24 Nisan 1915, dönüşü olamayan bir yolculuğun ilk adımıdır. Bugün nasıl adlandırdığınız maalesef olanı değiştirmiyor.
Toplumca ya da bir toplumsal kümece yasaklanarak, yaptırımlara bağlanarak korunan, dokunulması, eleştirilmesi, değiştirilmesi olanaksız olan insan, davranış, sözcük, kavram, nesne vb. diye tanımlıyor tabu sözcüğünü, Türk Dil Kurumu sözlüğünde.
Gerçekler ise, bu tanımlamadan daha sert, acımasız ve can yakıcı. Tabulara dokunmanın bedeli var. Ama insanlar her yasağı her acıyı her engeli bir şekilde aşacak ve söylemek istediklerini anlatacak bir yol buldular, bulmaya devam edecekler. Gerçekler zorla, şiddetle, baskıyla, cinayetle her türlü zulümle gizlenmeye çalışılsa da, gerçeklerin her zaman ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Gerçek, bazen gün gibi, apaçık, ayan beyan bir şekilde göz önünde olsa da ona dokunmak, onu anmak, temas etmek, dile getirmek ancak başka şekillerde mümkün olabiliyor. Oyunu bazen kuralına göre oynamak gerekiyor. Tıpkı Tabu isimli sözcük oyununda olduğu gibi.
Oyun son derece basit. Anlatılmak istenen sözcük ve o sözcükle bağlantılı olduğu düşünülen bazı sözcükler bir kartın üzerinde yazılı. Ve tek yapmanız gereken şey bu sözcükleri kullanmadan asıl anlatılması gerekeni anlatmanız. Kullanmamanız gereken sözcükleri kullanmanın da pek tabi cezası var. Şimdi küçük bir uygulama yapabiliriz. Mesela ben bazı ipuçları verebilirim. Siz de böylece benim ne anlatmaya çalıştığımı anlarsınız. Başlayalım.
İlk ipucumuz :
Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki,
bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir
hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.
Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.
Mahmut Esat BOZKURT, 19 Eylül 1930
Bir başka ipucumuz 2008 yılında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ ün yapmış olduğu bir konuşmadan. Şöyle diyor:
“Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?”
Bir başkası Turgut Özal’ dan. 1991’de Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir aktarıyor:
"Şu Ermeni meselesi fena halde can sıkmaya başladı. Türkiye olarak bu meseleyi tanısak ve bu iş sona erse daha iyi olmaz mı’ dedi. ‘Etrafımızda gazeteciler de vardı. Özal’ın bu sözlerini onlar da duydular. Ben hemen, ‘Aman efendim bu öyle ayaküstü halledilecek bir mesele değildir. Çok iyi düşünmek ve dikkatli olmak gerekir’ dedim. Gazeteciler dahil herkes dehşet içerisinde bizi dinliyordu. Özellikle Dışişleri mensupları ne yapacaklarını şaşırmışlardı.”
Bu zincirin bir diğer halkası 6-7 Eylül 1955. 6-7 Eylül kırımı, dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu’na göre “başarılı bir özel harp işidir.”
Genelkurmay arşivi 800 bin Ermeni hayatını kaybetti diyor.
Yağmalanmış, talan edilmiş, yıkılmış, yerinde yeller esen binlerce kilise hiç yokmuş meğerse.
1913-1915 yılları arasında Halep ve Konya Valiliği yapmış olan Mehmet Celal Bey’in 10-12-13 Aralık 1918’de Vakit gazetesinde yazdıkları da kör göze parmak diyor. Yazının bazı kısımları şöyle:
“İleri gelen dostlardan bazıları Ermeni olayları hakkındaki malumat ve görüşlerimi yazmaklığımı tekrar tekrar hatırlattılar… Diğer yandan şu çirkin hadisenin örtülecek ve tevil edilecek hiçbir noktası kalmamış olduğundan Ermeni olaylarını bildiğim bütün tafsilatıyla, bütün iğrençliğiyle hakikat meydanına koymayı, her şeyi gördüğüm, anladığım gibi naklederek verilecek hükmü medeniyet ve insaniyatın takdirine havale etmeyi münasip gördüm.
