Yenişehir’de Marx’ın dine bakışı tartışıldı

06.05.2019 - 10:31
Haberi paylaş

Dün Marx'ın doğum gününde, Bursa Yenişehir Eğitim Sen binasında Antikapitalistler platformu tarafından düzenlenen toplantıda Prof. Dr. Sinan Özbek'in sunumuyla Marx'ın dine bakışı tartışıldı.

İdealist metafizik felsefe çizgisinin Hegel’e kadar geldiğini ifade ederek sözlerine başlayan Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Sinan Özbek, dinin sosyal olarak ne iş gördüğünü ele alan diğer çizginin (Özbek’in adlandırmasıyla “materyalist metafizik din felsefesi), yani Tanrı dahil metafizik kavramları insanın yarattığını söyleyen çizginin Feuerbach’ta doruğa çıktığını, bunun siyasi yansımasının da çok sert bir ateizm olduğunu belirtti.

Özbek şöyle devam etti:

“Materyalist diyalektik din felsefesi adlı üçüncü çizgi ise Marx’la birlikte oluşan kırılmadan doğmaktadır. Feuerbach’ı Marx’ın dine bakışları sık sık karıştırılmıştır. Feuerbach’ın Hristiyanlığın Özü adlı eseri çıktığında Marx ve Engels vurulmuşa dönüyorlar, çok beğeniyorlar. Engels ‘Biz hepimiz birdenbire Feuerbahçı olduk’ diyor. Marx da bütün idealist felsefe için ‘Artık Feuerbach’tan geçmek zorundasınız (Almanca anlamıyla ateş deresinden)’ diyor.

Başlangıçta hayırla bahsettiği Feuerbach, ilerleyen zamanlarda şiddetle sarstığı bir filozof hâline gelir Marx için. İlk başta onun din felsefesine çok sahip çıkar, çünkü başlangıçta Avrupa’da dine karşı mücadeleyi çok önemli bir siyasi mevzi olarak görür. Bu mevziyi Feuerbach’ın elinden almak ister, bu yüzden de din eleştirisi yapar. Kiliseye saldırdıkça siyasi olarak güçleneceğinizi düşünüyorsanız bunu yaparsınız, dönem öyle bir dönemdir. Marx daha sonra ‘İlahi olanın eleştirisi bitmiştir, ki bu her eleştirinin başıdır, şimdi sistem eleştirisi yapmak gerekir’ der. Başlangıçta ‘gökteki yıldız’ gibi olan Feuerbach, gittikçe idealist olmakla yargılanmaya başlar Marx’ın gözünde. Feuerbach felsefi ateizmin babasıdır, akla gelmesi gereken Marx değildir.”

Tanrı tarihsel koşulların bir sonucu olarak ortaya çıktı

Feuerbach’ın insanın dini yaratan bir canlı olduğu için diğer canlılardan ayrıldığını söylediğini belirten Sinan Özbek, Marx’la bu noktada ayrıştıklarını aktardı. Feuerbach, insanın zihninin işleyişinin bir sonucu olarak tanrının ortaya çıktığını düşündüğünü, Marx’ın ise bunun insanın özsel bir özelliği olmadığını, verili tarihsel koşullarda bu noktaya gelindiğini söylediğini ifade eden Özbek, şöyle devam etti:

“Antropolojik verilere dayanarak Marx ile Feuerbach arasındaki tartışmaya girmek durumundayız. İkisi arasındaki din felsefesi farklılığını görmek Marksistler için çok şey söyleyecektir. Bu ayrım yapılmazsa ortaya doğru bir Marx kavrayışı çıkmaz. Çünkü Marx bir yandan da işçi sınıfı içinde kendine yer edinmeye çalışan bir örgütçü, siyasetçi. Feuerbach da komünistim diyor ama bundan anladığı Marx’tan farklı. Cenazesinde ise işçi sınıfı kızıl bayraklarla katılıp onu sahipleniyor, ölümünden sonra bu yüzden Feuerbach bir siyasi figür gibi sahneye sokulmaya çalışılıyor.”

