Nobel ödüllü romancı Orhan Pamuk, 31 Mart - 23 Haziran seçimleri ve Türkiye'deki otoriterleşme üzerine konuştu.
T24'ten Murat Sabuncu'nun sorularına yanıt veren Orhan Pamuk, "31 Mart ile 23 Haziran arasında geçen süre, Türkiye siyasi tiyatrosunda gördüğüm en çirkin, en berbat, en karanlık dönemlerden biri" dedi.
Röportajdan bazı bölümler:
"İki seçim arasında sizi en çok rahatsız eden şey neydi?
Orhan Pamuk: Yukarısı korkusundan dili tutulan Çehov hikâyesine layık memur yargıçlar.
Seçim sonucunu ilan edemeyen bir devlet. Zaten vatandaş İstanbul seçimini İmamoğlu'nun kazandığını bu memurların 11 saat dut yemiş bülbül gibi susmalarından anladı. Bu birinci çirkinlik idi. Sonra yüksek yerden "Biz bu sonucu beğenmedik, bu mundar olmuş seçim yenilensin" demeler başladı. Bu emrin en yukarı yerden geldiği söylentilerine karşı AKP'nin daha çok bilge yöneticileri, bunun geri tepebileceğini fısıldıyorlardı, ama bunu kuvvetle seslendirebilecek bir babayiğit etrafta yoktu. Büyükçekmece gibi, vatandaşın 'ne yazık ki istenmeyen bir şekilde oy verdiği yerlere' polis yollanması, vatandaşın korkutulup, taciz edilmesi de ölçünün kalmadığını gösteriyordu. Kılıçdaroğlu'na saldırılması, herkesin gazetelerde gördüğü o korkunç yumruk fotoğrafı korkutucuydu. İktidar da bu korkuyu oya çevirmeye çalışıyordu. 'Bize muhalefet edersen, oy vermezsen böyle olur, kimse de bir şey yapmaz, istersek daha kötüsünü yaparız' havasıyla seçimi kazanmak istediler. Oysa anketçiler onlara vatandaşın yumruk değil, gülümseme ve yumuşama istediğini, İmamoğlu'nun böyle yaparak oy oranını yükselttiğini sürekli söylüyordu. Ama "beka" söylemi yaydan çıkmıştı bir kere. Ayrıca bu öfkeli, otoriter, zart zurt söylem, yaklaşık 20 yıldır iktidarda olanların kibrine, iktidar sarhoşluğuna, daha uygundu; ağız alışkanlıkları sayesinde daha kolaydı. İmamoğlu'na yapılan "Sen kimsin ya?" havası da böyle kibirli, küçümseyici bir şeydi. En sıradan gazeteciden en tepedekine herkes bu havadaydı...
Öte yandan seçim iptal edilince "Bir bildikleri vardır, bir şeyler çevirir seçimi bu sefer de kazanırlar" diye bazen düşünüyordum. Şimdi anlıyoruz ki bir bildikleri filan yokmuş. Yanlış bilgi ve hayallerle tek itibar kaynakları olan sandık demokrasisine seçim kaynatmak gibi bir leke sürdüler. Yüksek Seçim Kurulu'nun itibarını da geri dönüşsüz bir şekilde düşürdüler. Bu son seçim Türkiye'nin söylenenin aksine bir diktatörlük olmadığını, ne mutlu ki dünyaya gösterdi. Ama iki seçim arasındaki iktidar davranışı bizi bilerek - bilmeyerek az daha oraya götürüyordu."
"Normal, gerçek bir demokrasiye gidiş nasıl olur?
Orhan Pamuk: Her şeyden önce hapishanelerin boşalması, Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Osman Kavala ve onlar gibi yüzlercesi, binlercesinin özgürlüklerine kavuşması lazım. Bu iktidar ve toplum beş yıl önce bu kişilere saygı duyuyor, onları dinliyordu. Şimdi çeşitli bahanelerle, hukuk da çiğnenerek hâlâ içeride tutulmaları doğru değil. Toplumun sağlığı açısından da doğru değil. Ülkenin önde gelen romancılarından, gazetecilerden birinin hapiste olduğunu bilerek yaşar, bu çok olağan bir şeymiş gibi davranırsanız biraz sonra siz de zehirlenmeye başlarsınız. Toplum uzun zamandır bu tür zehire alıştırılıyor.
Şu olup bitenleri, onca yalanı "Seçimi kazansan bile seni o koltuğa oturtmayız tamam mı" söylemlerini doğal karşılayan, bunu en azından ayıplayamayan bir toplum olmamalıyız. Bütün bu iklimde çok yerli bir mizah havası da var. Ama düşünce özgürlüğü olmadığı için etkileyici, yerel bir mizah da olmuyor, gülüp rahatlayamıyoruz. Düşünce özgürlüğünde dünyanın en kötü ülkelerinden biriyiz. Ve baskının sonucu bu sessizlik de zehirliyor bizi. Onca insan sırf düşüncelerinden dolayı hapisteyken susup oturunca da zehirleniyoruz."
"Son sorum umut üzerine. Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Böyle zamanlarda insanlarda umutlar azalıyor. Geleceğe dair nasıl bir umut besliyorsunuz?
Orhan Pamuk: Bu konuyu çok düşünüyorum. Hem yaşadığım için, hem de yazdığım romanın içinde düşündüğüm, hayal ettiğim için. Yazdığım romana da uygun bir konu umut. Romanımda veba geliyor. 1897'de Çin'den Hindistan'dan gelen bir veba var. Bir adadayız. Gerçekten durum karanlık. Ama durumun yalnız karanlığını görürseniz hiçbir şey yapmak gelmiyor içinizden. Zaman zaman insan kendine bir umut yaratmak için bir küçük ışık icat ediyor. İmamoğlu bu küçük ışıklardan bir alev oldu. Ama öte yandan İmamoğlu'nun başarısından olduğundan fazla iyimserlik çıkarmayalım bu bir tembelliğe her şey iyi işte demeye doğru götürebilir bizi."
Röportajın tamamına buradan ulaşabilirsiniz