Suriyeli siyasetçi ve doktor Halid Hoca ile Türkiye’deki göçmenlerin durumunu konuştuk.
“Hepimiz Göçmeniz – Irkçılığa Hayır” kampanyası olarak göçmenlerle ilgili röportajlarımızı sürdürüyoruz. Geçtiğimiz hafta, bir dönem Suriye muhalefetinin çatı örgütü olan ulusal koalisyonun başkanlığını da yapmış olan Halid Hoca ile bir söyleşi yaptık.
Hoca, entegrasyon için düzenlemeler yapılması gerektiğini belirtirken, bunun tek taraflı olmayacağını, devlet kurumlarının Suriyelilerle görüşmesi ve onların görüşlerini de dikkat alması gerektiğini ifade ediyor.
Türkiye’nin göçmen politikası hep düzensiz-plansız gitti. Bugün ise “acil” bir durum olduğu iddia edilerek geri gönderme gibi çözümler uygulanıyor. Diğer yandan Suriyelilerin, Türkiyelilerden daha avantajlı durumda olduklarına dair yalanlar medyada işleniyor. Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Mülteci krizine değinecek olursak, ilk gelen dalga İdlip’te rejimin saldırısı sonucu, Reyhanlı’nın karşısındaki bir bölgeden başladı. O zaman rejim baya ağır silah kullanarak sivil halkın üzerine yürüdü ve Türkiye kapıları açmak zorunda kaldı. Bu saldırılar devam ettikçe mülteci dalgaları da arttı. AFAD ve Kızılay gibi devlet kurumları çalıştı faal olarak, sivil toplum kuruluşları da çok ciddi bir çaba gösterdiler. Maalesef devlet kurumlarıyla STK’lar arasında ciddi bir koordinasyon kurulamadı. Bu açık kapı politikası bir süre daha devam ettikten sonra birden kapılar yeniden kapandı, jandarmalar yerleştirildi ve kimse geçemez oldu.
Gelenlerin arasında farklı amaçları olanlar da vardı. Rejimin yolladıkları veya birtakım devletlerin ajanları. Ancak bunlar azınlıktı. Gelen mültecilerin çoğu gerçekten de güvenlik kaygısı taşıyan insanlardı. Savaş şu an devam ediyor maalesef. Güvenlik sorunu çözülünce çoğu geri dönecek. Bunlar da zaten geçici barınma izniyle burada kalıyorlar, bu işin sürekliliği yok.
Sorun da zaten bu “misafirlik”, “geçici” olarak kalacaklar bakışından kaynaklanıyor sanki. Bu yüzden uzun vadeli bir plan yapılamadı.
O sorun da var. Bir büyük sıkıntı, gelen Suriyelilerin önemlice bir kısmı esnaf, iş insanı, bunlar için bir düzenleme yapılamamış olması. Fatih’te, Esenyurt’ta ve birçok merkezi bölgede esnaflık yapan Suriyeliler var. Bunlarla ben de görüşüyorum. Çalışma ve ekonomi hayatına katkıda bulunmalarını sağlayacak düzenlemeler istiyorlar.
Şu kesin ki devlet tarafından bir ayrıcalık yapılmıyor. Üniversiteler konusunda, bir yabancıya ne kadar hak tanınıyorsa, Suriyeliye de o kadar tanınıyor. Gelen yardımlar, Avrupa ve BM fonları, ne kadarsa o kadar veriliyor kamptakilere. Zaten kampın dışındakilere verilmiyor. Dışarıdakiler çiftçiyse çiftçilik, işçiyse işçilik yapıyor. Kendi imkanlarıyla geçiniyor. Çalışanlar, normal maaşın üçte biri kadar para alabiliyor. Bu da sıkıntı yaratıyor.
İstediğimiz, Suriyelilerin entegrasyonu için düzenlemelerin yapılması. Entegrasyon tek taraflı olmaz, diğer tarafla da görüşülerek yapılması lazım. Maalesef böyle yapılmıyor, sıkıntıların çoğu buradan kaynaklanıyor.
Entegrasyon olması için bir de statünün olması lazım. “Geçici koruma” işleri yerel idarelerin keyfine bırakıyor. Bunun yerine mültecilik statüsü olsa, Suriyelilerin de eşit bireyler olarak yaşama şansları olur.
