Marksizm 2019 toplantılarında Alex Callinicos, "Zombi kapitalizm: Marksist bir analiz" başlıklı bir sunum yaptı.
Cumartesi gününün son oturumundaki toplantıda Alex Callinicos şunları söyledi:
Kapital bugün 1860’lı yıllara göre daha da geçerli. Çünkü sermayenin her tarafa girmiş olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bazen "Marx çeşitli şeyleri öngöremedi" denilir. Gerçekte kitabının son derece öngörücü özellikleri vardır. Çünkü sistemin mantığını kavramış ve sonraki gelişmeleri öngörmüştür.
Marx’ın Kapital’i kapitalizme küfür eden bir kitap değildir. Bilakis son derece üretken bir sistem oduğu için kapitalizmi adeta kutsar. Ancak kapitalizm çok keskin iç ve dış sınırlara sahiptir. Bu akşam bu iç ve dış sınırları ele almak ve nasıl işlediklerini incelemek istiyorum. Bu sınırlar kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Marx’a göre kapitalizmin iki belirleyici ayrımı vardır:
1. Sermaye ile ücretli emek arasındaki ayrım. İşçiler emek güçleri dışında hiçbir şeye sahip değildir. İşçiler üretim araçlarına sahip değildir ve bu durum çelişkilere yol açar. Çünkü işçilerin karşısında kolektif olarak üretim araçlarına sahip olan kapitalistler vardır ve işçiler yaşamak için kapitalistlerle pazarlık masasına oturur. İşçi emek gücünü kapitaliste satmak zorundadır. İşçi sadece kendi emeğini kontrol edebildiği için, bu pazarlıkta kapitalist daha güçlüdür. İşçi yaşamını sürdürebilmek için dezavantajlı bir durumda emek gücünü satmak ve dolayısıyla sömürülmek zorundadır. Kapitalist için kâr üretir ve bu sömürüdür. Marx’ın temel iddiası, kapitalizmin yakıtını oluşturan kârların işçilerin sömürüsünden geldiğidir. Yani bu, şu anlama gelir: Sömürenle sömürülen arasındaki çatışma, kapitalizmin içsel özelliğidir.
2 İkinci ayrım kapitalistlerin kendi aralarındaki ayrımlardır. Kapitalistler birleşik ve kendi aralarında entegre bir bütünlük değildirler. Marx’ın deyimiyle birbirlerine düşman kardeşler çetesidirler. Kâr bölüşümünde kendi aralarında çatışırlar. Rakip kapitalitler birbirleriyle kavga eder. Rekabet, kapitalizmin lokomotifidir. Rekabet bütün kapitalistleri birikim yapmaya zorlar. Her kapitalist varlığını devam ettirmek için yatırım yapmak ve maliyetleri düşürmek zorundadır. Bunu yapmayan kapitalist, diğerleriyle rekabet edemediği için iflas etme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kapitalizmin üretici güçleri geliştiriyor olmasının nedeni bu rekabet sürecidir.
Kapitalizm sürekli tekrar eden krizlerle karşı karşıyadır. Marx kapitalizmin büyüme ve çökme döngüsünü ilk tespit edenlerdendir. Marx bu döngünün sebeplerini ilk araştıran kişi olup, bunu kâr oranlarının düşme eğilimi olarak tespit etmiştir. Kapitalistler sürekli makinelere yatırım yapar. Robotlaşma bunun örneğidir. Bu mükemmel gibi görünür: Hem istihdam ettiğin işçi miktarını azaltır hem de üretimi artırır. Ama buradaki sorun şu, kârı oluşturan işçilerdir. Bunun sonucunda kapitalistlerin kârı düşer, daha az yatırım yaparlar ve krizler ortaya çıkar.
