İktidar salgına karşı doğru zamanda gereken tedbirleri aldı mı? Faruk Sevim, geçen 30 günde yaşananları inceledi.
31 Aralık 2019’u 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün Çin temsilciliğine yapılan başvuru ile ilk koronavirüs vakası dünyanın gündemine girmiş oldu.
DSÖ, vakanın ortaya çıktığı Vuhan kentinde yaptığı incelemelerden sonra 13 Ocak günü koronavirüs ailesinden yeni bir virüs türünün tespit edildiğini teyit etti. Adı 12 Şubat tarihinde DSÖ tarafından COVID-19 diye kondu.
Vuhan’daki ilk ölüm vakası 10 Ocak’ta kaydedildi. Vakaların birbiri ardına patlak vermesi, Çin’in başka şehirlerine sıçraması ve ölü sayısının artmaya başlamasının ardından, 23 Ocak’ta Vuhan’da karantina başladı, bütün uçuşlar durduruldu. Aynı gün Türkiye de Vuhan’a yapılan uçuşları durdurdu. THY’nin Çin’in diğer şehirlerine olan haftalık 30 adet uçuşu, Hong Kong hariç, 31 Ocak’a kadar devam etti. Hong Kong uçuşları 13 Mart’ta durduruldu.
İran’da ilk korona vakası 19 Şubatta raporlandı. 21 Şubatta Türkiye, İran sınır kapılarından girenlere ateş kontrolüne başladı, 23 Şubatta tüm İran sınır kapılarını kapattı, İran’a haftalık 64 defa yapılan uçuşları durdurdu.
Türkiye Şubat 23 itibarı ile tüm dikkatini Çin ve İran’a vermişti, ama virüs bütün dünyada yayılıyordu. 26 Şubatta virüsün yayıldığı ülke sayısı 37’ye, vaka sayısı 81 bine, insan kaybı 2 bin 768’e yükselmişti. Virüs Irak ve İsrail’de görülmüştü.
İlk koronavirüs vakaları Fransa’da 24 Ocak’ta, İtalya’da 30 Ocak’ta, İspanya ve Birleşik Krallık’ta 31 Ocak’ta, Almanya’da ise 25 Şubat’ta raporlanmıştır. Bu vakaların çoğu Çin bağlantılıdır. ABD’deki ilk vakanın saptanması ise daha önce, 20 Ocak’tadır.
Bu arada, henüz bir koronavirüs vakasına rastlanmamakla birlikte, Suudi Arabistan da 27 Şubat’ta umre için yurtdışından bütün girişlere sınır kapılarını kapattığını açıklamıştır.
Salgın Türkiye’de ilk defa Mart ayında raporlandı
Türkiye’de salgında ilk vaka 11 Martta raporlandı, o gün dünyada 126 bin vaka ve 4600 ölüm gerçekleşmişti. Türkiye’nin koronavirüs ile tanışması, test sonuçları üzerinden yapılan tespitleri esas aldığımızda, dünyanın pek çok ülkesine kıyasla gecikmeli bir şekilde ortaya çıktı. Türkiye’deki bir laboratuvarda yapılan COVID-19 testinde ilk pozitif sonucun alınması 10 Mart tarihine rastlıyor. O gün itibarıyla dünyada bu virüs tespit edilmiş olan ülke sayısı 114’e ulaşmıştı.
İlk ölüm 17 Martta gerçekleşti, o gün Türkiye’de vaka sayısı 98, dünyada ise 218 bin idi, dünyada ölüm sayısı 8 bine yükselmişti. Bir ay sonra bugün Türkiye’de ölüm sayısı 1643, vaka sayısı 74193. Koronavirüs yayılmaya devam ediyor. Bilim Kurulu sürekli fiziksel mesafenin, izolasyonun önemine işaret ediyor. Ama virüs vakası olanpek çok fabrikada üretim sürüyor. Hükümet ve patronlar üretimin sürdürülmesi konusunda ısrarcı.