Doğru. BM defalarca geldi ilk mülteci dalgasıyla birlikte. Türkiye doğudan gelenler için mültecilik statüsü tanımıyor. BM bu konuyu açtı ancak Türkiye buna yanaşmadı.
Peki göçmenlere yönelik ırkçı argümanlar için ne diyorsunuz?
Lübnan’da mültecilere karşı kullanılan argümanlar, Mısır’da kullanılanlar veya Doğu Avrupa’da söylenenler, ABD’de Meksikalılara karşı söylenenler birbirine benziyor. Sanki tek elden üretiliyorlar. Bu birçok yönetime yarıyor. Ekonomik krizlerin günah keçisi olarak mülteciler gösteriliyor. Dediğim gibi, argümanlar tıpatıp birbirinin aynısıdır. Bunları çürütmesi de kolaydır. Çünkü araştırdığımızda ne Lübnan’da da bir Suriyeli başkasının ekmeğine mani oluyor, ayrıcalıklı yaşıyor, ne de Türkiye’de.
BM’den gelen fonlar çok fazla el değiştirince, herkes bunu gider yazıyor. Bir çarpanla çarpılıyor. Gelen 10 milyon 30 milyon olarak kayıtlara geçiyor.
Son bir aydır özellikle büyük şehirlerde sınırdışı veya geri gönderme uygulamaları yapılıyor. Kimlik kontrollerinde keyfi uygulamalar yapılıyor. Mültecilerin çok temel, var olma ve yaşama haklarına bir saldırı. Bunu durdurmak için nasıl bir yol izlenmeli?
En büyük sorun İstanbul’da yaşanıyor. Şöyle bir şey izlenebilirdi: Önce bir PR kampanyası yapılırdı Suriyeliler arasında. Bunun ailevi durumu nedir, bekar mı yaşıyor ailesiyle mi, çalışıyor mu çalışmıyor mu, kardeşleri okuyor mu okumuyor mu. Şehir değiştirdiyse, bir ablası veya bir kardeşi burada bir okulda okuyorsa, kendisi çalışıp annesine babasına bakıyorsa durumu farklı; bekar bir çocuksa farklı olabilirdi. Bütün bunların verileri toplanıp, bir yıl gibi belirli bir süre verilip, ondan sonra tekrar bunlarla görüşülüp dengeyi bozmayacak şekilde bir mülteci dağılımı yapılırsa, devlet de bunlara SGK vs çalışma imkanlarını yaratırsa, ikamet alma süreci kolaylaştırılırsa, aracılar devreden çıkarılırsa daha farklı olabilir.
Bu süreçte maalesef Afganlar da İdlip’e gönderildi, Suriyeli sanılarak.
Biz bunları durdurmak için mücadele ediyoruz. Siz Türkiyelilerle ırkçılığa karşı birlikte mücadele perspektifine nasıl bakıyorsunuz?
Biz 1990’larda da buna tanık olduk maalesef, “ya sev ya terk et” kampanyaları. Ben İzmir’de tıp okuyordum o dönemler. Çok üzücüydü, Kürtlere karşı yapılıyordu.
Herkesin milletini sevme güdüsü olur, bir aidiyet duygusu besleyebilir, fakat o duygu başka millete/ırka/kültüre mensup olanları hakir görüyorsa dışlayıcıdır, kabul edilemez. Ben inançlı bir insanım. Kuran’da bir şey anlatılır, Adem yaratılırken İblis “Ben bundan hayırlıyım” diyor, olay öyle başlıyor. Yani bu iblisi, şeytani bir duygudur. Hiç kimse kendisini sosyoekonomik düzeyi ırkı, dini nedeniyle başkasından üstün göremez. Halbuki Anadolu felsefesi de bunu destekliyor, Hacıbektaş Veli, Mevlana felsefesi.
Bir çözüm mutlaka bulunmalı. Sadece devletle olmaz, STK’lar rol oynamalı bu süreçte. Direkt durum neyse yansıtıyor STK’lar. İşbirliği içerisinde diyalog yoluyla bu sorun çözülmeli. Türkiye’nin asıl sorunu kesinlikle mülteciler değildir.
Röportaj: Ozan Tekin