5 soruda barış ihtiyacı

07.09.2020 - 09:54
Haberi paylaş

Barışa duyulan ihtiyacı, 2013 yılında başlayıp 2015 yılında sonlandırılan Çözüm Sürecinin analizi bağlamında Barış Vakfı yöneticisi Hakan Tahmaz’la konuştuk.

1- Çözüm süreci neden sonlandı; taraflar hazır mı değildi?

Sadece tarafların hazır olmamasıyla sınırlı bir problem olsaydı, sanırım masanın devrilmesi bu kadar büyük bedel ödenmesine, siyasal, sosyal, kültürel büyük yıkıma ve derin geriye dönüşe yol açmazdı. Ankara’nın, Kandil’in ve tarafların dışındaki siyasi partilerin, sendikaların veya çatışma çözümü çalışan sivil toplum örgütlerinin, Abdullah Öcalan kadar barışa hazır olmadıkları bugün bütün çıplaklığıyla ortada. Araştırmacı Cuma Çiçek, Barış Vakfı için saha araştırmasına dayalı olarak hazırladığı 2013-2015 Çözüm Süreci’nde Sivil Toplum Kurumları raporunda, Türkiye’deki sivil toplum kurumlarının çatışma çözümünden habersiz olduklarını tespit ediyor. Negatif barıştan pozitif barışa geçişte sivil toplumun yedi alanda yürütmesi gereken barış çalışması, diplomasi alanıyla veya birinci derece siyasi aktörler arasında arabuluculuk yapmakla sınırlı bir çalışma değildir. Bizde bunun ötesinde etkili bir çalışma yapılmadı ne yazık ki.  

Çözüm Süreci’nin tasarımında ciddi sorunlar ve eksiklikler vardı. İki yıl gibi uzun bir zamanda sürecin gerektirdiği kurullar, kurallar oluşturulmadı, yasal düzenlemeler yapılmadı, kimi düzenlemeler de işlevli kılınmadı. Bunlar yerine getirilmediği için tarafların öncelikleri ve hedefleri arasındaki farklılıklar giderilemedi ve ortaklaşma sağlanamadı. Taraflar kendi siyasal bagajlarını, çözüm sürecine yeğlediler ve dayattılar.

İktidarın, diğer konu ve sorunları olduğu gibi çözüm sürecini de araçsallaştırması, çözüm sürecinde önemli rol üstlenen ve risk alan Abdullah Öcalan’ın etkisini zayıflattı. 

2- “AKP’yle barış olmaz” çizgisi haklı mı çıktı?

Türkiye’de barış konusunda tecrübesizlik var. Türkiye, siyasal ve sosyal hiçbir sorununu müzakere ve diyalog ile kalıcı çözüme kavuşturmamış bir ülke. Türkiye’de “tarihsel yüklerden kurtulmak” kültürü, tecrübesi yok. Başka ülkelerin nasıl başardığına bakmak, incelemek, öğrenmek gibi zahmete katlanan insan sayısı, bir elin parmakları kadar. 

Çözüm sürecinde AKP ile barış olmaz iddiasıyla hareket edenler iki ayrı siyasi görüş savunucularıydı. Statükocular ve İslam fobisiyle hareket edenler. Temel tezleri; AKP’nin Türkiye’yi bölmek için gizli ajandası olduğu ve bunun emperyalistlerin Ortadoğu planının bir parçası olduğuydu. Bir de AKP’nin Kürtleri yedeklemeye çalıştığı iddiası var ki aynı kesimler hâlâ her seçimde aynı iddiada bulunabiliyorlar. Bu iddialarla barış çalışmalarından uzak durmaya çalışıyorlar.

İnsanlar AKP’ye çok güvendiği için barış masasına oturmuştur ya da barış sürecini desteklemiş değildir. Çözüm sürecine destek verenler, savaşın, ölümün acı gerçekliği karşısında barış isteyenlerdir. Örneğin Kolombiya’da barışı sürecini eski darbeci savunma bakanı yürütmektedir. 

Barış için diyalog ve müzakere, çatışanlar ve savaşanlar arasında gelişirse başarıyla sonuçlanır.  AKP ile müzakere veya çözüm sürecini yürütmeyi, desteklemeyi bir seçenek haline getiren, Türkiye’nin seçmen çoğunluğudur. Bunların çok azı Kürt’tür, çoğunluğu Türk’tür. Bütün dünya örneklerinde görülmüştür ki, masaya oturanlar, barış görüşmelerine toplumsal desteğin çok olduğunu fark ettiklerinde, masayı çok zor terk ederler. Kürt sorununun çözümünde, silahların sustuğu, şiddetin son bulduğu negatif barış sürecinden, Kürtlerin eşit yurttaşlık haklarına kavuştukları pozitif barışa ulaşmak için aktöre değil, talebe destek verilmeliydi.  Bunu siyasal nedenle yapmayanlar veya çeşitli nedenlerle imtina edenler, bugünkü barış karşıtlığından sorumlular.

3- Dış politika, özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler süreci nasıl etkiledi?

Çözüm Süreci’nin başlamasında da bitmesinde de esas siyasal etkenin tarafların Suriye planları, beklentileri olduğu çok açık. Türkiye’nin Çözüm Süreci, Suriye sorununa heba edildi. AKP, Kürtleri de yanına alarak Suriye rejiminin değişimini sağlama ve aynı zamanda Rojava’da Kürt oluşumunu engelleme planıyla hareket etti. Kandil ise Suriye’de gelişecek Kürt oluşumu sonrasında çözüm sürecinde daha fazla kazanım elde etme planıyla hareket etti. Ankara masayı devirerek beka tehdidi politikasına yöneldi. 