Salgın Türkiye’ye iki ay geç geldi, bu bir avantajdı, ama hükümet bu avantajı kullanamadı. TTB Salgının dünyaya ilân edilmesinden sonra Türkiye’de 5 önemli hata yapıldığını açıkladı. Bunlar;
• İran’da salgının olduğu öğrenildiği anda sınır kapıları hemen kapatılmadı, İran’dan gelenlere etkin karantina uygulanmadı.
• Salgının var olduğu bilinen Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında herhangi bir uygulama yapılmadı.
• Mart ayı başında farklı kentlerde yaşamakta olan göçmenler araçlarla, kitlesel olarak Yunanistan sınırına taşındı. Yaklaşık üç hafta sonra yeniden, yine kitlesel olarak araçlarla eski ikametlerine taşındı.
• Umre’den dönen milletvekilleri, bürokratlar başta olmak üzere, yirmi binin üzerindeki kişinin önemli bir bölümüne karantina uygulanmadı.
• Okullar ve üniversitelerin tatil edilmesine karşın, eş zamanlı olarak askere alımlar/terhisler ve toplu ibadetler engellenmedi.
Suriye hariç bütün komşularında koronavirüse Türkiye’den önce rastlandı. Türkiye’de başlangıçta uzun bir süre virüs vakası gözlenmemesi, bu süre içinde koronavirüs vakalarının yaşanmadığı, bu hastalıktan kaynaklanan ölümler olmadığı anlamına gelmiyor.
Özellikle başlangıç döneminde virüsün yeterince tanınmadığı, test kapasitesinin de sınırlı olduğu dikkate alınırsa, hastalığın fark edilmeden yaşandığı, hatta bunların bir bölümünün ölümle sonuçlandığı birçok vakanın gerçekleşmiş olması kuvvetle muhtemeldir
Sağlık sistemi kâr odaklı
Muhtemelen bütün dünyada ve elbette Türkiye’de sağlık sistemi, korumaya değil tedavi üzerinden para kazanmaya odaklı bir sistem. Bu sistemde salgınla mücadele edecek kurumlar, örneğin Sağlık Ocakları 15 yıl önce kapatıldı. Filyasyon yani bulaş zincirini tespit edip kıracak ekipler ancak Mart sonu oluşturuldu, Bu ekiplerde çoğu koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışmayan kişiler görevlendirilmiş durumda.
Koruyucu ekipmanlar konusundan sağlık çalışanları sürekli şikâyet ediyor. En temel ihtiyaçlar giderilemiyor. En önemli sorun maske konusunda yaşanıyor. Hükümet en başta maskeyi parayla satacaktı, belediyeler ücretsiz dağıtmaya başlayınca önce PTT, sonra e-devlet üzerinden dağıtmaya karar verdi. Son olarak hem ücretli satışını yasakladı, hem de yeterince temin edemiyor. Bazı vatandaşlar ihtiyaç duydukları maskeler için (örneğin hamile, hastaneye gitmesi gerekiyor, maskesiz yola çıkamıyor, otobüse binmesi gerekiyor, maske zorunlu) eczane sahiplerine yalvarmak zorunda kalıyorlar.
Salgın konusunda hükümet şeffaf davranmıyor, ölü ve vaka sayıları iller bazında açıklanmıyor, test konusunda yeterli bilgi en azından sağlık meslek örgütlerine verilmiyor. Sürecin başından beri sağlık meslek örgütleri ve sendikalar dışlanıyor. Kısaca hükümet salgın yönetiminde başarısız kalıyor.
Salgın başladığında hükümet ekonomik fırsatların peşine düştü
İlk koronavirüs vakası 11 Mart gecesi açıklandı. Hükümet olayın vahametini anlayamadı, hatta salgını nasıl fırsata çevirebileceğini düşündü, bu da açıkça söylendi. Avrupa’ya mal üretimindeÇin’in yerinin nasıl alınacağının hesapları yapılmaya başlandı.