Rekabetçi birikim, kapitalizmin dışsal sınırlarını belirler. Bu süreç kontrol edilemezdir. Sistemin ve sürecin genel gidişini kimse kontrol edemez. Tam da bu nedenle, Marx bu konuda çok net yazmıştır, kapitalizm doğayı da imha eder. Tek tek her kapitalist doğayı imha etmekten rahatsız olmaz, çünkü faturayı diğer insanlar ödeyecektir. Örneğin 1860'larda Marx tarım kimyasallarının çevreyi nasıl imha ettiğini inceler. Kapitalizmin insanlarla doğa arasındaki metabolik ilişkiyi kırdığını yazar. Metabolizmadan kastettiği, insan ile doğa arasında insan emeği yoluyla kurulan ilişkidir. "Ama" der Marx, "kapitalizm doğayı imha ettikçe bu ilişkinin temelini ortadan kaldırmaktadır".
Bu özet, günümüze gelmeyi sağlar. 1960'ların sonlarında kapitalizm bu gün de devam etmekte olan bir krize girdi. Temel olarak bu bir kârlılık krizi. Kâr oranları kapitalistlerin güvenli bir şekilde yatırım yapmayı sürdürmeyecekleri seviyelere düşmüştür. Ama bu krizler bazı açılardan kapitalizm için faydalıdır. Çünkü krizler, krize yol açan unsurların geçici olarak çözülmesini sağlayabilir. Bunu anlayabilmek için kâr oranlarına bir daha bakmak gerekir. Kâr oranı, işçilerden toplam olarak üretilen kâr ve kapitalistlerin yatırım yaparken kullandıkları sermaye arasındaki ilişkidir. Kâr oranını artırmak için iki çözüm yöntemi vardır. Birincisi, kârları artırmak için işçilerin boğazı daha fazla sıkılır. İkinci yöntem, toplam sermayenin bir kısmını imha etmektir. Krizler bu iki yöntemin ikisini de gerçekleştirir. Kriz, işçiyle oturduğu pazarlıkta patrona avantaj sağlar. İkincisi kriz dönemlerinde sermaye imha olur. Şirketler iflas eder, işçiler işsiz kalmakla kalmaz, iflas eden şirketin makineleri de hurdaya çıkar. Sonuçta krizler bu iki şekilde kâr oranlarının yeniden yükselmesini ve sistemin devam etmesini sağlar.
1970'ler ve 1980'lerde ortaya çıkan neoliberalizmi bu şekilde anlamak gerekir: Düşen kâr oranlarını yükseltmek ve sistemin devamını sağlamak için üretilen politikaların bütünüdür. Neoliberalizm bu şekilde sömürü oranlarını yükseltmeyi başarır. Esnek çalışma, özelleştirmeler vs kâr oranlarını yükseltmek için kullanılan mekanizmalardır. Ama neoliberalizm kâr oranlarını yükseltmeyi başaramadı çünkü yeterince sermaye imha etmeyi başaramadı. 2008 krizini anlamak için de, öncesindeki 30 yıl boyunca kapitalizmin giderek daha fazla finans alanına odaklanmış olmasını görmek gerekeir. 1980'lerden itibaren özellikle Amerika ve İngiltere'de finans balonları kapitalizmin gelişmesini sağlıyordu. Finans balonu, finansal varlıkların değerinin üstüne çıkması anlamına gelir. Sürdüğü ölçüde, bu, ekonomik büyümeyi sağlar. Örneğin konut piyasası. Londra'da bir konutun değeri 2000'lerin başında iki katına çıkmış olsun. Bu konutun sahibi kendisini daha varlıklı hisseder ve evinin artan değerini kullanarak daha fazla kredi alabilir. Yıllardır aklında olan çok pahalı spor arabayı alabilmek için bankadan kredi çeker. Bu örnek, 1980'lerin sonlarıyla 2000'lerin başlarında Amerika ve İngiltere'de çok kapsamlı bir şekilde gerçekleşti. Orta sınıf aileler daha fazla borçlanmaya ve daha fazla harcamaya başladılar ve bu, sistemin dönmeye devam etmesini sağladı. Bu bir mucize gibi görünüyordu kapitalistler için ve balon patlamadığı müddetçe bu böyleydi. Bunun sürekli böyle devam edeceğini kanıtlamak için teoriler üretmeye başladılar. Balon asla patlamayacak sandılar. Ama balon her zaman patlar. Bu konut krizi, Amerika ve Avrupa'da sistemi dolar üzerinden borçlanmaya devam etmeye bağımlı hâle getirdi. Balon patlayıp özellikle Amerika'da bütün bu konut sistemi çökmeye başladığında, dolar ortadan yok olmaya başladı. Panik başlayınca kimse dolarını harcamak istemedi. 2007-8 krizinde olanlar tam da buydu.
