“Hepimiz Göçmeniz – Irkçılığa Hayır” kampanyası aktivistleri geçen hafta Sultanbeyli Belediyesi ile Mülteciler Derneği tarafından kurulan Mülteciler Toplum Merkezi’ne ziyaret etti.
Gocmeniz.org sitesinde yayınlanan izlenimler ve Mülteciler Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Aktaş ile röportaj:
Gördüklerimiz etkileyiciydi. Altı katlı bir binanın her köşesi, göçmenlerin Türkiye’ye sosyal uyumunu sağlamak adına üretilmiş çözümlerle dolu. Girişte mültecilerin kaydı alınıyor, resmi statülerinden bağımsız olarak herkes bir birey olarak kabul edilerek derneğin veri tabanına işleniyor. Şu an böyle kayıtlı 20 bin göçmen var.
Göçmenler burada rehabilitasyon, koruma, sağlık ve daha pek çok ihtiyaçlarına çözümler bulabiliyorlar. Merkezin hedefi, tüm sorunları merkez çatısı altında çözebilmek. Bu sebeple, Sağlık Bakanlığı ile işbirliği hâlinde bir sağlık merkezi dahi kurulmuş. Bunun dışında travmalara yönelik faaliyetler, istihdam gibi konularda göçmenlerin haklarına dair bilgi veren broşürler; çok dilli olarak göçmenlerin hizmetine sunuluyor. Hatta göçmen çocuklar için ücretsiz kreş hizmeti dahi ek binasa mevcut.
Aslında Sultanbeyli’de yapılan, tüm belediyelere, yerel ve merkezi idarelere örnek olması gereken bir faaliyet. Bir göçmen herhangi bir sorunu için buraya başvuruyor, ya çözümle ya da gerekli yönlendirmeyle buradan ayrılıyor.
Bu önemli merkezde emeği bulunan Mülteciler Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Aktaş ile yaptıkları faaliyetler ve göçmenlerle ilgili son dönemlerde yaşananlar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türkiye, Suriye’den göçmen akınının başladığı ilk yıllarda açık kapı politikası uyguladı doğru bir şekilde. Ancak sonradan sınırlar kapatıldı. Ayrıca uzun vadeli planlanmış bir göçmen politikası da geliştirilmedi. Sizin burada yaptığınız şeyler çok önemli. Bu çabalar neden diğer yerlere yayılmıyor? Sizin deneyimlerinizi duymak isteriz.
Aslında göç politikasının tam vuku bulduğu zaman dilimi içerisinde, Göç İdaresi kurulduğu dönemde, Türkiye büyük bir kitlesel göçle karşı karşıyaydı. Yani daha bununla ilgili tüm kurumlarını organize edemeden, insan kaynağını tamamlayamadan büyük bir yükün altında buldu kendisini. Dolayısıyla merkezi olarak da bunun altından kalkmakta zorlandı bugüne kadar.
Yerel yönetimlerin neden önemli olduğunu belirtmek gerekiyor. Çünkü göçü yerelde hissediyorsunuz. Göçmenlerin ve sığınmacıların birinci dereceden ihtiyaçlarını karşılayacak olanlar yerel yönetimler oluyor. Bir ihtiyacı varsa sizin kapınızı çalışıyor. Dolayısıyla yerelde işleyen bir mekanizma kurulduğu takdirde, tüm alanlarda bundan faydalanma meydana gelecektir. Neyi kastediyorum? Siz yerelde eğer göçmenlerin sorunlarını çözecek bir toplum merkezi oluşturabiliyorsanız, talepler geliyor, onları değerlendirip analiz edip verilerle işliyorsunuz, ileride de geriye dönüp bakabiliyorsunuz en çok ne talepleri geliyor diye. Bunlara yönelik müdahale alanları oluşturabiliyorsunuz. Yerelde bu müdahale alanlarının bütünsellik içinde oluşması, yerelde o sorunun çözülmesini sağlıyor. Böylelikle sorun kronikleşmeden birinci derecede çözme şansına sahip oluyorsunuz.
Bizim Sultanbeyli’de yapmış olduğumuz, tüm bu ihtiyaçların tespit edildiği ve giderildiği bir alan oluşturmaktı. Bunlardan birincisi, danışmanlık vermek. İkincisi yönlendirme yapmak, eğer burası yetemiyorsa. Üçüncüsü de yönlendirmeden ziyade kurumun kendi içerisinde yanıtlar üretmek için uygulama alanları oluşturmak. Mesela kişinin sağlıkla ilgili bir ihtiyacı var, hemen aynı çatı içerisinde Sağlık Bakanlığı ile işbirliği içerisinde olduğumuz sağlık alanı ihtiyaçlara cevap veriyor. Rehabilitasyon merkezimiz bunu yapıyor.
