Araştırmacı, yazar, aktivist Cafer Solgun’la 12 Eylül darbesini, darbelere karşı nasıl mücadele edebileceğimizi konuştuk.
1- 12 Eylül darbesinin üzerinizdeki etkileri neler oldu?
Darbe olduğunda İstanbul Davutpaşa Sıkıyönetim Cezaevi’nde tutukluydum. Darbeden yaklaşık bir ay önce bulunduğumuz hapishanede benim de içinde olduğum bir grup tutukluyu cezaevinin başka bir bölümünde tecrite attılar. Büyük ve vahşi bir saldırıydı. Henüz Metris açılmamıştı. Sonradan benzer operasyonların Mamak ve Diyarbakır’da da gerçekleştiğini öğrendik. Meğer darbeye cezaevlerinde de “hazırlık” yapıyorlarmış… Darbe sadece siyasi tutsakların değil bir bütün olarak Türkiye’nin geleceğini etkiledi. Kişi olarak benim üzerimdeki etkisi, haksız yere 7,5 yıl hapis kalmak oldu. Ve bu süreç, darbecilerin devrimcileri teslim alma politika ve dayatmasına karşı açlık grevleri, ölüm oruçları, işkence ve baskılara karşı onurumuzu korumak için gün gün direnişle geçti. Hayatını kaybeden arkadaşlarımız oldu. Bu süreci ailelerimiz de aynı çileyi göğüsleyerek yaşadılar; cezaevi kapılarında itilip kakıldılar, horlandılar, gözaltına alınıp işkence gördüler. Hayatını kaybeden annelerimiz, babalarımız oldu.
2- Darbenin toplumsal ve siyasal maliyetini özetleyebilmeniz mümkün mü?
Darbenin kuşkusuz çok ağır bir toplumsal ve siyasal maliyeti oldu. Hala da bedelini ülke olarak ödediğimiz bir maliyet bu. Örneğin kırk yerinden değiştirilse de faşizan özü olduğu yerde duran 12 Eylül anayasasıyla yönetiliyoruz. Darbecilerin getirdiği yasa, yönetmelik ve kurumlar da olduğu yerde duruyor. 12 Eylül darbesinin önceki darbelerden farkı, ülkeyi topyekûn “dizayn” etme iddiasıydı. Bunu yaptılar ve hala da aşabilmiş değiliz. Devlet, 12 Eylül zihniyetiyle malûl. Görünüşte kimse savunmuyor 12 Eylül’ü ama bu zihniyeti kurum ve uygulamalarıyla çöpe atmaya yanaşan da yok. Toplumsal bağlamda da çok ağır tahribatları oldu 12 Eylül’ün. 12 Eylül öncesinde haklarını arama konusunda ciddi bir duyarlılık gelişiyordu toplumda. Örneğin işçilerin büyük bölümü sendikalıydı ve yüz bini aşkın işçi, talepleri için grevdeydi. Gençlik, kurulu düzene isyan halindeydi. Devlet destekli sivil faşist oluşumların saldırılarının bastıramadığı büyük bir uyanış vardı. 12 Eylül, toplumun haklarını sahiplenen dinamizmini sakatladı
3- 12 Eylül darbesini engellemek mümkün değil miydi?
Teorik olarak elbette mümkündü. Egemen güçlerin ülkeyi darbeye sürükleyen ve giderek kitlesel kıyımlara varan çatışma ortamı ile ne murat ettiklerini görebilseydik, giderek büyüyen, kitleselleşen sol dalgayı geniş bir demokrasi mücadelesi cephesi çatısı altında bir araya getirebilseydik… Ne var ki o dönemin şartları içerisinde düşünüldüğünde, açıkçası kimse yarın ne olacağını öngörecek durumda değildi. Kitlesel bir karakter kazanan sol dalga da kendi içerisinde dağınık, istikrarsız ve örgütsüzdü. Nitekim 12 Eylül darbecileri bile daha ciddi bir direnişle karşılaşabilecekleri ihtimaline göre hazırlık yapmışlardı. “Korktukları” gibi olmadı. Darbeye karşı direniş esas olarak 12 Eylül hapishanelerindeki direniş ve bazı eylemsel etkinliklerle sınırlı kaldı. Fakat Kürdistan’daki gelişmeleri ayırt etmek gerekir. 12 Eylül’ün katı inkâr, işkence, katliam politikası giderek kitle desteği kazanarak büyüyen bir gerilla savaşının hazırlayıcısı oldu.
4- 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yeni darbe girişimlerine karşı alınan tedbirlerin temel sorunu nedir?
Darbeye, darbeciliğe karşı en önemli güvence, demokrasi ve özgürlükleri genişletmektir. Halkın demokrasiyi, hak ve özgürlüklerini sahiplenme ve savunma bilincidir. 15 Temmuz darbe girişiminde ilk defa halk sokaklara çıkarak direndi, tankların önünde durdu. Ne var ki siyasi iktidar ortaya çıkan bu yeni durumu devletin yeniden demokratik yapılandırılması için değerlendirmek yerine otoriter bir yönelim içerisine girdi. Darbeye karşı alınacak en büyük önlemin, askeri vesayet zihniyetini ve kurumlarını aşmakla birlikte demokrasiyi geliştirmek olduğunu bilerek ya da bilmeyerek “unutmayı” tercih etti.
5- Darbenin komuta kademesinin hiçbir unsurunun aklından dahi geçmeyeceği koşulların yaratılmasında demokrasi ve yüzleşme mücadelesi nasıl bir rol oynayabilir?
Bunun “sihirli” bir reçetesi yok. Yukarıdaki soruya cevaben de söylediğim gibi, güvence, örgütlü demokratik toplumdur. Ancak böyle bir topluma karşı darbeciler darbe yapmaktan geri durabilir, vazgeçebilirler. Yapmaya yeltendiklerinde de halkın direnişiyle karşılaşır, yenilgiye uğrarlar. Bunu toplumda bir “bilinç” ve “duyarlılık” haline getirmek ise, ciddi, kararlı ve sahici bir yüzleşme çabasıyla mümkün. Çünkü darbe, darbecilik nedir, niye kötüdür konusunda bilinç kazanmak, darbe dönemleri ve darbe uygulamalarıyla yüzleşmek, hesaplaşmakla mümkün. Türkiye bunu tarihe bir “ders” olarak kazınacak şekilde ve gereğince yapamadı maalesef. Örneğin 12 Eylül darbesi, elbette tarih ve insanlık nezdinde çoktan mahkûm olmuştur; ama mahkemelerde bütün gayretimize rağmen mahkûm olamadı. 12 Eylül’ün yargılanması mahkeme önüne dahi getirilemeyen iki zavallı ihtiyar hakkında iddianame düzenlemekle sınırlı görüldü. Oysa 12 Eylül’ün komuta kademesi, sıkıyönetim komutanları, işkenceci subayları, işkenceci cezaevi müdürleri, işkenceci polisleri, başbakan ve bakanları vardı. Hesap vermediler, yargı önüne çıkarılmadılar, mahkûm edilmediler. 12 Eylül yasalarıyla yönetiliyorken bunu yapmaya cesaret edemediler. Benzer darbe deneyimleri yaşamış ülkelerde eksikleri olmasına karşın darbe ve uygulamalarıyla yüzleşildi, hesaplaşıldı, o ülkelerde inşa edilen demokrasi bu yüzleşmenin eseri oldu. Yunanistan, İspanya, Şili, Arjantin deneyimleri oldukça öğreticidir.
Aradan geçen 40 yıla karşın 12 Eylül faşizmi Türkiye için hala bir yüzleşme konusu ve sorumluluğudur…