Ulus devletler değil açık hava hapishaneleri

30.04.2019 - 10:11
Haberi paylaş

Bu yazı, AltÜst dergisinin 29. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari)

Kasım 1989’da 46 kilometrelik Berlin duvarı yıkıldığında, küreselleşmeyle birlikte artık sınırlarda duvarlara ihtiyaç kalmadığı fikri yaygınlaşmıştı. O dönemde Avrupa ülkeleri de yeni sınırlar örmek yerine, engelleri kaldırmakla meşguldü. Küreselleşen dünyada sınırlara ihtiyaç olmadığı fikri, çok geçmeden (yaklaşık on yıl sonra) Berlin Duvarı gibi yıkıldı. 

Son 15 yılda sınırlara inşa edilen duvar uzunluğu, Berlin Duvarı’nın inşa edildiği tarihe (1961) kıyasla dört kat arttı. Bugün dünya ülkelerinin üçte birlik kısmı (67 ülke) sınırlarına binlerce kilometrelik duvarlar inşa ediyor. Bu duvarlara gözetleme kuleleri, radarlar, gece görüş kamera sistemleri ve hava denetimi eşlik ediyor. Bütün bu önlemler kaçak girişleri ve mülteci akınını engellemek için gerekçelendiriliyor. Küreselleşen kapitalizm, sınırları kaldırmak bir yana, dünyayı koca bir açık hava hapishanesine dönüştürüyor.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) raporuna göre, 2015 yılında 65,3 milyon insan mülteci durumuna düştü. Bunların 12,5 milyon kadarını Suriye’deki savaştan kaçan mülteciler oluşturuyor. Yani milyonlar nispeten güvenli ve belki biraz daha rahat bir hayat için hareket hâlinde yollarda. Ama ülkelerin güvenlik siyasetleriyle birlikte örülen duvarlar milyonlarca insanın önünde engel oluşturuyor. Bu engeller de on binlerce mültecinin hayatını kaybetmesine yol açıyor. 

Egemen devletler, sadece kara sınırlarına duvar inşa etmiyor. Denizden gelecek göç dalgalarına karşılık olarak da sert önlemler alınıyor. Bu önlemlerle birlikte Akdeniz, dünyanın en tehlikeli göç rotası ve en büyük açık hava mezarlığına dönüştü. Son 20-25 yılda Avrupa’ya girmeye çalışan yaklaşık 40 bin mülteci Akdeniz sularında hayatını kaybetti. Avrupa’da göçmen düşmanı sağ partilerin iktidara gelmesi ya da hükümet koalisyonunun parçası olmasıyla mülteci ölümlerinde trajik bir yükselme gözlendi. 

Açık hava mezarlığı

Örneğin, Akdeniz’in en çok kullanılan rotası olan İtalya’da göçmen düşmanı hükümetin iktidara gelmesiyle, İtalya kıyıları sadece göçmenlere kapatılmadı, aynı zamanda kurtarma gemilerine de kapatıldı. Bu gelişmeyle birlikte eskiden Akdeniz’de her 18 göçmenden birisi hayatını kaybederken, bu sayı her altı göçmenden birinin hayatını kaybetmesiyle devam ediyor.

Alınan sert önlemlerle, Avrupa kıyılarına yanaşan göçmen sayısı 2016’ya göre beş kat azaldı. Ama doğrusal bir biçimde azalması gereken ölümlerde ciddi bir artış oldu. Yüzlerce mültecinin insanlık dışı koşullarda botlardaki göç mücadelesi Akdeniz’in derin sularında son bulmaya devam ediyor. Fransa da Afrika’dan gelen göçmenlere karşı sahillerine kilometrelerce duvar örerek yanıt verip bu trajediyi derinleştiriyor. Akdeniz’den göç beş kat azalmasına rağmen, boğularak hayatını kaybedenlerin yıllara göre dağılımı şöyle: 

2014: 3.274

2015: 3.771

2016: 3.521

2017: 2.993

2018: 2.262

Elbette bu rakamlar resmî veriler. Hayatını kaybeden mülteci sayısının bundan çok daha fazla olduğu konusunda kuşkular var.

Duvarlar ve sert önlemler sadece Avrupa’nın dış sınırlarında görülmüyor. Berlin Duvarı’ndan bu yana, Avrupa’nın göbeğine Macaristan tarafından 175 kilometrelik jiletli duvar örüldü. Sırbistan sınırına örülen bu duvarla, Macaristan’ın ırkçı başbakanı Victor Orban mülteci akınına karşı Avrupa’yı savunduğunu söylüyor. Macaristan bir Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen, bu durum hemen hemen sessizce geçiştiriliyor. Engelleri yıkmakla, demokrasinin beşiği olmasıyla övünen AB, yüksek güvenlik siyasetiyle gerçek yüzünü açığa çıkartıyor. Bulgaristan ve Yunanistan da, Türkiye sınırlarına hendek kazıp duvar inşa ediyor. Bu işleyişten güven alan paramiliter faşist güçler de sınırlarda silahlanarak mülteci avına çıkıyor. 