Bu kriz 1929'dan bu yana yaşanan en büyük kriz oldu. Kapitalistler bu kriz karşısında şirketleri kurtarmayı ve kemer sıkmayı tercih ettiler. Zor durumda kalan bankaları kurtardılar ve sisteme devasa miktarlarda para pompaladılar. Özellikle Amerika devleri, sadece Amerika bankalarına değil, küresel sistemin tümüne para pompaladı. Ayrıca kemer sıkma, yani işçi sınıfı üzerindeki baskıyı artırarak kâr oranlarını artırdılar. Bunların hiçbiri sürdürülebilir artışlar sağlamadı. Şirketler ve bankalar kurtarılmış olduğu için sermaye imhası gerçekleşmedi. Çok fazla kâr edemeyen sermaye, bunun sonucunda yaşamını sürdürdü. Bunu devlet şöyle gerçekleştirdi: Devletler faiz oranlarını çok düşürdüler, bir yandan da piyasalara para pompaladılar. Bunun sonucu krizden çıkış sürecinde çok zayıf bir iyileşme yaşandı. Ana akım iktisatçılar uzun vadeli yavaş büyümeden söz etmeye başladılar. Artık zombi şirketlerden söz ediliyor. Yani ancak faiz oranları çok düşük kaldığı müddetçe varlıklarını sürdürebilecek şirketlerdir bunlar. Genel olarak merkez bankaları faiz oranlarını normalleştirme peşindeler. Yani 2008 krizi öncesindeki düzeye yükseltmek istiyorlar. Ama merkez bankaları faiz oranlarını yükseltmeye çalıştıkça hemen geri adım atıyorlar çünkü ekonomik sistemin bunu kaldırmayacak kadar kırılgan olduğunu fark ediyorlar. Buna belirsizlik denilen bir unsur da ekleniyor. Örneğin Trump krizden sonra iktidara gelen bir kişi ama yaptıkları krizi daha da derinleştiriyor. Yine de kapitalizm büyümeye devam ediyor. Avrupa ve Amerika'da yerinde sayıyor olsa da dünyanın başka yerlerinde büyümeye devam ediyor. Bu da iklim değişikliğini destekliyor. Yani birikim süreci bizi bir çevre felaketine götürüyor. Kapitalizm hem içsel hem de dışsal sınırlarını genişletmeye devam etmeye çalışıyor. 6-7 milyar insanı planlı olmayan bir ekonomi içinde sıfır karbon salınımıyla yaşatmak mümkün değildir. Öncelikleri belirlemek, kaynak dağılımını ve karbon salınımını azaltmak için planlı bir ekonomi gerekiyor. Bunu yukarıdan diktatoryal yöntemlerle yapmak mümkündür ama bu ancak krize yol açan sistemin devamını sağlar. Ya da demokratik olarak örgütlenen bir işbirliği içinde aşağıdan yapmak mümkündür. İkinci verdiğim alternatif çok daha iyidir ama bunun için sosyalist bir devrim gerekir. Zombi kapitalizmi öldürmemiz, gerçekten ölmüş olduğuna emin olmamız gerekir, aksi takdirde o bizi öldürecek.