Bir göçmen kendini burada güvende hissedebiliyor yani. Bunun her yerde olması lazım, neden olmuyor?
Bir kere yerelde bir bilgi eksikliği var. Yani yerelde mültecilerle ilgili çözüm modeli olabilecek bir bilgi birikiminin olmayışından kaynaklanıyor. Bunu mantalite ve irade açısından söylüyorum. Siz mültecilere sadece sosyal destek verilecek insanlar, battaniye verilecek insanlar gözüyle bakarsanız, bunu sosyal yardım mantığıyla ilişkilendirirsiniz. Ancak mültecilik meselesi onların sadece bir koli gıda veya battaniyeye ihtiyacından ibaret değil. Bunun dışında birçok alanda ihtiyaç var. Sağlık, rehabilitasyon, koruma, istihdam gibi. Bütüncül düzeyde analiz edebilecek ve onunla ilgili planlamayı yapabilecek bir bilgi olması gerekli.
Mültecilere “geçici”, “misafir” gözüyle bakılması meselenin haklar ekseninde değil hayırseverlik ekseninde alınmasında etkili oldu gibi. Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi şerhini kaldırsa ve sığınmacıların “mülteci” statüsünü tanısa haklar açısından ilerleme sağlamak daha kolay olmaz mı?
Evet, Türkiye Cenevre Konvansiyonu’na imza atarken coğrafi çekince şartını koydu. Ama Türkiye çok kritik bir bölgede, geçişlerin olduğu transit ülke konumunda. Bunların eksileri artıları değerlendirilmelidir. Şuna çok katılıyorum, eğer mültecilere bir hak gözüyle bakılmadığı zaman, orada bir inisiyatif kullanıyorsunuz. Eğer oradaki sorumlular bu inisiyatifi olumlu düzeyde kullanıyorsalar güzel. Ama ya bu olmuyorsa? O zaman işte mültecilerle ilgili yansıması da farklı oluyor.
Burada hukuki düzenleme olarak evet, “Bunlar mültecidir, uluslararası hukuktan doğan hakları vardır, bunlar bir kişiye veya bir grubun insafına/söylemine bırakılamaz” perspektifiyle bakılması lazım.
Türkiye’de daha önce de kitlesel göçler oldu. Halepçe sonrası gelen Kürtler, Bulgaristan’dan gelenler. Ciddiyetle takip edildiğinde görülüyor ki, o dönemlerde bu sorunlar bu kadar görünür hâle gelmemişti. O zaman iyi bir planlama yapılmıştı. Irak’tan gelen göçmenlerin yerleşeceği alanlar belirlenmişti. Bulgaristan’dan gelenler için de aynıydı.
Suriye meselesinde ise Türkiye’nin göçmen kabul edilebilirliği 100 bin olarak belirlenmişti. Ancak savaşın seyri ve tüm alanlara yayılması sonucunda Türkiye bir anda milyonlarca göçmenle karşı karşıya kaldı. Reel bir planlama yapılabilmesi çok zor bir durumdu.
Ama bugün ne yapabiliriz? Hak ve hukuk perspektifiyle baktığımızda, mantalitenin de merkezden yerele doğru bu şekilde şekillenmesinin çok ciddi faydaları olacağını gözlemliyoruz.
Suriyelilere Türkiye’de ayrıcalıklı davranıldığına yönelik yaygın yanlış iddialar var. Göçmen düşmanlığı ve ırkçılık buradan besleniyor. Siz burada mültecilere çok önemli bir hizmet verirken bir yandan Türkiye yurttaşlarının da gönlünü ferah tutacak işler yapıyorsunuz. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz?
Algı meselesi çok önemli. Çünkü siz burada toplumsal uyumu amaçlayan faaliyetler gerçekleştiriyorsunuz. Hem gelen mültecilerin topluma uyumunu hem de var olan yerel halkın mültecilere uyumunu karşılıklı olarak sağlamak zorundasınız. Dolayısıyla yaptığınız faaliyetlerde yerel halkı da dahil etmezseniz bu tek taraflı bir şey olarak kalır. Biz genelde özellikle çocuk ve kadınlarda bunu yapıyoruz. Çünkü sosyal uyumun en başarılı olduğu katmanlar bunlar. Çocuklarda ayrımcılık veya önyargı olmadığı için, iki çocuğu bir araya getirdiğinizde çok iyi sonuç alıyorsunuz. Kadınlarda da durum böyle. Bu olumsuz algının en fazla sirayet ettiği grup erkekler. Siz burada bir ulaştırma faaliyeti yapıyorsunuz ama sosyal medya üzerinden bir olumsuz algı yayıldı mı, sizin yaptığınız faaliyetlerin de küçük bir etki alanı oluşmuş oluyor.