Virüsle mücadele için hükümetin 17 Martta açıkladığıekonomi paketinde sermayenin çıkarları gözetiliyordu, 100 milyarlık pakette, sadece bazı emeklilere ortalama 500 TL zam, bazı yoksullara da 1000 TL tek seferlik ödeme vardı.
Yani hükümetin halk sağlığı gibi bir önceliği yok. Bu durum sadece Türkiye için değil; diğertüm kapitalist ülkelerde de benzer şekilde oluyor.
Virüse karşı en önemli tedbirin fiziksel mesafe olduğunu biliyoruz. Bunun için yapılması gerekenlerin başında da üretimin acil olmayanlar dışında durdurulması geliyordu, ama bu yapılmadı. 11 milyon işçi her gün işe gitmeye devam ediyor. Hükümet herkese “Evde kal” diyor ama emekçiler hariç. Çünkü kapitalizmin işlemesi için üretimin sürmesi, finansın işlemesi, ticaretin devam etmesi gerekiyor.
Sadece hükümet tarafından faaliyetleri durdurulan kafe, bar, lokanta, sinema benzeri yerlerdeki işçiler çalışmıyorlar. Bazı işyerleri de satışlar durduğu için geçici olarak kapandı, örneğin otomobil fabrikaları ve otomotiv yan sanayi işletmeleri durdu.
Ama kapitalizm giderek şunu fark etmeye başladı. Bu salgın, başka hiçbir krizine benzemiyor. Bu salgından yeni fırsatlarla çıkmaya çalışmak, belki de gerçekten sonları olacak. Bilim insanları, salgının ikinci, üçüncü dalgası olabileceğinden bahsediyorlar. Muhtemelen kapitalist sistem bu kadar uzun süreli bir durmaya hazırlıklı değil, ya da kapitalist sistem buna müsait değil. 3 aylık salgında yüzde 5 daralacağı açıklanan kapitalist ekonomilerin, bir yıllık durmada yüzde 40 daralacağı tahminleri yapılıyor.
İşsizlik, parasızlık giderek virüsten hastalanma korkusunun önüne geçiyor
Türkiye genelinde ekonominin durması ile kapanan veya hükümet tarafından kapatılan işyerlerinde 7,5 milyon işçi vardı, bu işçiler artık işe gitmiyor. Bunların büyük bölümü ya işten atıldı, ya da ücretsiz ve süresiz izne çıkarıldı. Küçük bir bölümü ise ücretli izin kullanıyor. Patronlar buralarda çalışan 2 milyon işçi için kısa çalışma ödeneğine başvurdu. Kısa çalışma parasını verecek olan İşsizlik Fonunda ise para kalmadığı ortaya çıktı. Fon parasının büyük bir kısmı, Hazine’ye yani hükümete borç olarak verilmiş.
Hükümet kısa çalışma ödeneğinin başına bela olacağını, İşsizlik Fonunda para olmadığı için kaynak sıkıntısı yaşayacağını anlayınca şimdi yeni bir formül geliştiriyor. Ücretsiz izne çıkanlara günde 39 TL verme. Böylece kısa çalışma ödeneği ile ortalama 3 bin TL alabilecek işçilere, ayda 1177 TL verilecek. Hem de “ücretsiz izin” uygulaması yasaya girmiş olacak. Bu arada İş Kanununun işverene tanıdığı fesih (madde 25/2) hakkı yasaklanmıyor, o devam ediyor.
150 bin civarında iş yeri kapandı. Bunlar küçük esnaf. Bunların durumları da çok sorunlu. Kiralarını dahi ödeyemez durumdalar. Buralarda çalışanların çoğunluğu güvencesiz işçiler, bu işçiler devletin sağladığı olanaklardan da yararlanamayacaklar. Küçük esnafa hükümet kredi musluklarını açtığını söylüyor, tabi hibe değil, faizli kredi. Ama pek çok banka kredi vermeye yanaşmıyor, çünkü paranın değeri hızla düşerken, enflasyonda patlama yaşanma ihtimali artarken bankalar kredi verdiklerinde büyük zararlarla karşılaşabilirler. Aynı zamanda verilen kredilerin geri ödenme garantileri de çok zayıf. Bu konu hükümet ile özel bankalar arasında sorun olmaya devam ediyor.