Bilakis Türkler ve Kürtler ile Ermeniler arasında asırlardan beri yerleşmiş bir dostluk, karşılıklı bir emniyet mevcut. Hamallık, bekçilik yapmak üzere İstanbul’a, İzmir’e giden Kürtler, çoluk çocuğunu komşusu Ermeni’nin himayesine ve ticaret için Rusya’ya, Amerika’ya giden Ermeniler de ailelerini Türk ve Kürtlerin korumasına tevdi ediyorlar ve iki taraf da bu emanetleri iyi korumaya çalışıyor, bütün vilayette yalnız iki sınıf halk vardı. Biri başkalarının hakkına tecavüzle menfaat temin eden mütegallibe, diğeri bir mütegallibenin kötü zulümleriyle ezilmiş, mukavemet kuvvetini kaybetmiş olan zulüm görenler yani Türkler, Kürtler ve Ermeniler.
Erzurum Ermenileri arasında vatan endişesiyle kalpleri titreyen ve memleketin her türlü mukadderatından cidden alakadar olan pek çok tacirler tanırdım. Bu adamların hiçbiri bugün hayatta değildir. İstisnasız olarak cümlesi ya Erzincan’ın isimsiz izbelerinde ya Diyarbekir’in kızgın çöllerinde elîm ve feci surette hayatlarını terk etmişlerdir. Bu tafsilatı vermemin nedeni, Ermenilerin hiç olmazsa hepsine yakın bir büyük ekseriyetinin ruhen ve fikren bu memlekete bağlı, memleketin her halinden bizim kadar müteessir oldukları hakkında, tecrübe ve müşahadeye dayandığı için inkâr edilemez kesin kanaatimi bir defa daha tekrar etmek maksadına yöneliktir.
Adana ve sair yerlerden art arda Ermeni kafileleri geliyordu ve neşrolunan Tehcir Kanunu gereğince vilayet dahilindeki Ermenilerin de çıkarılması için pek şiddetli emirler veriliyordu. Antakya’daki Ermenilerin tehciri hakkındaki iş’arı (emri), vilayet valisi sıfatıyla Halep vilayetinde hiçbir Ermeni’nin cebren meskeninden çıkarılarak uzak diyarlara sürülmesini icap ettiren bir kabahat işlemediklerini bildiğim için infaz etmedim. Bu itaatsizlik, Halep’ten Ankara’ya naklime ve üç dört gün sonra da Konya’ya gönderilmeme sebep oldu.
Benim Konya’daki halim elinde hiçbir tahliye vasıtası olmadığı halde nehir sahilinde duran adamın haline benziyordu. Nehirde su yerine kan akıyor ve binlerce masum çocuklar, kabahatsiz ihtiyarlar, aciz kadınlar, kuvvetli gençler bu kan akıntısı içinde yokluğa doğru akıp gidiyorlardı. Ellerimle, tırnaklarımla tutabildiklerimi kurtardım ve diğerleri zannederim bir daha dönmemek üzere akıp gittiler.”
24 Nisan 1915, dönüşü olamayan bir yolculuğun ilk adımıdır. Bugünü nasıl adlandırdığınız maalesef olanı değiştirmiyor. “Sözde” en hoşgörülü olanlar, “sözde” karıncayı incitmez olanlar, “sözde” yaradılanı yaradandan ötürü sevenler, bu korkunç kara lekeyi bağırlarında taşımaktan hiç ama hiç utanmıyorlar.
Unutmadık dönüşü olmayan yolculuğa çıkarılanları, unutmadık yataklarında sevdiklerinin elini tutarak ölme fırsatı ellerinden alınanları…Unutmayacağız, unutturmayacağız…
F.B.
24 Nisan 2020