Bir milyon takipçisi olan malum kesimler bir tweet atıyor, uyumu engellemek için dezenformasyon yapnlardan biri, sizin beş yerde yapmış olduğunuz sosyal uyumu yerle bir edebiliyor. Çünkü bakış açısını değiştiriyor. Bizim mültecilere yönelik bakış açısını iyi hâle getirmemiz gerekiyor. Bu sosyal medya üzerinden yapılan nefret algısı, ne yazık ki düşünmeden Türkiye toplumunda da kabul ve talep buluyor.
Siz bu konuda “doğru bilinen yanlışlar” diye bir çalışma yapıyordunuz. Twitter hesabınız kapatıldı. Nasıl gelişti bu süreç?
Evet, mesela “Devlet Suriyelilere para aktarıyor”, “Üniversitelere sınavsız giriyorlar”, “Ev kiralarını, faturalarını ödüyor” veya “Vergi vermeden işyerleri açıyorlar” gibi birtakım doğru olmayan bilgilere karşı bilgilendirme yapıyoruz. Veya yaşanan bütün sorunların sebebi olarak Suriyelileri gösterme anlayışına karşı yayın yapıyoruz.
Biz özellikle bu yalanları ya da yanlış algıyı üreten kesimlere yönelik, onları da “mention”layarak doğru bilgileri veriyoruz. Tabii doğru bilgiyi almak gibi bir dertleri yok. Onların derdi kendi pozisyonlarına yarayacak argümanları değerlendirmek. Kendilerini başarıya götürecek her yolu mübah olarak görüyorlar.
Sosyal medyada yaptığımız bu “doğru bilinen yanlışlar” çalışması karşısında, onların taraftarları, bizi “spam”leyerek şikâyet ediyorlar. Bizim takipçi sayımız 5 bin. Bunların takipçi sayıları bir milyon. Şikâyet sayıları çok arttığında Twitter bunu “spam” olarak algılıyor. Bizim hesabımızı böyle kapattılar.
Son dönemde yaptığımız girişimler neticesinde Twitter yetkililerine ulaştık ve hesabımızı tekrar açtırmayı başardık.
Bu geri göndermeler, sınır dışı etmeler çok tartışılıyor. İstanbul’un çeşitli yerlerinde kötü görüntüler ortaya çıktı. Burada insani, vicdani, hak temelli bir politika nasıl olmalı sizce?
Planlama çok önemli. Yapacağımız çalışmalarda mutlaka yereldeki dinamiklerin, bu alanda çalışan STK’ların, akademisyenlerin de dinlenerek karar alınmasının daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Bu kadar kısa sürede geri gönderme meselesinin çok ciddi olumsuz yansımaları olacaktır. Bu tarz durumların çok iyi düşünülerek, ilgili aktörlerle de bir planlama içerisinde yapılması gerekiyor. Etkilenecek olan mültecileri mağdur etmeyecek bir düzenleme ancak böyle yapılabilir.
Şu an gördüğümüz, alınan alelacele bir karar. Sahada çalışan insanlarla konuşularak daha etkin bir planlama olursa, süreç daha sıkıntısız ve problemsiz geçilebilir. Bu sıkıntılar aşılabilir.
Şu anda Türkiye önemli bir sınav veriyor. Türkiye ulusal anlamda açık kapı politikasıyla iyi başlayan, toplumsal kabul anlamında da başarı sağlayan bir durumdaydı. Ancak sonradan Türkiye içerisindeki özellikle nefret dalgasının aşırı yaygınlaştırılmaya başlanması ve bununla ilgili siyasi hedefleri olan grupların da bunları ateşlemesi nedeniyle son dönemde Türkiye’yi zor durumda bırakacak gelişmeler yaşanıyor.
Bizim bakışımız meselenin her daim hak temelli ele alınması yönünde. Sonuçta karşımızdaki bir insan. Bir insanın evrensel anlamdaki temel hak ve özgürlüklerini baz alacak yaklaşımları yaygınlaştırmamız gerekiyor. Tüm kurumlarda, sivil toplumda, üniversitelerde, bu alanda faaliyet gösteren ve etkileyen yerlerde böyle olması gerekli.