DSİP tarafından İstanbul'da düzenlenen Marksizm 2019, 12 Mayıs Pazar günü mücadele ve örgütlenme kararlılığıyla sona erdi.
Oldukça yoğun katılımlı ve coşkulu geçen Marksizm 2019'un son gününde ilk toplantıda "“Ötekileştirilenlerin” hikayesi: Cumhuriyet’in azınlık politikaları" konuşuldu.
Sunumlardan öne çıkanlar şöyleydi:
Sinan Laçiner: "Müslüman ve Türk bir milli burjuvazi yaratmak için Rum ve Ermeni malları Müslüman Türklere dağıtıldı"
Azınlıklar hem fiziken yok edildi hem de görünmez kılındı. Bu, tarih boyunca inişli çıkışlı devam etti. Türkiye için konuştuğumuzda azınlık olarak Lozan’da tanımlanan Müslüman olmayan azınlıklardan bahsediyorum. Yoksa aslında Türkiye’de Müslüman azınlıklar da var, mesela Aleviler var.
Cumhuriyeti kuran kadrolar, 1923 yılını milat olarak alır. Oysa yeni rejimin bütün kadroları Osmanlı subayları, Osmanlı devlet yöneticileridir, fikirleri Osmanlı sisteminde olgunlaşmıştır. Osmanlı’nın son döneminde tasfiye olan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda en fazla rol alan kadrolardır. Celal Bayar her zaman İttihatçılığı ile övünür.
Türk ulus devletinin temellerinin atılması, Türk kimliğinin oluşturulması asıl olarak 1912-1922 yılları arasında gerçekleşti. Bu dönemde Rum kaçırtması ve Ermeni tehciri yapıldı. 1923 ile birlikte Türk milliyetçiliğinin gelişme dönemi başladı. Atatürk’ün 1923 yılında Adana Türk Ocağı'nda yaptığı konuşma, Türk milliyetçiliği döneminin başladığına dair ilk işaret fişeğidir.
Türk kimliğinin oluşturulmasında Müslümanlığın önemli bir yeri vardır, Müslüman olmayan Türk olamaz anlayışı hakimdi. Mübadele sırasında Ortodoks Hristiyanlar ile Müslümanların yer değiştirildiği yazılıdır, yoksa Rumlarla Türklerin değil. Bu doğrultuda Konya’daki Hristiyan Türkler de Yunanistan’a gönderilmiştir.
1912’de başlayan Anadolu’nun Türkleştirilmesi çalışmaları sonucu, o tarihlerde yüzde 20 olan Müslüman olmayan nüfus, 1924’e gelindiğinde yüzde 3’e kadar indirildi. Ama devlet yöneticileri, bu yüzde 3 nüfusu da yok etmek için çeşitli yöntemler uygulamaya devam ettiler. Bugün bu Müslüman olmayan nüfus binde 1,5.
Müslüman ve Türk bir milli burjuvazi yaratma çabaları doğrultusunda, mübadele edilen veya tehcir edilen Rum ve Ermenilerin malları Müslüman Türklere dağıtıldı. Çeşitli iş alanları eczacılık, doktorluk, avukatlık, devlet memurluğu, subaylık vb. Müslüman olmayan kişilere yasaklandı. Askeri öğrenci olmak için Türk ırkından olma şartı getirildi. 1929 Ermeni göçü, 1934 Trakya Yahudi pogromu, 1942 Varlık vergisi uygulaması, 1955 6-7 Eylül olayları, 1964 Kıbrıs olayları vb. sonucu Müslüman olmayan nüfus sürekli göçe zorlandı.
Azınlık okullarına yönelik baskılar arttı, “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları düzenlendi. Yer adları sürekli değiştirildi, soyadı kanunu ile Müslüman olmayanların mevcut soyisimlerini kullanmaları engellendi.
Foti Benlisoy: "Kamp Armen direnişi azınlıkların hak mücadelelerine girmeleri anlamında çok değerlidir"
Türk kimliği 1912-1922 yılları arasında oluştu, Müslümanlık bu kimliğin temelidir, gayrimüslimler ancak yasal anlamda Türk sayılır. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in söylemi Türklük değil, Müslümanlık esasına dayanır. 1930’lardaki kısa bir dönem hariç, Türk milliyetçiliği ile Müslümanlık iç içe geçmiştir.
Sayısal olarak Türkiye’de binde 2’lik Müslüman olmayan nüfusun sorunları çok da önemli görülmeyebilir, ama azınlık meselesi siyaseten günceldir. Mesela 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin hızla batı blokuna girmesi, Sovyetler Birliği içinde yer alan Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti'nin Ermeni meselesini tekrar gündem yapması yüzündendir. Bir ülkede ırkçılığın gelişmesi ile azınlıkların sayısının doğrudan ilgisi yoktur. Mesela Avusturya’da çok fazla göçmen olmadığı hâlde ırkçılık epeyce gelişkindir.
Azınlıklara yönelik büyük olayları biliriz, tehciri, mübadeleyi biliriz. Azınlıklarla ilgili bir de küçük, bilmediğimiz olaylar vardır. Mesela medeni kanun çıktığında azınlıklara bu zorla kabul ettirilmiş, azınlıklar Lozan’da elde ettikleri cemaat haklarından vazgeçmişlerdir. Azınlıklar pek çok sorunu devletle gizli pazarlıklar yaparak çözmeye çalışırlar, hak mücadelesine nadiren girişirler. Kamp Armen direnişi bu anlamda çok önemlidir.
