“Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır” kampanyasının yürütücülerinden Ozan Tekin, İstanbul adaylarının mülteci sorununa dair politikalarının yetersiz olduğunu belirterek, “Göçmenlerin entegrasyonunu sağlayacak sosyal politikaların hayata geçirilmesi şart” dedi.
Mültecilerin en fazla göç ettiği kentlerin başında gelen İstanbul, 14- 24 Haziran Göç Haftası’nı, Suriyelilere karşı ötekileştirici ve nefret söylemleriyle karşılıyor. Siyasi iktidarın mültecilerle ilgili sorunları çözemezken, yurttaşlar yenilenecek İstanbul seçiminde adaylardan bu konuda çözüm bekliyor.
“Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır” kampanyasının yürütücülerinden Ozan Tekin, Türkiye’nin göç politikasını ve İstanbul adaylarının konuya dair projelerini, Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
Suriye’de yaşanan iç savaş ortamı nedeniyle 2011 ile 2015 yılları arasında uygulanan “açık kapı” politikasını doğru bulduğunu ifade eden Tekin, 2015 sonlarından itibaren sınırın iki tarafının da kapatılmasını, AB’yle geri kabul anlaşmasının imzalanmasını ve Suriye sınırına duvar dikilmesini yanlış olduğunu söyledi.
Suriyelilere bakışın “haklar” etrafında değil de “hayırseverlik” olarak ele alınmasının çok sorunlu bir yaklaşımın olduğunun altını çizen Tekin, “Göçmenlerden sürekli olarak ‘misafirlerimiz’ olarak bahsedilerek bir gün geri gönderilecekleri iması yapılıyor. Sığınmacıların hayatta kalmaları ise hükümete yakın STK’lerin faaliyetlerinin kaderine indirgenmiş durumda” dedi.
'Mültecilik statüsü tanınması gerekir'
Üretilecek politikaların insan odaklı olabilmesi için öncelikle mültecilik statüsünün tanınması gerektiğini vurgulayan Tekin, bununla birlikte sağlık, barınma, eğitim ve çalışma hayatına katılım gibi alanlarda da radikal iyileştirmelerin yapılması gerektiğini belirtti. Tekin, “Tüm bunlar, 4 milyona yakın Suriyelinin bir gün aniden geri gönderileceği beklentisiyle değil, epeyce bir kısmının burada kalacakları ön görüsüyle, Suriyelilerin topluma sağlıklı bir şekilde entegrasyonu hedeflenerek gerçekleştirilebilir” dedi.
‘Belirsiz öngörüler nefreti yaygınlaştırır’
Türkiye ana akım siyaseti ve kimi çevreler tarafından göçmenlerden kaynaklı güvenlik sorunlarının artacağı, vatandaşlar ve göçmenler arasındaki gerginliklerin ve çatışmaların tırmanacağı, göçmenlerin yasa dışı sektörlere dağılarak mafyalaşma ve ekonomik sorunlara yol açacağı gibi yorumlar için Tekin, “Nefretin yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktan başka bir anlam ifade etmiyor” dedi.
Suriyelilerin suça karışma oranlarının, nüfusa oranlarına göre oldukça düşük olduğunu kaydeden Tekin, şöyle devam etti: “Bunun yanı sıra maalesef medyadaki yalan haberler, hurafelerin gerçek zannedilmesinde büyük rol oynuyor. Birçok STK ve internet sitesi bu konuda çalışmalar yapıyorlar. Ancak daha geçen gün, bir gazetenin internet sitesinde, bir cinayet olayının faili başlıkta ‘Suriyeliler’ olarak veriliyordu. Haberin içinde katil zanlısının Özbek vatandaşı olduğu yazıyor. Üstelik haberde, Bursa’da bir Suriyeli gencin ‘Kafa keseceğiz’ dediği iddiasına yer vermişler. Bu iddia sosyal medyada çürütülmüştü.”
‘Irkçı nefret dalgası yayılıyor’
Sığınmacıların ekonomik olarak zayıf ve ağır sömürü koşullarında çalıştırılıp insanlık dışı ücretler verildiğini, aynı zamanda sosyal alanda ırkçılık ve dışlanmayla karşı karşıya kaldığını sözlerine ekleyen Tekin, toplumun en dezavantajlı kesimlerinden birini oluşturduğunu ifade etti. Böylesi ağır koşullara rağmen suça daha az meyilli olduğunu dile getiren Tekin, “Çünkü suç işlemeseler dahi işlemişler gibi bir algı yaratılıp ırkçı nefret dalgaları yayılıyor” diye belirtti.
