2020: Mücadelenin yılı olacak

11.01.2020 - 10:28
Haberi paylaş

Mücadelelerle dolu bir yılı geride bıraktık. 2020 yılında bu mücadelelerin süreceği çok açık.

2020’nin ilk Sosyalist İşçi’sinde aktivistlerle bu mücadele alanlarının bazılarında süren tartışmalara ve perspektiflere yer vermenin önemli olduğunu düşündük.

***

“Artık yeter” diyenler çığ gibi büyüyor

2019 yılı dünyada işçi sınıfı için oldukça hareketli ve umut verici, egemenler için ise bir o kadar kötü geçti. Dünya’nın dört bir yanında sokaklar değişim isteyen insanlarla doldu. Ortadoğu’dan Şili’ye, Fransa’dan Hong Kong’a kadar işçi sınıfının çok yönlü bir biçimde istediği değişim talebi Türkiye’de de tüm baskıcı atmosfere rağmen kendini gösterdi. “Artık yeter!” diyenlerin bir çığ gibi büyüdüğünü sokaklar hissettirmeye başladı. Üniversite öğrencilerinden kamyon şoförlerine, metal işçilerinden, iklimi değil sistemi değiştir diyenlere, kadın hareketini gün geçtikçe daha da büyütenler 2020 yılında da ancak sokaklardaki mücadelemiz sayesinde kurtulabileceğimizi gösteriyor. Ayrıca, 2019 yılı işçi sınıfının ‘’sendika bürokrasisi’’ tarafından adeta yok edilmek istendiğini Türk-İş toplu sözleşmeleri örneğinde gösterdi. İşçiler adeta sendika patronları tarafından işverene satıldı. Bu tablo aslında kimsenin yüzleşmek istemediği ‘’sendika bürokrasi”ne karşı da mücadele edilmesi gerektiğini bizlere gösteriyor.

Kamuda işe girmenin bir koşulu, işverenin etkisi altındaki sendikaya üye olunması gerçeği, işverene karşı olması gerekirken yan yana olan bir ‘’sendikacılık’’ anlayışı, işçilerin özel sektör de dâhil olmak üzere büyük bir çoğunluğunun sendikasız oluşu, kamu emekçileri içinde farklı iş kollarında yeni işe başlayan insanların büyük bir çoğunluğunun sendikalara üye olmak istememesi, işçi sınıfı için mücadele eden bir sendikanın üzerine düşünüp öz eleştiri yapması gereken konular. Önümüzdeki dönemde biz emekçilerin işçi sınıfından yana olan, egemenlerin işçi sınıfını bölmek için kullandığı ırkçılık tuzağına düşmeyen, sendika ağalarının ağzından çıkanlara kendi kaderini teslim etmeyen, aşağıdan gelen güçlü bir örgütlenmeyle sendika ağalarına oturdukları koltukları dar edecek bir sendika anlayışı için mücadele perspektifini acilen geliştirmemiz ve gerçeklerle yüzleşmemiz gerek.

Şafak Ayhan

Müşteri değil öğrenciyiz!

Öğrenciler olarak 2020’de eğitimde fırsat eşitliği talep ediyoruz. Nitelikli eğitim, toplumun bir kesimine ait bir şans değil; toplumun her kesiminin ücretsiz bir şekilde erişim sağlayabildiği bir hak olmalıdır. Gelir adaletsizliği eğitimde fırsat eşitsizliğini, eğitimde fırsat eşitsizliği ise gelir adaletsizliğini doğurarak bir döngü halinde insanları yoksulluğa mahkûm eder. Bu yüzden eğitimde fırsat eşitliği hayati önem taşımaktadır. 

Ekonomik krizin de etkisiyle birlikte eğitim gitgide daha da pahalıya mâl olmakta. Yoksulluğun, eğitimin önünde engel oluşturduğunu gösteren unsurlardan biri de göçmen çocukların eğitime erişimi. 2019 verilerine göre 1,74 milyon Suriyeli göçmen çocuğun 400 bini eğitim hakkından faydalanamıyor. 2020 için beklentimiz bu sayının düşmesi ve göçmen çocuklar için de fırsat eşitliğinin sağlanması için önlemler alınması.

Üniversitelerde öğrenciyi müşteri olarak gören algı yıkılmalı, öğrencilerin hak ve talepleri ekseninde bir eğitim verilmelidir. Özellikle ekonomik kriz altında öğrencilerin alım gücü azalmakta; okullardan elde ettikleri haklar hayati önem kazanmaktadır. Bunu İstanbul Üniversite’sinde geçtiğimiz günlerdeki mücadelede ve bu mücadelenin kazanımlarında görmüş olduk. 

Ücretsiz ve sağlıklı yemek hakkımız olduğu gibi kitaplara erişim de öğrencilerin bir hakkıdır. Üniversite öğrencilerinin başarılı olması için ihtiyaç duyduğu kitapların masrafı ortalama bir öğrencinin karşılayabileceğinden çok fazladır. Bunun için hem lise hem de üniversite öğrencilerine kitap bursu verilmelidir. 

Melike Işık

İklim krizine yanıt on milyonların katıldığı iklim grevleri olacak

Antikapitalistler, 2020’de iklim krizine karşı mücadelenin hedeflerini açıklıyor:

İspanya’da yapılan 25. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP25) zirvesi şunu açık bir şekilde gösterdi: Gezegeni, üzerindeki tüm canlı yaşamıyla kurtaracaksak biz kurtaracağız. Bunun nedeni, Madrid’de yapılan zirveden, daha ciddi kararların alınmasının seneye Glasgow’da yapılacak zirveye ertelenmiş olması. Artık çok iyi biliyoruz ki seneye Glasgow’daki zirveden, bir sonraki zirvede ciddi kararlar alınması kararı çıkacak ve bu böyle devam edip gidecek. Tıpkı her ülkedeki hükümetlerin bir avuç petrol, doğalgaz-kömür-silah şirketinin  sözcüsü olması gibi bu zirveler de bu aynı şirketlerin basıncı altında işleyen yapılar. Greta Thuberg, Madrid’de büyük mitingde yaptığı konuşmada “umut dört duvar arasında değil burada, sokakta” dediğinde bu yüzden sonuna kadar haklıydı.

