“Hepimiz Göçmeniz – Irkçılığa Hayır” kampanyası tarafından dün İstanbul’da düzenlenen toplantıda, Boğaziçi Üniversitesi’nden Hasret Saygı, doktora tezi için yürüttüğü çalışmayı aktardı.
Kampanya adına bir giriş konuşması yapan Ozan Tekin, göçmenlere yönelik son dönemdeki sınırdışı etme uygulamalarını eleştirerek, gündüz yaptıkları basın toplantısından bahsetti ve göçmenlere yönelik ayrımcılığın ve kötü muamelenin durdurulması için kitlesel bir ırkçılık karşıtı hareket inşa etmenin öneminden bahsetti.
Dr. Hasret Saygı ise 2016 yılında Kırşehir ilinde mülteci kadınlarla yerel kadınların ilişkilerini gözlemlediği ve toplamda 1,5 yıl süren saha araştırmasını aktardı.
Saygı şunları söyledi:
“Kırşehir’in nüfusu 200 bin, 20 bin de mülteci var. Mültecilerin çoğunluğu Iraklı; ayrıca Afgan, Suriyeli ve diğer mülteciler var.
Çalıştığım mahallede içlerinde annemin de olduğu bir kadın grubu vardı.40-50 yaş arası, Sünni, Türk, 10 yıldır görüşen, ilişkilerini sürdüren bir grup. Bu grup her hafta toplanıyor, altın günleri yapıyor, klasik mahalleli kadın grubu. Ben bu gruba mülteci kadınların da ayda bir defa dahil olmasını sağladım. Sohbetlerini kayıt altına aldım, bu kayıtları araştırmamda değerlendirdim.
İlişkilendiklerinde insanların nasıl bir değişim gösterdiklerini anlamaya çalıştım. Araştırma kitlesi içindeyer alan göçmenler, ağırlıklı olarak Iraklı Türkmen kadınlar. Ama mahallelinin gözünde hepsi ‘Suriyeliler’.
Mahalleli kadınlar ortalama milliyetçi, muhafazakâr görüşe sahip. Dini anlamda mültecilerle ortaklıkları olduğu hâlde çok da toleranslı değiller. Mülteci kadınlar Türkmen oldukları, Türkçe konuştukları hâlde, mahalleli tarafından çok da kabul görmediler. Arap olmaları gerektiği konusunda yoğun bir ön yargı var. Çünkü bütün mültecilerin Suriyeli ve Arap olduğuna inanılmakta. Yerel kadınların Suriyeli ve Arap olanın davranış kalıpları konusunda da ilginç ön yargıları var. Yerel kadınların, kendi inandıkları bir “Suriyeli kadın” tiplemesi var.
Çalışmamdan üç sonuç çıkardım:
Birincisi, yereldeki kadın, mülteci meselesine politik yaklaşıyor.İdeolojik kalıpları var, aksi durumlarla karşılaşsa bile kendi ideolojik kalıplarını değiştirmemekte ısrar ediyor. Karşılaştığı aykırı durumlar için en fazla “istisna” diyor. Kendi soyut ideolojisini koruyor, değişime direniyor.
İkinci konu, dil konusu. Dil bilmenin göçmenler açısından yerel halk ile iletişim için önemli olduğuna inanılır. Ama bu çalışmadaki mülteciler Iraklı Türkmenler, Türkçe biliyorlar. Ama yine de yerel halk mülteciler konusundaki ön yargılarını değiştirmiyor. Mesele aslında dil bilmek değil. Mesele şu: Şayet toplumun meşru bir üyesi değilseniz, sizinle iletişim kurulmuyor. Tek tek bireylerin dil öğrenmesi ile göçmenler ve yerel toplumun iletişim kurma sorunu çözülmüş olmuyor. Meseleye daha kapsamlı yaklaşımlar gerekli.
Üçüncü olarak Suriyeli mültecilerin, özellikle kadınların geçirdiği bir toplumsal dönüşüm var. Yerel kadınlar sürekli mülteci kadınları bastırmaya, baskı altında tutmaya çalışıyor. Yerel kadınlar bunu yaparken çok rahat yapıyorlar, dini ve ahlaki kılıf uyduruyorlar. Yerel kadınlar sürekli mülteci kadınların giyimleri, makyajları vs. ile uğraşıyorlar.
Gerçekliği belirsiz dedikodu ve hikayeler
Genç Iraklı kadınlar biraz daha modaya dikkat ediyorlar, yerel genç kızlar gibi pantolon üzeri tunik benzeri giysiler giyiyorlar. Bunuyaşlı Iraklı kadınlar da eleştiriyorlar, ‘Türkleşmeye başladın’ diyorlar. Iraklı yaşlı kadınlar Türkleşmeyi Avrupalılaşmak, rahatlamak olarak görüyorlar. Özellikle pantolon giymeyi çok eleştiriyorlar.
Mülteci kadınlar bu pantolon örneğinde olduğu gibi, belli toplumsal riskleri göze alıp kendi kararlarını vermeye başlıyorlar. Göçmenlik, kadınları özgürleştirme konusunda yararlı sonuçlar da doğurabiliyor.
Mülteci kadınlarla ilgili mahallede pek çok dedikodu ve hikaye var. Kim demiş belli değil, ama anlatanlar için gerçek sayılıyor. Bu öyküler mültecilere olan düşmanlığı körüklüyor. Yerel kadınlar cinsiyetçi öykülerle mülteci kadınları aşağılıyor.Yerel kadınlar, cinsiyetsiz, baskı altında tutulan bir mülteci kadın profilinden yana.
Araştırmamda vardığım sonuç şu: Toplumsal kaynaşma, geleneksel kimlikler üzerinden sağlanabilir bir husus değil. Dini, etnik kimlik benzerlikleri bile işe yaramıyor. Türkmenler Arap olmakla suçlanıyor, Türkçe konuşmaları kabullenilmiyor, Sünni Müslüman olmaları işe yaramıyor.
Din kardeşliği, etnik kardeşlik her zaman işe yaramıyor. Araştırma grubumdaki kadınlar birlikte Kuran okudular, dua ettiler, kısa vadeli ortaklaşmaları oldu. Iraklı Türkmenler Arapça bildikleri için yerel kadınlara Kuran okuma konusunda önerilerde bulundular, yerel kadınların bazı hatalarını düzelttiler. Bu da onlara prestij kazandırdı. Ama bu ortaklıklar çok kısa zamanda ortadan kaybolabildi.
Yerel kadınlar Kuran okurken çok hoşlarına giden Arapçayı sokakta duyduklarında tepki gösteriyorlar, hemen ‘Burası Türkiye’ demeye başlıyorlar.
Bu nedenle ortaklaşma çabaları yerine farklılıklarımıza rağmen bir ortak yaşam inşa etmeye çalışmalıyız, ortak değerler üretmeliyizdiye düşünüyorum.”
Toplantı daha sonra salondan gelen soru ve katkılarla devam etti. Burada yapılan konuşmalarda da göçmenlerin son dönemde yaşadıkları uygulamalar nedeniyle duydukları korkudan bahsedildi ve toplumsa onlara güven verecek kitlesel bir sesin inşa edilmesinin öneminden bahsedildi.