalı kapitalist üretim modeli her zaman çevresel yıkımlara yol açarak ilerledi. Fakat fosil yakıtların kullanımı bu sistem içinde çok merkezi bir rolde. Ve geldiğimiz aşamada sıfır emisyon için bu fosil yakıtların toprağın altında bırakılması gerekiyor. Bu ise fosil yakıt şirketleri ve bağlantılı sektörlerin yatırımlarını, kâr kaynaklarını toprağın altında bırakmaları demek. İklim değişikliğinden haberdar olmamızın üzerinden otuz yılı aşkın süre geçti. Bu geçen süre içinde bu krize neden olan sistemin çözümlere engel olduğunu gördük. Kapitalizmin kendi içinde çözmesi mümkün olmayan bir sorun olduğu için iklim değişikliğine karşı mücadele sistem karşıtı bir mücadele olmak durumunda. Kapitalizm küresel bir sistem olduğu için yine kaçınılmaz olarak küresel bir mücadele verilmesi gerekiyor.

2. Fosil yakıt şirketleri bu kâr mekanizmasından ekosistemin canı yanıyor diye vaz geçebilir mi?

Mümkün değil! Dünya hala enerji ihtiyacını fosil yakıtlardan karşılıyor. Fosil yakıt şirketlerinin bir kısmı devlet şirketleri ve küresel ölçekte ekonomik rekabet içerisinde olan devletler açısından bu kaynaklar vazgeçilmez ekonomik avantajlar sağlıyor. Diğer bir kısmı ise özel şirketler. Koronavirüs salgını nedeniyle petrol fiyatları radikal şekilde düşse de petrole olan bağımlılık nedeniyle başta ABD olmak üzere devletlerin petrol şirketlerine olan teşvikleri de devam ediyor. Bütün bir enerji üretiminin ve dünya araç, gemi, uçak filosunun yenilenmesi trilyonlarca dolarlık maliyet demek. İklim krizinin aciliyeti düşünülecek olursa 10 yıl gibi kısa bir zaman zarfında bu dönüşümün yaşanması gerekiyor ki bu da ekonomik rekabet içerisindeki devletlerin trilyonlarca doları kapitalizm açısından çöpe atarak bu dönüşüme harcaması demek. Oysa istisnasız bütün devletler petrol veya doğal gaz bulduklarında buna “müjde” gözüyle bakıyor.

Bir başka yol ise 40 yıldır denenmekte olan yeşil kapitalizm. Yani enerjide dönüşümü piyasa aktörlerine, şirketlere terk etmek. Yeşil sektöre bazı teşvikler verip zamanla devletlerin sırtına yük olmadan ve istihdam ve kârlılık kaybı da olmadan fosil yakıt sektörüne yatırım yapan şirketlerin diğer sektörlere kayması, tüketicilerin bilinçlenerek yeşil ürünler alması ve bu şekilde onlarca yıl sürecek bir sürecin sonunda fosil yakıtlardan kurtulmak. Ancak gördüğümüz üzere ne fosil yakıt şirketlerinde böyle bir eğilim var ne de bu kadar zamanımız var.

Dolayısıyla çözüm derhal fosil yakıt şirketlerinin kamusallaştırılmasında ve kısa zamanda yenilenebilir enerji kaynaklarına kamu yatırımlarına geçişte. Ancak burada da bir sorun var. Kapitalizmin kuralları içerisinde bütün bir insanlığın çıkarına olsa da şirketleri bedelini ödemeden kamusallaştıramazsınız. Oysa bu şirketler hepimizin hayatını çalan ve bunun bedelini ödememiş olan şirketler. Yani değil bu şirketlerin sahiplerine para ödemek aksine tüm varlıklarına el konarak bu ekonomik kaynakların yenilenebilir enerjiye hızlı geçiş için kullanılması gerekiyor. Bunu yapabilecek tek güç ise sermaye sınıfı ile hiçbir çıkar ilişkisi olmayan bir işçi hareketi. Çünkü kapitalizm kendi kuralları içerisinde bir sermaye grubuna el koyamaz, bunu antikapitalist bir işçi hareketi başarabilir ama bunun için de okullarda ve iş yerlerinde grevler örgütlemeli, ötesine geçip adil bir geçiş programını yani iklim istihdamı, daha insani çalışma koşulları gibi talepleri de programa eklemelidir.

3. İklim hareketi küresel isyan dalgasıyla nasıl bir bağa sahip?

Küresel isyanlar dünyanın her yerinde farklı öznel nedenlerle patlıyor. ABD’de son isyan dalgası siyah bir yurttaşın, George Floyd’un, polisler tarafından öldürülmesi üzerine ülkedeki sistematik ırkçılığa tepki olarak patladı. Lübnan’da işsizlik ve yoksulluk nedeniyle, İsrail’de yolsuzluk nedeniyle, Belarus’ta seçim sonuçlarının çalınması nedeniyle isyanlar patladı. Ancak bütün toplumsal mücadelelerde ekonomik ve politik nedenler iç içe geçer. Örnek verdiğim tüm ülkelerde ortak sorunlar da var. Sadece öne çıkan sorun değişiyor ama benzer kesimler, sınıflar sokaklara dökülüyor.