“Halkın afyonu” ne demek?

Marx dediğimizde akla gelen ilk şeyin “Din halkın afyonudur” ifadesi olduğunu, ancak bu sözün yanlış anlaşıldığını belirten Sinan Özbek, “Sözün kendisi Marx’tan önce çok bilinen ve dillendirilen bir ifadedir. Marquis de Sade mesela. Anlamı da şudur: ‘Din maddi ilişkilerin sertliği karşısında insanın sığındığı bir limandır’. Yani aslında kapitalizm ve ekonomi eleştirisidir. Öylesine acımasız koşullar içerisinde yaşamaktadır ki insan, dine sığınmak bir barınağa çekilmektir. O sığınmanın kendisi yanılsamaları da barındıran bir sığınmadır, burada bir eleştiri var. Ancak bir yandan da övgü var. Bu sözün marksist din felsefesi açısından çok da fazla kıymeti harbiyesi yoktur” diye konuştu.

İlerleyen yıllarda sol saflarda stalinizm tarafından Feuerbachçı din anlayışının temellendirilmesi için cenazesindeki durumun kullanıldığını dile getiren Özbek, “Feuerbach iki yıl SPD üyesi olarak kalıyor ama aktif katılımı yok. Doğu Almanya’da ve Sovyetler’de ise büyük bir sosyalist figür olarak sunuluyor” diye hatırlattı.

Özbek konuşmasına şöyle devam etti:

“Feuerbach ‘Ateizmin peygamberiyim’ diyor mecazi anlamda, gerçek anlamda haklı. Marx’ın düşüncesinde ise ateizm de bir din. Tanrısız bir din. Antik dünyadaki binlerce tanrıdan bugüne geliniyor. O dönemlerde her şeyin bir tanrısı var. İnsanın gelişiminde tanrılar teke düşürüldü. Ateizm diyor ki onu da devirmeliyiz. Marx dindar değildir ama ateist de değildir, dine karşı nötrdür, uğraşmaz, zihninde yer açmaz.

Lenin’in dinle ilgili görüşleri felsefi bir tartışma değil, politik. Kilise Beyaz Ordu ile saf tuttuğu için çok sert saldırıyor. Marx’ın da Lenin’in de bu konudaki asıl örneği Paris Komünü’dür. Burada dine ilişkin kaynaklar kesilmiştir. Ancak kapılar kapatılmamıştır, kimse cezalandırılmamıştır. Devlet desteği olmayacak, avantaj elde etmeyecekler. Sosyalistler de bu deneyimi alıp genişletiyorlar. Türkiye’de de Müslümanlar eskiden devlet desteği istemezlerdi, Diyanet’e karşı çıkarlardı, şimdi durum değişti.

Rusya’da ise bilimsel ateizm üretiliyor. Akademideki bir ekip üretiyor bunu. Rusya’nın parçası olmuş hemen hemen her ülkede bir din anlatılmaya çalışılıyor. Bu iddialı bir tez: Rusya ateizmi devlet dini olarak inşa etmeye başlıyor. Bunun teorik kaynağı da Feuerbach. Ama yazılırken sanki Marx’a aitmiş gibi anlatılıyor.

Doğu Almanya’da pişirilen ve Rusya’ya taşınan entelektüel mirasla birlikte ateizm din formuna dönmeye başlıyor. ‘Din halkın afyonudur’ ifadesi de ‘Din halk için afyondur’ ifadesine dönüşüyor, tahrif ediliyor. Din birtakım güçler tarafından üretilen ve halka enjekte edilip onu uyutan bir şeye dönüştürülüyor. Bütün Rus literatüründe böyle kullanılıyor.”