Kürt karşıtlığı Türkiye sınırlarını aştı, kök saldı. Türkiye bölgesel politikaların derin sularına daldıkça yalnızlaştı, Kürt sorunu bölgesel hatta uluslararası bir soruna dönüştü. Kendi Kürt’ü ile barış sürecini başarıya ulaştırmaktan imtina edenler, istemeyenler şimdilerde ABD veya Rusya ile çözüm arıyor. Böylece barışın yolu uzuyor.  

Suriye meselesinin bir başka boyutu da mülteciler konusu.  İktidar ve muhalefet partileri, her fırsatta bu konuyu iç ve dış siyasette kullanıyorlar, pazarlık konusu yapıyorlar, ırkçı ve nefret söyleminin malzemesi yaparak savaş mağdurlarının durumlarını ağırlaştırıyorlar. 

4- Küresel siyasal gelişmelerin, özellikle otoriterleşme yönündeki dinamiğin, sadece Türkiye’de değil İspanya ve Irak gibi ülkelerde de ulusal sorunların çözümü yönündeki hareketlere yaklaşımını nasıl ele almak gerek?

Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı bölgelerde, çeşitli konularda çatışma ve savaşlar var. Kapitalist sistem, küreselleşme sürecinin gelişmesine paralel, görece sorun çözme kapasitesini de yitirdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen burjuva demokratik haklar, özgürlükler ve kazanımlar, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ifadesini bulan temel haklar, otoriter siyasal eğilimlerin güçlenmesiyle birlikte, birer birer ilga ediliyor. Bunlardan birisi de ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı. Küresel dünya; eski sınırların değişimi ve sömürgeci ulus devlet mutabakatının bozulması karşısında, topyekûn savaş nizamını çok kolay alabiliyor. Bunu, iki yıl önce aynı dönemde yaşanan Erbil referandumunda ve İspanya’da Bask krizi sırasında gördük. Keza Kolombiya’da sağlanan barışa değişen iktidarın uymaması, kapitalizmin krizinin bir parçası ve sonucudur. 

Küreselleşme döneminin siyasal sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Kapitalist düzen, krizleriyle baş etmenin biricik yolu olarak, statükoları savunmayı benimsemiş durumda. Bunu çok uluslu bir güç, mekanizma ve örgütlenme ile yapmaya çalışıyor. Kapitalist sistemin yıkıcılığına karşı, enternasyonal ilişkilerle barış mücadelesi yürütmek, elzem bir konu haline geldi.

5- Türkiye’de nasıl bir barış hareketine ihtiyaç var? 

Barış talebini siyasi iktidarın fiilen yasakladığı, geniş toplum kesimleri için neredeyse ayıpladığı, Türk milliyetçiliğinin şahlandığı, Kürt ve mülteci karşıtlığının geliştiği  bir dönemde, barış hareketine her zamandan daha fazla ihtiyaç var

Ama önce barış hareketi tanımından ne anladığımızı veya ne anlatmaya çalıştığımız konusunu netleştirmeliyiz. Son dönemde uluslararası hukukta da anlam kazanan barış hakkı, yaşam hakkını her koşulda savunmaktır. Savaş, devletler arası veya devletin, dinsel, sosyal, siyasal kesim ve yapılarla savaşını, çatışmasını kapsar. Çatışma çözümü çalışması, barış hareketinin bir parçasıdır. Barış hareketi, toplumu etkileyen kanaat önderlerinin, din insanlarının, siyasi, sosyal liderleri etkilemeye yönelik faaliyet yürüten yurttaşların hareketi olmalıdır. Barış hareketi, savaş, çatışma, şiddet, militarizm, ayrımcılık, ırkçılık karşıtı bir hareket olmalıdır. Hiçbir biçimde siyasi muhalefet hareketine indirgenmemelidir. Bu anlamda barış hareketi; şiddetin, çatışmanın ve insan yaşamını tehdit eden her türlü ayrımcılığın karşısında ve savaşın toplumsal yaşamdan çıkarılması, insanların, özgür, eşit ve demokratik yaşamlarının güvence altına alınmasının yanında olmak zorunda. Bunu amasız, fakatsız yapmak gerek. 

Kürt sorunu gibi aşırı derecede siyasal ve toplumsal bölünmeye, korkulara, saflaşmaya yol açmış bir konu söz konusu olduğunda, barış hareketinin toplumsal bir güç olabilmesi çok önemlidir. Geniş anlamıyla çoğulcu, hak savunuculuğunda zalime karşı mazlumdan yana, kurumsal olarak her türden siyasal özneden ve kurumdan bağımsız, kendi öz gücüyle mücadele eden, çatışan taraflardan birinin arka bahçesi gibi algılanmayan bir yapıya/barış hareketine ihtiyaç var.  

Etkili bir barış hareketi, uluslararası normlara göre çatışma çözümünün yedi farklı alanında faaliyet yürütebilir olmalıdır. Bunlar, 1-vatandaşların korunması, 2-izleme ve hesap verebilirlik, 3- savunuculuk ve kamusal iletişim, 4- grup içi sosyalleşme ve barış kültürü, 5- çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik, 6- arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık, 7- doğrudan hizmet sağlama/sunma. 

Barış hareketi, bu alanlarda toplumu dönüştürecek kitle çalışması yaparken, diğer taraftan siyasi müzakere masasında uzmanlık, bilgi, dayanışma çalışması ve paylaşımı yapar. Barış hareketinin başarısı, gettolaştırılmasına ve her hangi bir kesim tarafından araçsallaştırılmasına karşı direnciyle ilişkilidir. Barış talebini toplumsallaştırmanın yolu, toplumsal ve siyasal ayrışmayı, bölünme ve kandırılma gibi toplumsal korku ve duyarlılıkları dikkate alan, pozitif bir barış dili geliştirmesinden geçer.

Bültene kayıt ol