ABD’de siyahlar Amerikan toplumunun en yoksul kesimi aynı zamanda, salgın nedeniyle işsiz kalan beyazlar ve uzun süreden beri “orta sınıf” gelirlerini kaybetmiş olan gençler de bu protestolara katılıyor. İklim krizinden en fazla etkilenenler en yoksul, en dezavantajlı grupta yer alanlar. İklim krizi, varolan eşitsizlikleri artıran bir rol oynuyor. Bugün Kaliforniya’daki tarihi yangınlarda zenginler sadece evini kaybederken göçmenler, siyahlar ve yoksul beyazlar evlerini, işlerini, tüm birikimlerini ve hayatlarını kaybediyorlar. Kasırgalarda tahliye edilme sorunu yaşayanlar yine bu kesimler. Kuraklık en çok bu kesimlerin gelirlerini etkiliyor. Salgında da ölenler çoğunlukla dar gelirli ve kronik hastalıkları olan ve tedavi olanakları kısıtlı olan kesimler. Kadınlar, çocuklar iklim değişikliğinden kaynaklı afetlerden en çok etkilenen kesimi oluşturuyor. Ve bu tablo dünyanın her yerinde aynı.

Eşitsizlik kapitalist sisteme içkin bir sorun. İklim krizine karşı mücadele edenler de bu eşitsizlikleri görüyorlar. 6. Grev çağrısı yapan FFF’in “İklim krizi eşittir sosyal adalet” sloganı ile çağrıda bulunması sisteme içkin sorunlara da işaret ediyor ve iklim krizine karşı mücadele ile eşitsizliğe karşı mücadeleyi birleştiriyor.

 

4. Greta ve arkadaşlarının mücadelesi sizce nasıl böyle bir ivme kazandı?

Bunun iki önemli nedeni olduğunu düşünüyorum. İlki, çok somut bir krize işaret ediyor olması. İkincisi ise iklim grevcilerinin herkesin katılabileceği kitle mücadelesi yöntemlerini tercih etmesi. İklim değişimini dert edinen herkesin kendi okulunda örgütlenerek greve çıkabilmesi ve bunu küresel bir hareketin parçası olarak, yalnızlık hissine kapılmadan yapabilmesi çok önemliydi. Tabi Greta’nın açıklamalarındaki enternasyonalist tutum ve her türlü toplumsal adaletsizlikle iklim krizini birleştirebiliyor olmasının da bunda büyük rolü var. İklim krizi cinsiyet, yaş, ırk adaletsizliklerini de içeren koskoca bir kriz ve iklim aktivistleri bunları birbirinden ayırarak sadece bir çevre mücadelesi vermiyorlar. Bu nedenle de “iklimi değil sistemi değiştir” sloganını öne çıkarıyorlar.

Parlamentolarda yer alan hiçbir partiye en ufak bir güven duymuyorlar. Parlamentolarda her kim olursa olsun aşağıdan kitlesel basınç yaratarak karbon emisyonları sıfırlayacak politikalar geliştirmeleri için hepsine karşı mücadele ediyorlar.

5. Türkiye’deki iklim krizine karşı hareket hangi düzeyde ve önümüzdeki eylem haftası ve mücadele dönemini nasıl ele almak gerekir?

2019 yılı, Financial Times gibi sistem yanlısı bir gazete tarafından bile “kitle mücadeleleri yılı” ilan edilmişti. Bu küresel eylem ve isyan dalgası salgın nedeniyle geriledi ama salgın var olan eşitsizlikleri daha da arttırdı. ABD’den başlayarak yeniden bir eylem dalgasının başladığına şahit olduk. 1-10 Eylül tarihleri arasında Birleşik Krallık’ta Yokoluş İsyanı iklim için binlerce aktivistle çok sayıda eylem geçekleştirdi. Üstelik 600’den fazla üyesi gözaltına alındı. Başlangıçta sokaktan çok online etkinliklere yönelen Greta ve Fridays for Future da tedbiri elden bırakmadan yeniden sokaklarda, parlamentoların önünde grevler örgütlemeye başladılar. Bu eylemlerin en büyük özelliği her şeyin daha da kötüye gittiği bir süreçte kitlelere moral güç ve mücadele isteği veriyor olması.

Biz de Türkiyeli aktivistler olarak üç kişi, beş kişi demeden yeniden toparlanmanın yolunu bulmak zorundayız. Artık “yeni normalimiz” bu. Salgınlar, kasırgalar, toz fırtınaları, dev yangınlar ve bunlara ek olarak kapitalist rekabetin yol açacağı olası ekonomik krizler, ırkçı saldırılar, savaşlar. Artık sokağa inmek için “uygun bir zaman” olmayacak. Bir tür sürekli kriz düzeni içerisindeyiz ve tüm bu zorluklara rağmen daha büyük krizleri önleyebilmek için bu koşullar altında mücadeleyi büyütmek zorundayız. Küresel eylem çağrıları da toparlanmak için önemli fırsatlar ve bu nedenle özel bir öneme sahipler.  

Bültene kayıt ol