Ezilenlerin dini ve devlet dini

Marx’ın dinin toplumsal olarak nasıl iş gördüğüyle ve sınıf mücadelesine nasıl bir etkisi olduğuyla ilgilendiğini dile getiren Sinan Özbek, “İkinci olarak da Kapital’de Metaların Fetiş Karakteri’ndeki epistemoloji tartışması var. Bu alanlar da marksist felsefe geleneğinde çok çalışılmış alanlar değildir” dedi ve şöyle devam etti:

“Marksistleri tekrardan din tartışmasına zorlayan iki şey var. 1- Latin Amerika’da ‘biz marksistiz’ diye ortaya çıkan papazlar. 2- Avrupa’da Müslüman göçmenlere karşı devletin tutumu bağlamında bu Müslümanlarla nasıl ilişkiye geçecekleri.

Din devlet dinine dönüştü mü ne oluyor? Gramsci üzerinden bir tartışma sürdürebiliriz. Devlet mevcut dinlerden birini kendi dini hâline getirir. Devletin dini olur bu. Buradan bir alan açar kendisine. İznik Konsülü, Hristiyanlığın devlet dinine dönüşmeye başlamasının sonlandığı yerdir.

Türkiye’de cumhuriyetle birlikte yeni bir tartışma başlar. Ulus devlet bir din, dine yeni bir form vermeyi gerektirir. Garpçılar var, onların fikirlerini Mustafa Kemal alacak sonra. Yeni bir devlet kuruyoruz, Türklük ile ulus kimliği üzerinde şekillenecek diyorlar. Bu devletin dini, onun devamını sağlayacak formda olmalı. Arap unsurundan ayrılacağız diye bir temel unsur belirliyorlar. Bunları yapanlar sosyalist değil, Türk milliyetçileri. Peki ne oldu da Türk solu sanki onun tarihi mirasçısıymış gibi sahip çıktı? Müslümanlar da böyle zannediyor. Tarihte bunları söyleyenler ise marksist değil.

Türk solu bu gelenekten kendini koparmalıdır. İşçi sınıfıyla bir şeyler yapacaksa, sınırını çok net koymalıdır, söylem düzeyinde dahi sahip çıkmamalıdır. Abdullah Cevdet’in çevirdiği kitaplar, tezleri, İttihat ve Terakki çizgisidir. Solla bir ilişkisi yok.”

Cumhuriyet ve Diyanet İşleri Başkanlığı

Cumhuriyetle birlikte radikal reform önerilerinin olduğunu belirten Sinan Özbek, şunları aktardı:

“Yeni bir Türk dini yaratalım diyenler var. Atatürk hiçbir öneriye evet demiyor, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuruyor. Dönüyor Sünni İslam üzerinden bir din inşa ediyor. Bu da devlet dini.

Türkiye’deki bütün sorunların kaynağı hâlâ modernleşme ve direniş. Batı ve ABD dışında iki ülkede böyle modernleşme hamleleri var, Japonya başarmış, Türkiye başaramamış.

Diyanet’i kurduklarında şunu düşünüyorlar: Dini devletin kontrolüne sokup, devlet yaşamının dışında kontrollü bir din tutarız, insanlara ahlak ve yurtseverlik bilinci veririz. Ancak modernleşme süreci işlemediği için olmuyor. Ekonomik gelişmeler uygun değildi. İnanmış ve bu doğrultuda çalışan kadrolarla iş görmediler. Coğrafya ve etnik kimliklerin çok olması da etkiledi.

Mustafa Kemal, Rousseau'dan öğrendiği devlet dini uygulamasını devreye sokuyor. Ancak aksayan şeylerden dolayı bu işlemiyor. Diyanet giderek devletin içinde büyüyen, devlet için çok önemli bir kurum hâline döndü. Çalışma alanları, bütçesiyle genişleyen bir örgüte dönüştü. Önce halk tipi İslam’ı dışarıya atmaya çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti insanının nasıl olacağına karar veren bir yapı çıktı ortaya. Yurtdışında da çalışabilen bir kurum hâline geldi.”

Sinan Özbek’in sunumundan sonra toplantı soru ve katkılarla devam etti. Ayrıca 8-12 Mayıs tarihleri arasında DSİP tarafından İstanbul’da düzenlenecek olan Marksizm 2019 toplantılarına katılım çağrısı yapıldı.

Bültene kayıt ol