Makalede 6-7 Eylül 1955’te sistemli bir şekilde örgütlenen ve hayata geçirilen insanlık suçunun arka planı ele alınıyor.
6 Eylül 1955 saat 11.00’de İstanbul radyosunda bir haber yayınlandı. Haber, devletin resmi kurumu olan Anadolu Ajansı’ndan alınmıştı: Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bombalı saldırıda bulunulmuştu. Bombalı saldırı haberini, normalde 20-30 bin tirajı olan İstanbul Ekspres gazetesi, 6 Eylül günü, 150-200 bin baskı ile duyurdu. Gazetenin ikinci baskısının 150 bin adedi sokaklarda satıldı. Saldırganlar, öğleden sonra İstanbul İstiklal Caddesi başta olmak üzere “azınlıkların” yaşadığı yerlerde toplanmaya başlamıştı.
Peki bir tek haberle mi bu kadar büyük bir kıyım oldu?
Hayır! O sırada başka bir yerlerde başka şeyler de oluyordu. 1950’lerin başından beri Kıbrıs halkının özerkliğe kavuşmasını istemesiyle ilgili siyasi gelişmeler olmaktaydı. Bütün bunların sonucunda, Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri konuşmak üzere Londra’da bir konferans toplandı. Konferans’ın, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katılımıyla 29 Ağustos ve 7 Eylül 1955 tarihleri arasında yapılması planlanmıştı.
Kıbrıs merkezli Türk milliyetçiliği
Dış politikada bunlar olurken, içeride de başka gelişmeler oluyordu. Hürriyet gazetesi kurucularından Sedat Simavi Kıbrıs konusunu alevlendirmeye başladı. Meclis’te Rum aleyhtarlığını kışkırtacak önergeler verildi. Kıbrıs’taki Türk davasını savunmak için çeşitli cemiyetler kuruldu. Bu cemiyetlerin, hem basınla hem de hükümetle oldukça yakın ilişkileri vardı. İstanbul’da kurulan Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti başkanı aynı zamanda Hürriyet gazetesi yazarı Hikmet Bil idi. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti kurulduğunda, idare kurulu, dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü ve Devlet Bakanı Mükerrem Sarol ile toplantıya katılmışlardı. Derneğin Başkanı Hikmet Bil, 6/7 Eylül’den bir gün önce Başbakan Menderes tarafından Adalet Sarayı’nın açılışına davet edilmişti.
Hükümet tarafından böylesine desteklenen, sevilen Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin, 6 Eylül günü faaliyetlerinden bazıları ise şöyleydi: Öğlen saatlerinde, “Atamızın evi Bomba ile hasara uğradı” manşeti ile ikinci baskısı yapılan, İstanbul Ekspres gazetesinin 150 bin nüshasını sokaklarda dağıttılar. Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin rozetlerini dağıtarak Kıbrıs Türktür diye sloganlarla yağma ve talan yaptılar.
Menderes hükümeti ve basının rolü
Menderes sadece Cemiyet yetkililerini davet etmiyordu elbette, 24 Ağustos’ta yaptığı konuşmada, Yunanlılara, Yunan Hükümeti’ne, Kıbrıs Rumlarına, Rum vatandaşlarına ve kiliselere uyarılarda bulundu. İki gün sonra, Londra’da basın toplantısında Kıbrıs konusuna ilişkin “...bu mezalim karşısında Türk efkarı umumiyesinin ve hükümetinin ilgisiz kalacağını düşünmek çok hatalı olur” diyecekti. Dönemin Dışişleri bakanı ise 28 Ağustos 1955’te Adanın statükosunda yapılacak en ufak bir değişikliğin, Lozan’ın feshine neden olacağını, bunun sonucu olarak da Batı Trakya, On İki Ada ve İstanbul Rumlarının statükosunun değişeceğini söyleyerek İstanbullu Rumları hedef göstermekten çekinmedi.
Basın da bu kışkırtmalarda iştahla yerini aldı ve Batı Trakya Türklerini ve İstanbullu Rumları gündeme getirdi. Patrikhane’ye ilişkin bir basın kampanyası başlattı. Resmi olarak, İstanbul Rumlarını sadece dini olarak temsil etmesini, politikaya karışmamasını istedikleri Patrikhane’den, Kıbrıs konusuna ilişkin açıklama, hatta Kıbrıs’taki olaylara müdahale etmesini bekliyorlardı. Hürriyet ve Yeni Sabah gazeteleri, Türkiye Rumlarının, Türk Devleti’ne bağlılıklarını Patrikhane vasıtasıyla ispat etmelerini istiyordu. Basının Patrikhane üzerinden İstanbullu Rumlara sopa göstermeleri doz doz artmış, sonunda 27 Ağustos’ta Cumhuriyet gazetesinde Patrikhane’nin Kıbrıslı teröristler için kapı kapı dolaşıp para topladığı yalan haberi yapılmıştı.