‘Göçmenlere statü ve hak’
Tekin, yeni bir göç politikasının uygulanmaması halinde, Türkiye’nin ne gibi durumlarla karşı karşıya kalacağı ve sürdürülebilir göçmen politikasının nasıl oluşturulabileceğine dikkat çekerek, şunları ifade etti: “İdlib’teki insani kriz derinleşme eğiliminde. Dolayısıyla Türkiye sınırları kapatmakta ısrarcı olursa, buradan kaçmaya çalışan yüz binlerce kişi sınıra yığılabilir, sıkışıp kalabilirler. Türkiye’de göçmenler statü ve hak elde edemedikleri sürece, ırkçılar onları hedef gösterebilecekleri cesareti kendilerinde buluyor, onların bu topraklarda bulunma hakkı olmadığını söyleyerek saldırıya geçiyorlar. Oysa göçmenlerin varlıkları ve Türkiye’de bulunmaları, milliyetçi ve ırkçı güçlerle pazarlık edeceğimiz, onların insafına kalacağımız şeyler değil. Bunlar insan olmaktan kaynaklı haklar. Türkiye hem BM Mülteci Sözleşmesi’nin hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin imzacısı. Bu beyannamenin 14. maddesine göre, ‘herkesin, baskı ve kıyıcılık karsısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkeler tarafından sığınık olarak kabul edilmesi hakkı vardır’. Türkiye’de yeni bir göç politikası dahilinde iyileştirmeler yapılırken, bir yandan da ırkçı nefrete ve linç girişimlerine cezasızlık politikası terk edilmelidir.”
‘Nefrete karşı dayanışmanın önemini vurgulayacağız’
14-24 Haziran Göç Haftası’na ilişkin yapacakları etkinlikleri ve bu etkinliklerde, var olan sorunlara ilişkin mesajlarının olacağına sözlerine ekleyen Tekin, şöyle devam etti: “Biz ‘Hepimiz Göçmeniz – Irkçılığa Hayır’ kampanyası olarak, 20 Haziran BM Uluslararası Mülteciler Günü’nde İstanbul’da saat 19:00’da Odakule’de ‘Mülteci bile olamayanlar’ başlıklı bir basın açıklaması yapacağız. Ardından 19:30’da Anzavur Pasajı’ndaki Sahne 59’da Eşik filminin gösterimini gerçekleştirip ardından yönetmen Dilek Gül’le bir söyleşi yapacağız. Ayrıca kampanyamızın Tekirdağ ayağı da sokakta bir basın açıklaması yapacak. ‘Mülteci bile olamayanlar’ derken, Türkiye’ye sığınan, ancak sadece Batı ülkelerinden gelenleri mülteci kabul etmemiz sebebiyle mülteci statüsünü elde edemeyenlerin dertlerine ilişkin mesajlar vereceğiz. Yani göçmenlerin mülteci statülerinin tanınmasını isteyeceğiz. Sınırların açılmasını talep edeceğiz. İnsanca bir yaşam herkesin hakkıdır, bunun göçmenlere de tanınması gerekir. Sahil yasakları gibi ırkçı uygulamalara karşı sesimizi yükseltecek, nefrete karşı dayanışmanın önemini vurgulayacağız.”
İki adaya da eleştiri
Tekin, İstanbul seçimde adayların Suriyelilerin varlığını ve temel haklarını hedef alacak şekilde bir kampanya yürütmemelerini talep ettiklerini hatırlatarak, mültecileri plaj yasağı ve ırkçı dalganın kabul edilemeyeceğini açıklamasının önemli olduğunu söyledi. Tekin, hem Ekrem İmamoğlu hem de Binali Yıldırım’ın mültecilerin hayatlarını iyileştirecek ve topluma uyumlarını sağlayacak politikalar konusunda yetersiz olduğunu söyledi.
‘Masa'nın faaliyeti net değil’
İmamoğlu’nun göçmenlerle ilgili “masa kuracağız” ifadelerine değinen Tekin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mültecilerle ilgili ‘masa’ kurmaktan bahsedildi ama bunun hangi yönde faaliyet göstereceği netçe belirtilmedi. Oysa göçmenlerin yakıcı sorunları var. ‘Geçici koruma’ statüsü bazı haklar sağlasa da bunlar oldukça yetersiz. Eğitim, barınma, sağlık gibi alanlarda Suriyelilerin daha iyi bir yaşam sürmesini sağlayacak reformlar yapılmalı. Böyle şeyler konuşulmadı.”
‘Misafirlik vurgusu olumsuz’
Tekin, Yıldırım’ın da göçmenler için “misafirlik” vurgusu ve ısrarla Suriyelileri geri göndereceklerini söylemesinin son derece olumsuz olduğunu belirten Tekin, sözlerini şöyle tamamladı: “Benzer şekilde İmamoğlu da ‘halktan gelen şikâyetler’ bağlamında, Suriyeliler sebebiyle Türkiye yurttaşlarının işlerinin elinden alındığını söyledi. Suriyelilerin resmi statülerinin iyileştirilmesi ve çalışma hayatına eşit haklarla katılmaları sağlanırsa, ucuz işgücü olarak görülüp patronlar tarafından insanlık dışı koşullarda çalıştırılmalarıyla yaşanan sömürü ve mağduriyetin önüne geçilebilir. Geri gönderme meselesi ise maalesef ırkçı argümanların ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Suriyelileri ‘gönderme’ odaklı bir politika gerçekçilikten uzak; en temel insani değerlerin çiğnenmesi ve Türkiye’de doğmuş on binlerce çocuğun görmezden gelinmesi anlamına geliyor. Savaş biterse dileyen Suriyeliler geri dönebilirler, ancak kalmak isteyenlerin kesinlikle zorla gönderilmemesi gerekir. Bunun yapılabilmesi için de göçmenlerin entegrasyonunu sağlayacak sosyal politikaların hayata geçirilmesi şart.”
MA / İrfan Tuncçelik
(Mezopotamya Ajansı)