17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük merkezli Marmara Depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Resmi verilere göre, 18.873 kişi hayatını kaybetti, 23.781 kişi yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü.
Yapıların yüzde 25’i kullanılamaz hale geldi, yüzde 6’sı yıkıldı, yüzde 7’si ağır hasar, yüzde 12’si orta derecede hasar gördü. Bir milyondan fazla insan evsiz kaldı. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon kişi bu depremin sonuçlarını yakından hissetti.
Depremden sonra insanlar bölgede kurulan çadır kentlere ve barakalara yerleştirildiler. Geçici olacağı söylenen bu yerleşimlerde son derece sağlıksız ve kötü koşullarda yıllarca hayatlarını sürdürmeye çalıştılar. Çocuklar okula gidemedi.
Aradan geçen 21 yılda Bingöl, Van, Elazığ-Sivrice gibi büyük depremlerin yanı sıra Çanakkale, Manisa, Muğla-Bodrum, İzmir, Adıyaman, Denizli, Tekirdağ, Bingöl ve Malatya illerindeki depremlerde can ve mal kayıpları yaşandı. Bu depremlerden sonra da "bundan sonraki" depremlerde benzer sonuçları yaşamamak için alınması gereken önlemler çok konuşuldu, pek az şey yapıldı. Ama bizler Marmara Depreminin 21.yılında bıkmadan söylüyoruz: Deprem güvenliğini sağlamak kamunun, iktidarın, devletin sorumluluğundadır.
Deprem olacak, biliyoruz
Türkiye sismik açıdan dünyanın en aktif bölgelerinden birinde yer alıyor. Bunun doğal sonucu olarak sürekli depremler yaşamaktayız, deprem hayatımızın bir parçası. Bu gerçeği kabul edip, depremin bir afet yaratmaması için gerekli önlemler üzerinde konuşmalı ve gerekli tedbirleri kamunun almasını sağlamalıyız.
Depremin yaratacağı afeti engellemek kamunun görevidir
Her insanın güvenli konutlarda yaşamaya hakkı vardır. Bunun için gerekli önlemleri almak, kamu kurumlarının sorumluluğundadır. İnsanların güvenli yapılarda oturması, çalışması, eğitim görmesi, sağlık hizmetlerini alması için gerekli mekanizmaları oluşturmak kamunun görevidir.
Türkiye’de yapı üretimi neredeyse tümüyle kontrolsüz bir şekilde müteahhit-taşeron sisteminin inisiyatifine terk edilmiştir. Yapı Denetimi, Şantiye Şefliği, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği gibi alanlardaki deprem güvenliği ile ilgili mevcut uygulamalar çoğunlukla göz boyama amaçlıdır.
Deprem için yeterli tedbirlerin alınmamasından AKP iktidarı sorumludur
1999 depreminden bugüne geçen zamanın son bir yılı hariç, tamamında İstanbul Belediyesi AKP’nin yönetimindeydi. 2002 yılından beri siyasi iktidarda hep AKP hükümetleri oldu. Duble yollar, köprüler yapan, Kanal İstanbul gibi “çılgın projelere” imza atan hükümet, milyonlarca insanın can ve mal güvenliğini sağlamak adına elle tutulur hiçbir adım atmadı.
21 yıl önceki depremde iletişim alt yapısı çökmüş, haberleşmek imkânsız hale gelmiş, ulaşım yolları ve deprem toplanma alanlarının yetersizliği nedeniyle arama kurtarma çalışmaları yetersiz kalmıştı. Bugün geldiğimiz noktada ise TMMOB’nin değerlendirmesine göre İstanbul’da kriterlere uygun toplanma alanının sayısı 77’ye düşmüş durumda, diğerleri yapılaşmaya açılmış, bina yapılmış.
İçinde ilk yardım malzemeleri, arama, kurtarma ekipmanları, battaniye gibi acil müdahale anında bulunması gereken malzemelerden oluşan konteynırların sayısı ve nerede oldukları bilinmiyor, var olanların kilitlerinin bir deprem anında nasıl açılacağı belli değil.
Binalar sağlam değil
1999 depreminden bugüne İstanbul’daki binalarda önemli bir iyileşme sağlanamadı, yaklaşık 500 bin konutta hem zemin, hem de yapılar riskli. Bu konutlarda 1 milyondan fazla insan yaşıyor. Konutlar dışında, bir dizi kamu binası, hastane, okul ve işyerinde sorun var.
“Deprem değil binalar öldürür” gerçeği, depremde asıl tehlikenin dayanıksız binalardan kaynaklandığını gösteriyor. Riskli binalarda yaşayanların güvenli binalara taşınması, tüm masrafların devlet tarafından karşılanması, tüm binaların ücretsiz bir şekilde devlet tarafından denetlenmesi, depreme dayanıksız hastaneler, okullar dahil tüm kamu binalarının güçlendirilmesi, milyonlarca insanın hayatta kalması için hemen atılması gereken adımlar.
Kolektif çaba yaşatır
İstanbul’da beklenen 7 ve üstü şiddetindeki bir depremde ayakta kalamayacağı aşikar olan konutların, işyerlerinin ve kamu binalarının yıkılması karşısında alacağımız bireysel tedbirler yetersiz kalır. Bu tedbirleri deprem olmadan önce kamunun alması için sürekli sesimizi çıkarmalıyız. Deprem sonrasında gerekli yardımların yapılması, yiyecek, barınma, sağlık gibi her türlü ihtiyacı karşılayacak bir düzenin kurulması ise kolektif bir çabayı gerektirir. Bunun için şimdiden örgütlenmeliyiz.