Azınlıkların 1912-1922 arasında yok edilme sürecinde, sosyalist hareket de yok edildi. Bu konu yeni yeni araştırma konusu oluyor.
Özden Dönmez: "Türkiye sosyalistleri, Ermeni ve Rumlara yapılan katliamlar için çok geç tavır aldı"
Adana’da 1909 Nisan ayında Ermenilere yönelik bir katliam yapıldı. Katliamın sorumluları devlet yöneticileri ile iç içe olan kişilerdi. Bu katliamda 30 bin kişi öldürüldü. El konulan malların bir kısmı daha sonra Türkiye’nin meşhur holdinglerinden birisinin ilk sermaye birikimini oluşturdu.
Ermeni tehciri sırasında bazı Ermeni çocuklara el konuldu, mallara el konuldu, bu konuda bizzat İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın telgrafları vardır.
Almanya Başbakanı, Yahudi soykırımı için diz çökerek özür diledi. Türkiye sosyalistleri Ermeni ve Rumlara yapılan katliamlar için çok geç tavır aldı. Özellikle devlet, el konulan malların nasıl dağıtıldığı ile ilgili arşivleri hiçbir zaman açmadı.
İktidarın güç merkezleri: Siyasal kutuplaşma
İkinci oturumda DSİP'ten Yıldız Önen ve eski İstanbul milletvekili Ufuk Uras'ın sunumlarıyla siyasal kutuplaşma konuşuldu.
Tartışmadan notlar şöyleydi:
Yıldız Önen: "İşçi patron kutuplaşması gerçek kutuplaşmadır, bizim de tarafımız işçi sınıfıdır"
Siyasette parti kimliği önde. Kutuplaşmayı özellikle parti kimlikleri belirliyor. Tüm AKP’lilerin veya tüm CHP’lilerin benzer davranması bekleniyor. Aksi davranan hain ilan ediliyor. Türkiye’de üçlü kutuplaşma var: Laik CHP, İYİP; dindar AKP, MHP; Kürt kimliğini savunan HDP.
Seçim sonuçları bu kutuplaşmanın devam ettiğini sürekli gösteriyor. Türkiye haritası kutuplaşmanın coğrafi olarak da yerleştiğini gösteriyor. Kıyılar CHP ve İYİP, orta ve kuzey Anadolu AKP-MHP, Güneydoğu HDP.
Kadın mücadelesi, işçi mücadelesi vb. seçim dışındaki bazı mücadele alanlarında bu kutuplaşmalar geriye itilebiliyor. Mesela 8 Mart Kadınlar Günü eylemine tüm taraflardan kadınlar katılıyor. Hak arayan işçilerde de durum böyle. Siyasi partiler tarafından dayatılan yapay kutuplaşmadan kurtulmalıyız. İşçi patron kutuplaşması gerçek kutuplaşmadır. Bizim de tarafımız işçi sınıfıdır.
Ufuk Uras: "Irkçılığa, neoliberalizme karşı çıkmaya devam edeceğiz"
AKP-MHP ittifakına karşı “yetmez ama evet” taktiği ile yanyana gelmeliyiz. YSK-Parti devleti modeline karşı mücadele etmeliyiz. Seçimlere katılmayan 400 bin AKP’li, 200 bin HDP’li olduğu tahmin ediliyor. Bu seçmenin oyunu alabilmek için CHP daha kapsayıcı olmak zorunda. Ama CHP, Abdullah Öcalan’ın mektubu konusunda Bahçeli kadar bile olumlu tavır alamadı. Minimalist politika anlamında oyumuzu CHP’ye vereceğiz, ama maksimalist politik hat olarak ırkçılığa, neoliberalizme karşı çıkmaya devam edeceğiz.
Salondan katkılar
- AKP-MHP cephesi ile CHP-İYİP cephesinin pek çok konuda antidemokratik tutumları var. YSK’nın haksızlığına karşı oyumuzu İmamoğlu’na vereceğiz. Ama antikapitalist bir odak oluşturma çabalarımıza devam edeceğiz.
- Siyasal kutuplaşma, eylemlerin içinde de etkili oluyor. Mesela Gezi’de bu siyasal kutuplaşma şöyleydi: AKP-MHP cephesi hiç katılmadı. Ulusacılar HDP’lilere saldırmaya çalıştı, bizler sürekli arada tampon oluşturmaya çalıştık.
- Kutuplaşma doğru olduğunda, yani ezenler ve ezilenler, faşistler ve demokratlar vb. faydalıdır. Halbuki bugün üç kutuptan iki büyük kutbun ikisinde de antidemokratik eğilimler var.
- Hem AKP’de hem CHP’de göçmen düşmanı olmayan, daha demokrat bir kesim var, bunları yanımıza çekmeliyiz.
Antikapitalist alternatifi örgütleyelim!
Marksizm 2019'un kapanış oturumunda, Meltem Oral, katılıma ilişkin istatistikleri vererek, etkinliğin örgütlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür etti ve DSİP'e üye olanlara "hoşgeldiniz" dedi.
Toplantıda Şenol Karakaş ve Canan Şahin de kısa birer sunum yaptılar ve önümüzdeki dönemde antikapitalist bir alternatifi büyütmenin gerekliliğinden bahsettiler.
Marksizm 2019, Deniz Güngören'in Enternasyonal yorumunun çalınması ve hatıra fotoğrafıyla sona erdi.