Hükümet kendi kurduğu bilim kurulu kararlarına uymuyor
Hükümet koronavirüs salgını ile mücadeledebir bilim kurulu oluşturdu, ama kararlarına uymuyor. Çünkü sürece sürekli ekonomi penceresinden bakıyor. Sermaye sınıfının, kapitalistlerin bu süreçten nasıl en az zararla çıkabileceklerinin hesabını yapıyor. İşçi sağlığı konusuna maliyet unsuru olarak yaklaşıyor. Gıda-İş Sendikası gıda iş kolunda alınması gereken ama alınmayan önlemleri açıkladı. Bu iş kolu, üretimin sürdürülmesi gereken en önemli iş kolu, burada bile önlemler alınmıyor. Çünkü maliyetler işçi sağlığından daha önemli olabiliyor.
Hükümet, toplumun geneline ‘Aman evden çıkma çok riskli’ diyor. Ama işçileri en güvenliksiz şekilde toplu taşımaya ya da servislere bindirip çalışma alanlarına gönderiyor.
Geçtiğimiz Mart ayındaen az 14 işçi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti, o tarihte toplam ölüm sayısı 214’tü. Fabrikalarda çalışma devam ettiği için nisan ve mayıs aylarında virüs nedeniyle işçi ölümleri daha da artacak. Bu ölümler birer iş cinayetidir. Bütün patronlar evlerinde oturabiliyor ama işçi ve emekçiler ölüme gönderiliyor. Tehlike sadece işçiler için değil, işçiler akşamevlerine dönüyor, ailelerini de tehlikeye atıyor. Hükümet bütün bunlarıkapitalistlerin kârlarıeksilmesindiye yapıyor. Fabrikalarda önlem alınıp alınmadığı denetlenmiyor, işçilerin yaşamları riske atılıyor.
Evden çalışma, büro işçilerinin sömürüsünü katmerleştiriyor
Evden çalışma büro işçileri arasında yaygınlaştı. 4,3 milyon işçinin evden çalışma düzenine geçtiği söyleniyor.Bu onlar için iyi bir şey gibi görünüyor ama bir tarafıyla müthiş bir denetim mekanizması kurulmuş durumda. Evden çalışma sırasında insanların bütün süresini bilgisayar başında geçirmesi isteniyor. Hatta insanlarnormal zamanda çalıştığından daha çok çalıştırılıyor.
Evden çalışma kulağa hoş gelse de teknoloji kullanılarak emek denetimi artırılmış oluyor. Aynı zamanda evlerdeki elektrik, internet faturası da emekçilerin cebinden çıkmış oluyor.
Göçmenler salgın günlerinde çok zor günler geçiriyor
İzmir’de yaşananlar salgın günlerinde göçmenlerin yaşadıkları sıkıntıları bir kez daha gözler önüne serdi: Göç İdaresi yetkilileri tarafından, Osmaniye Mülteci Kampından getirilerek İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde iki gün bekletilen 200 kadar göçmen, “buradan Avrupa’ya gidersiniz” denerek, 13 Nisan’da İzmir Menemen’de yol kenarına bırakıldılar. Bütün geceyi kaldırımlarda ve çimlerde geçiren göçmenler, daha sonra Göç İdaresi tarafından, muhtemelen yapılanın sonuçları duyulmaya başlayınca, kayıtlı oldukları illere gönderildiler.
Yetkililer sürekli “evde kal”, “yolda yürürken fiziksel mesafeye uy”, “maske tak” gibi uyarılar yaparken, kurallara uymayanlara binlerce lira ceza keserken, 200 göçmen, çoluk çocuk, kentin ortasına öylece bırakılabiliyor. Hükümetin AB’ye karşı göçmenleri kullanma politikasına devam etmesi, salgın günlerinde çok ters tepebilir, bundan acilen vaz geçilmesi gerekir.
Göçmenlerin salgın döneminde her türlü sağlık hizmetine parasız erişiminin sağlanması gerekirken, hastanelere başvuran kayıtsız göçmenler gözaltına alınıp, geri gönderme merkezlerine kapatılıyorlar. Yine kayıtsız olarak çalışan 2 milyona yakın göçmen, karantina koşullarında çalışamaz hale geldi. Bu insanların ev kiralarını ödemeye, hatta yemek almaya paraları yok. Hükümetin acilen göçmenlere yardım konusunda adım atması gerekir.
Ekonomi küçülüyor, işsizlik artıyor
IMF bu yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 5 küçüleceğini öngörüyor. Türkiye’de geniş tanımlı işsizlik yüzde 20’lerdeydi, 4,5 milyon resmi işsiz, 2,5 milyon iş aramaktan umudunu yitirmiş insan vardı.
Virüs nedeniyle ekonomik daralma sonucu ortaya en az 4 milyon yeni işsiz çıkabilir, işsizlik oranı hızla yüzde 30’lara tırmanabilir.
Ekonomi zaten kötü bir durumda; borçlar artıyor, hazinede para yok, sermaye yatırımları giderek azalıyor. Kapitalistler ve devlet bütün bu sorunları hızla emekçilere yansıtmaya çalışacaktır. Hükümet bunun ilk adımı olarak, piyasaya karşılıksız para sürmeye ve enflasyonu artırmaya başladı. Salgın başladığından beri Merkez Bankası, Hazine’ye veİşsizlik Fonuna ait tahvilleri almak suretiyle hükümete 25 milyar TL aktardı. Ocak ayında aktardığı 40 milyar TL ile birlikte toplam 65 milyar TL aktarılmış oldu.Bizler salgın başladığından beri hep şunu söylüyoruz. Kaynak sıkıntısına çare olması için zenginlerden “servet vergisi” alınması gerekiyor, ama hükümet elbette bunun adını bile anmıyor.
İşçi sınıfı bütün dünyada kapitalizme karşı harekete geçmeye çalışıyor
Bundan sonra iyi şeylerin olması için işçi sınıf hareketine ihtiyaç var.İşçi sınıfı salgında yaşadığı olumsuzluklara karşı cevaplar üretmeye çalışıyor.
ABD’de Instacart, Amazon, Whole Foods, posta işçileri fiili grevlerle işyerlerinin kapatılmasını talep ettiler. Farklı sektördeki işçiler çeşitli biçimde salgın sonrası çalışma koşullarını protesto ettiler. İtalya’da işçiler fabrikaların kapatılması için grevler yaptı. Belçika ve Güney Fransa’da Carrefour çalışanları salgına karşı yeterli önlem alınmamasına ve düşük ücrete karşı iş bıraktı. Belçika’da eylemler sonrası Carrefour marketler zinciri kapatıldı. İngiltere Royal Mail işçileri salgına karşı ciddi bir önlem alınmadığı için iş bıraktı. Kamboçya’da tekstil işçileri ücretlerinin ödenmemesi ve salgın sonrası ödemelerde yaşanan aksamaya karşı greve çıktı. Yeni Zelanda’da plastik fabrikasında çalışan işçiler salgına karşı koruyucu tedbirler alınması talebiyle grev yaptı.
Türkiye’de Eskişehir’de Sarar Giyim, Gebze Sarkuysan, Galataport şantiyesi, AKM şantiyesi, Sanel Elektronik, Hatay’da filtre fabrikası, Muş Alpaslan 2 barajında, İzmir Akar Tekstil’de çalışan işçiler salgına karşı önlemler alınmadığından dolayı iş bırakma ve çalışmaktan kaçınma hakkını kullandılar.
Kapitalizm, piyasanın ihtiyaçlarını toplumun ihtiyaçlarının önünde tutar. Bugün sadece Türkiye açısından değil; bütün kapitalist ülkeler açısından burjuvazinin en zayıf olduğu, çelişkilerin en net açığa çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu dönemi işçi sınıfı hareketinin iyi değerlendirmesi gerekir.
Faruk Sevim