Adım adım örgütlenen linç
Olaylar, 6/7 Eylül’den birkaç gün önce sokaklara taşınmaya başlamıştı. 26 Ağustos’ta Apoyevmatini gazetesinin önüne gelen “birkaç Türk genci”,“protesto” gösterisi düzenledi. İki gün sonra Vatan gazetesi 25 bin kişinin savaşmak için Kıbrıs’a gitmek istediğini yazdı. Gazetelerde Rumlarla Türkler arasında çıkan kavga haberleri görülüyordu. Kıbrıs Türktür Cemiyeti Cemiyeti üyeleri Beyoğlu’nda dükkanlara afişlerini asmaya gidiyor, asmak istemeyenlerle tartışıyorlardı. Malul Gaziler Günü vesilesiyle, Ağustos ayında İstiklal Caddesi’nde bir gösteri düzenlenmiş, 6/7 Eylül’ün adeta provası yapılmıştı. Hürriyet, 30 Ağustos “Zafer Bayramı vesilesiyle evlerine, işyerlerine bayrak asılmadığını gören gençler, için için kaynamaya başlamıştır” diye haber yaptı. 6/7 Eylül pogromuna giden aynı hafta içinde pek çok nefret suçu da işlendi. Bunlardan birine, Vatan gazetesinde çıkan bir habere bakalım: “Bir Rum kadını, Türklüğe hakaretamiz sözler sarf ettiğinden dolayı mahalle halkı tarafından dövülmüştür.”
Bütün olayların başlamasına sebep olan Atatürk’ün doğduğu evin bombalanmasının bir provokasyon olduğu ortaya çıktı. Bombaladığı iddia edilen Oktay Engin ve Konsolosluk görevlisi Hasan Uçar yakalandılar. 9 Ay Selanik cezaevinde yatan Oktay Engin Türkiye Konsolosluğu tarafından Türkiye’ye getirildi. Menderes ve İstanbul Valisi Gökay sayesinde yarım kalan eğitimini tamamladıktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalıştı ve Nevşehir valiliği yaptı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışması için davet eden kişi, 6/7 Eylül 1955’te Beyoğlu Kaymakamlığı yapan Hayrettin Nakipoğlu’dur. Yassıada Duruşmalarında her iki isim de beraat etmiş, devletin devamlılığı sağlanmıştır.
Derin devlet çok çalışkan
6/7 Eylül sonrasında, yaşanan pogromla ilgili çeşitli itiraflar, yazılan kitaplar, açılan arşivler oldu. Bu itiraflardan biri, belki de en önemlisi, Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu’nun, askeri ve siyasi anılarım adlı kitabında yazdığı “Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz”. Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şunları söyler: “Sonra 6/7 Eylül olaylarını ele al... 6/7 Eylül de bir özel harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı...”
Övündüğü şeye bak!
6/7 Eylül pogromunun sistematik bir örgütlenme sürecinin ürünü olduğunu sadece öncesinde basının, hükümetin yaptığı nefret söylemi içeren açıklamasında görmüyoruz. 6/7 Eylül katliamının derin bir örgütlenmenin işi olduğunu yağma ve yıkım için Sivas’tan, Trabzon’dan, Kastamonu’dan, Erzincan’dan getirtilen yüzlerce kişiden de görüyoruz. Aynı anda İstanbul Beyoğlu’nda, Kumpapı’da, Samatya’da, Kadıköy’de, onlarca yerde ellerinden tek tornadan çıkmış sopalarla saldıran insanlarda görüyoruz.
Bu, bambaşka şehirlerden gelen saldırganların, başta Rumlar olmak üzere tüm azınlıkların evlerini, işyerlerini tespit edebilmesinden biliyoruz. Basının, siyasilerin, emniyet teşkilatının, karanlık cemiyetlerin birbirleriyle ilişkisinden biliyoruz. Adeta bir seri katilin itiraf etmek için kıvranması, cinayetleriyle övünmesi gibi peş peşe yapılan itiraflardan biliyoruz.
Bizim ihtiyacımız olan, pogromlara giden yolu kapatmak. Bunun için, geçmiş dönemin bu yıkıcı ve kitlesel linç girişimi ve kitlesel katliamlarıyla yüzleşmek bir zorunluluk.
Özden Dönmez