Zirve sadece şirketlerin sözcüsü gibi olması nedeniyle değil, iklim aktiivstlerine yönelik nobranca polisi tutumu nedeniyle de iklim krizine hiçbir yanıt üretemeyeceğini gösterdi. Kararlar bir sonraki zirveye ertelendi ama küresel iklim değişikliğine bağlı felaketler tüm ağırlığıyla yaşanmaya devam etti. Bunun son örneği Avustralya’da yaşanan dev boyutlu yangınlar. 500 milyon canlının öldüğü söyleniyor. Başka türden bir soykırım bu ve bunun nedeninin bir avuç fosil yakıt şirketinin dizginlenemez kar hırsı olduğunu ve hükümetlerin bu hırs sahiplerinin bir dediğini iki etmediğini bilmek öfkemizi daha da artırıyor.

Bu yüzden bizler Antikapitalistler olarak tüm gücümüzle aşağıdan, kitlesel, doğrudan eylemler, mitingler örgütlenmesinden yanayız. 20-27 Eylül’de tüm kıtalardan 7 milyon kişinin sokaklara çıkmasıyla övünüyoruz ama COP25’in radikal kararlar almasına yeterli olmadı demek ki 7 milyon kişi. Öyleyse 70 milyon kişi olmalıyız. 70 milyon kişi olmalı ve kazanana kadar, aralıksız mücadele etmeliyiz.

Türkiye’de de binlerce insan, özellikle gençler iklim krizine karşı sokaklara çıktı. Ana slogan, “İklim adaleti” ve “Sıfır karbon, hemen şimdi!”ydi. Buna odaklanmalıyız. Toplumun her kesiminde adaletsizliklere, eşitsizliklere karşı biriken bir öfke var. Ama aynı zamanda resmi makamların iklim krizine yönelik duyarsızlığına karşı da öfke var. Bu öfkeyi sokaklarda kitlesel eylemlerin enerjisi haline getirmek için uğraşacağız. Nisan ayında yeni küresel iklim grevine 20 Eylül’dekinden çok daha güçlü bir sesle katkıda bulunmak istiyoruz. 2020 yılı, iklim krizine karşı mücadele açısından dönüm noktası olmalı. Kazanana kadar sürecek kitlesel eylemleri örgütlemek temel hedefimiz olacak, geri kalan tüm öneriler, kitlesel sokak hareketlerini güçlendirecek etkinlikler olarak görülmeli. Zaman kaybının telafisi yok. 500 milyon canlının bir anda ölmesinden söz ediyoruz. BP-Shell ve diğerlerinin çıkarı için!

“Kadın hareketi sahiplenilmelidir”

Son birkaç yıldır dünyanın farklı yerlerinden çıkan ve dalgalar halinde yayılan feminst/kadın grevleriyle kadınlar baskıcı sistemlere karşı dayanışmayı küreselleştirmek, yeni direniş biçimleri keşfetmek, taleplerini ve isyanlarını yüksek sesle duyurmak için meydanlardaydı. İzlanda’da kadınlar eşit işe eşit ücret talebi ile 2018’de greve çıktılar. Greve katılım oranı %90 oranında gerçekleşti. Böylece 2020’de yürürlüğe girecek olan yasa ile devlet, işverenlere cinsiyet, etnik köken, cinsel eğilimlerden bağımsız olarak tüm çalışanlara eşit ücret ödenmesini ödeme yükümlülüğünü getiriyor. İtalya’da kadınlar 2017 8 Martında kadına yönelik şiddete, kürtaj hakkındaki kısıtlamalara, ücret kesintilerine, güvencesiz iş koşullarına, neoliberal şiddette ve göçmen kadınların kitlesel katılımı ile birlikte gündemleşen ırkçılık ve ayrımcılığa karşı grev örgütledi, 200’ü aşkın fabrika, depo, resmi daire ve okulda grev gerçekleşti. 2018 8 Martında sendikaların katılımı ile tekrar örgütlenen greve Ulaşım, sağlık, eğitim alanlarında katılım sağladı. Bunu Fransa, Almanya, Polonya, İsviçre, İspanya, İrlanda, İsviçre’de kadınların greve çağrıları karşılık buldu. 

Feminist hareketin ve genel olarak kadın hareketinin ilk olarak ortaya çıktığı 19. yüzyıldaki gibi sadece dünya nüfusunun yarısını oluşturan cinsiyet olarak politik arenada varlıklarını ispatlarken (oy hakkı mücadelesi) egemenlik ilişkilerini de cinsiyet hiyerarşisi bağlamında sorguladıkları gibi 21. yüzyılda tekrardan meydanlarda düzenin kendisine yönelik taleplerle ortaya çıkmaları feminizmin sadece cinsiyet hiyerarşisine yönelik bir eşitlik mücadelesinden de öte, başta bu hiyerarşiyi mümkün kılan düzenin bağrındaki antagonist çelişkilere yönelmesi, kadınların yıllarca elde ettikleri kazanımlarının geri alındığı ve alınmaya çalışıldığı bu zamanda çok kıymetli bir adımdır ve sahiplenilmesi gerekir. 

Sibel Erduman

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol