Sınırlar, ırkçılık ve göçmen hakları

02.03.2020 - 10:30
Haberi paylaş

İdlib'deki savaş sonucu yüz binlerce sivil, Türkiye sınırına sığındı. On binlerce mülteci ise Avrupa sınırlarına doğru yola çıktı. Melike Işık, ırkçılığı ve milliyetçi politikaları eleştiriyor.

27 Şubat’ta İdlib’de hava saldırısında çok sayıda askerin hayatını kaybetmesinin ardından uzun zamandır siyasi araç olarak kullanılan göçmenlere Türkiye tarafından sınır kapıları açıldı. Ardından göçmenler daha iyi hayat şartları, geçinme, eğitim ve Türkiye’de elde edemediği iltica hakkını orada kazanma umuduyla Avrupa sınırlarına doğru yola çıktı. Bunun üzerine zaten uzun zamandır var olan göçmen düşmanlığı yeniden şiddetlendi. Maraş’ta Suriyelilerin evlerine ve iş yerlerine ırkçı saldırılar gerçekleştirildi. Irkçı nefretin medyadaki yansıması ise Türkiye’de geçinemeyen göçmenlerin ‘nankörlükle’ yani aslında yoksullukla suçlanması oldu.  

Uzun bir süre popüler medya organlarında Suriyeli göçmenlerin devletten maaş aldığına, üniversitelere sınavsız girdiğine dair yalan haberler yapıldı. Bu haberlerin gerçeklikle kopukluğu, göçmenlerin Avrupa’ya geçmek için, kimi zaman hayatlarını tehlikeye atarak, verdiği mücadele ile bir kez daha gözler önüne serildi.

Sınırlardaki göçmenler oraya ulaşım sağlamak için tüm varlığını elden çıkarıp sırtlarında çantaları ve kucaklarında çocukları ile Yunanistan tarafından sınırların açılmasını bekliyor. Gece sıfırın altına düşen sıcaklık ve önlerinde duran belirsizlik ile savaşın tüm yükü hâlâ omuzlarında. Birçoğu orada nasıl geçineceğini planlamamış, hatta nereye gideceğine henüz karar vermemiş durumda, sadece geçinebilecekleri bir yere yerleşebilme derdindeler.

Nereye gideceklerini soran muhabire “neresi olursa” diye yanıt veriyorlar, sınır kapıları açılmazsa ne yapacakları sorulduğunda ise hiçbir cevapları yok. Türkiye’de yaşadıkları geçim sıkıntısı onları ilk fırsatta Avrupa’ya geçmeye zorluyor. Göçmenlerin sınırlardaki zor şartlara gösterdiği olağanüstü tahammül ve aldıkları hayati riskler, Türkiye’de göçmenlerin şartlarının ne kadar kötü olduğuna ışık tutuyor. Göçmenler devletten maaş almak şöyle dursun ya iş bulamıyor ya da o kadar kötü şartlar altında çalıştırılıyor olmalılar ki çareyi kırtasiyeden temin ettikleri botlarla Yunanistan’a geçmekte görüyorlar.

Şimdiye kadar Türkiye’de göçmen hakları hükumet tarafından hep bir sadaka meselesine indirgendi. Göçmenler için harcanan kaynaklar hep bir lütuf gibi gösterildi. Göçmenler hâlâ Türkiye’ye müteşekkir olduğunu söylemeye mecbur bırakılıyor ve en ufak bir şikayetleri nankörlük olarak algılanıyor. Ülkesinde savaş olan insanların başka bir ülkede ırkçılığa maruz kalmadan, kimseye muhtaç olmadan bir hayat kurma hakkı ve şansı yok sayıldı. Bunun getirdiği tehlikeler bugün daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Erdoğan milletvekilleriyle buluştuğu toplantıda “Biz bu kadar mülteciye bakmak, onları beslemek durumunda değiliz” ifadelerini kullanarak göçmen haklarını “onları beslemek”e indirgedi. Bunun gibi söylemler göçmenlerin devletten maaş aldığı gibi yalanları güçlendiriyor ve göçmenleri ülkedeki yoksulluğu yaratan asıl sebep olarak hedef haline getiriyor. Yoksulların kapitalistlere karşı örgütlenmesi gereken öfkesinin göçmenlere yönlendirilmesiyle ırkçılık güç kazanıyor.

Irkçılar sık sık göçmenlerin Türkiye’ye borçlu olduğunu iddia ediyor. Oysa göçmenlik bir seçim değil, bir zorunluluktur. Savaşta evlerini, işlerini ve diğer varlıklarını kaybetmiş olan göçmenler ne Türkiye’ye ne de bir başka hükümete bir şey borçlu değil. Fakat hükümetlerin göçmenlere mültecilik hakkı, eğitim hakkı, sağlık ve barınma hakkı gibi birçok hak borcu var.

Bu haklar göçmenlere bahşedilen birer lütuf değil, temel insan hakları olarak görülmelidir. Göçmenlerin siyasi araç olarak kullanılmasına son verilmeli ve sınırların açılması, siyasi hesaplaşmalar değil; göçmen hakları ekseninde ele alınmalıdır.

Melike Işık

Bültene kayıt ol