Duvar yarışı

Bugün dünyada sınırlara yüksek güvenlikli duvarlar inşa etme konusunda bir yarış var. Varolan duvarlarda da güvenlik en üst seviyeye çıkartılıyor. Donald Trump’ın en büyük seçim vaatlerinden biri Meksika sınırına duvar çekmekti. Bu vaadini gerçekleştirmek için hükümet krizini dahi göze aldı.

ABD-Meksika sınırı toplam 3.145 km. Sınıra 2006 yılında duvar çekilmeye başlandı. Kamuoyundan gelen baskılarla, hem maliyete hem de insan haklarına dönük eleştirilerle birlikte, duvar 2009’da 1.080 km’de durduruldu. Trump şimdi muhtemelen kalan duvarı da tamamlayacak. Hükümet krizi ve tartışmalar devam ederken binlerce Latin Amerikalı, ABD sınırına yürüyüşe geçti. Trump bu duruma, sınıra ordu birliklerini göndererek yanıt verdi. Tabii ırkçılar da silahlanarak sınıra konuşlandı. Ve hükümet de bunu görmezden geldi. 

Gerçek anlamda açık hava hapishanesi olan Batı Şeria’da da, İsrail 760 km. uzunluğunda duvar inşasını tamamlamak üzere. Filistinlilerin ‘ırkçı duvar’ dediği bariyer, uluslararası kamuoyunda da ‘utanç duvarı’ olarak adlandırılıyor. Bu duvar sadece insan geçişlerini değil her türlü yardımların, temel ihtiyaç maddelerinin geçişini de engelliyor.

Türkiye de güvenlik siyasetini merkeze alarak komşularıyla arasına yüksek teknolojiyle donatılmış duvarlar örüyor. Büyük kaynakların aktarıldığı inşa faaliyeti 911 kilometrelik Suriye sınırında tamamlanmak üzere. Ayrıca Irak, İran, Ermenistan sınırlarında da duvar inşaları tamamlanmak üzere.

Suudi Arabistan, Yemen ve Irak sınırına 1000 km’den daha uzun duvar yapıyor. Bir yandan Yemen’i bombalayıp büyük bir insanî krize yol açan Suudi rejimi, duvar inşasıyla krizi çok daha derinleştiriyor.

İspanya, hâlâ üzerinde yönetim yetkisi olan Fas’ta 2.700 kilometrelik duvar inşa ediyor. Akdeniz’de kapanan İtalya rotası sonrası, yeni rota İspanya üzerinden Avrupa olmuştu. İspanya da bu gelişme sonrası sert önlemler almaya başladı.

İngiltere de Romalıların yaptığı iki bin yıllık Hadrian duvarından bu yana, ilk kez mülteci geçişine olanak sağladığını düşünülen bir liman kentine duvar çekiyor.

Dayanışmaya duvar çekilemez

Bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Gerçek şu ki, kapitalizm kültürlerin-halkların birarada yaşam kültürünü pekiştirmek yerine nefreti ve düşmanlığı körüklüyor. Ekonomik-politik krize güvenlik önlemleriyle yanıt veriyor. Böylesi bir iklimde ırkçı-faşist fikirler rahatça ortaya çıkıp taraftar topluyor. Norveç katliamını (2011’de faşist Breivik’in 77 kişiyi katletmesi) ve son olarak Yeni Zellanda’da bir camide 50 kişinin katledilmesini, tesadüfî ya da eşine az rastlanır saldırılar olarak görmemek gerekir. Bunlar devletlerin, hükümetlerin göçmen ve yabancı düşmanlığının birer yansıması, doğrudan birer sonuç. 

Ama unutmamak gerekir ki, milyonlarca insan da bu düşmanlaştırıcı politikalara karşı harekete geçmiş durumda. En son 16 Mart’ta dünyanın onlarca şehrinde on binlerce insan ırkçılığa karşı yürüdü. Dünyanın her yerinde mültecilerle dayanışma çağrıları giderek güçleniyor. Milyonlarca insan giderek zorlaşan hayatlarının sorumlusu olarak göçmenleri değil, hükümetlerinin politikalarını görüyor.

Fransa’daki sarı yelekliler hareketi tam da buna karşılık geliyor. Milyonlar artık ekonomik kesinti politikalarıyla göçmen düşmanı politikaların bir ve aynı şey olduğunu görüyor. Bu duyarlılık sağcı-ırkçı ve her türlü iktidar ve devlet için engel teşkil ediyor. Yapacaklarına sınır getiriyor.

Ama yapılacak daha çok iş var. Irkçı-faşistlerin ve fikirlerinin itibar görmemesi için kararlı bir mücadele vermek gerekir. Her türlü düşmanlaştırmaya, ötekileştirmeye yüksek sesle cevap verilmeli. Irkçı fikirler kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Kapitalizmin bu virüsü, toplum nezdinde meşrulaştıkça yaygınlaşma zemini buluyor. Bu nedenle ırkçılığa karşı mücadele aynı zamanda onların meşruiyetine karşı verilen mücadeledir. Bir yandan mültecilerle dayanışırken, bir yandan da ister hükümetlerden ister sivillerden gelsin, ırkçı fikirleri teşhir etmeye devam etmek gerekir.

Ahmet Yıldırım

Bültene kayıt ol