Agos gazetesi, Gezi soruşturması nedeniyle tutuklanan Yiğit Aksakoğlu'nun eşi Ünzile Aksakoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Yiğit Aksakoğlu, yaklaşık 5 aydır tutuklu. Silivri Cezaevi’nde tek kişilik hücrede tecrit altında. Yıllardır Türkiye’de faaliyet gösteren ve çocuklarda kapasite artırımı üzerine çalışan Bernard Van Leer Vakfı’nın Türkiye Sorumlusu olan Aksakoğlu, 16 Kasım 2018’de evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alındı. Ertesi gün tutuklandı. Osman Kavala ve diğer 14 hak savunucusu ile beraber yargılanıyor. Mahkeme tarafından kabul edilen iddianamede ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’ istemiyle yargılanan Aksakoğlu, 24 Haziran'da Silivri'de hakim karşısına çıkacak. Eşi Ünzile Aksakoğlu, karşı karşıya kaldıkları bu durumu “korkutucu” olarak nitelendiriyor. Aksakoğlu, “Hukukçu ve sivil toplum çalışanı değilim. Sadece düz vatandaşım. İddianamede yazılanları okuyorum. Bütün bunlar suç muymuş? Yiğit, koca bir konuşma yapmış, sadece bir cümleyi almışlar, başka yerden bir cümle daha. Bunlar oldukça korkutucu geliyor” diyor.
Ünzile Aksakoğlu, Agos'un sorularını yanıtladı.
İddianame kabul edildi. Okuyunca neler hissettiniz?
Endişe verici. Bunlarla karşı karşıya kalmak korkutucu. Karşımda olan şey soyut ama anladığım kadarıyla hukuk o kadar soyut bir şey değil. Matematik gibi olması gerekiyor. Bu kadar soyut bir şeyi nasıl anlatırsın, nasıl kanıtlarsın. Sanki bir sürü şeyi baştan keşfetmek gerekiyor.
Daha önce böyle bir süreç yaşadınız mı?
Daha önce hiç başıma gelmedi. Yiğit, 2011’den beri 0-3 yaş arası erken çocukluk dönemi çalışmaları yürüten bir vakıfta çalışıyor. İlk iki sene danışman olarak çalıştı. Sonraki senelerde de Vakfın Türkiye çalışmalarının yöneticiliğini yapıyor. Dolayısıyla son 7 senedir çocuklarla çalışan bir vakfın yöneticisi. Elbette sivil toplum çalışanlarına dönük baskıları üzülerek takib ediyorduk ama çocuk çalışan biriyle ne işleri olabilir diye düşünen bir ruh hali içindeydik. Hiçbir endişe, tehdit veya bu taz bir şey hissetmemiştik. Yiğit, haberleri endişeyle takip ediyordu ama bize geleceğini hiç düşünmedik. Hayat devam ediyordu.
Sizin aileniz nasıl karşıladı?
Bizim aile şirketimiz var. Orada çalışıyorum. Kendi çevremizde, akrabalarımızla beraber çalıştığımız küçük bir şirketimiz var. Herkes büyük bir şok halinde. Bulunduğumuz topraklarda yaşayan, sıradan insanlar ama şu anda herkes kapkara bir dünyaya uyanmış bir halde. Kimse hiçbir şey anlamıyor.
Çevrenizde tepkiler nasıl? İş hayatınız etkilendi mi?
Kendi şirketimiz olması büyük bir şans. Ben, benzer süreçler yaşayanlarla dayanışıyorum ama annem ve babam kendi çevrelerinde nasıl yalnızlaştırıldıklarını anlatıyorlar. Böyle dramatik sahneler yok ama neler olabileceğini insan kestirebiliyor.
Dayanışma nasıl?
Çok etkileyici. Biz, Yiğit’le o sabaha kadar normal bir çifttik. Gözaltı sabahı bu tür durumlarda ne yapılacağını bilmediğim için birkaç avukata ulaşmaya çalıştım. Şirket avukatına ulaştım ama ne olduğunu o da anlayamadı. En sonunda, makul bir saatte Yiğit’in arkadaşlarını aradım. Avukat Aslı Kazan’a ulaştık. Ben Yiğit’in arkadaşına haber verdikten sonra ev doldu taştı. Bir taraftan matem havası vardı. İç karartıcı bir durumdu. Neden evimizde bu kadar insan olduğunu çocuklara da pek açıklayamadım ama dayanışma güç veren bir şey. Hiç tanımadığım pek çok insanla konuştum.
Çocuklarınız nasıl karşıladı?
İki kızım var. Biri 7 yaşında Deniz, diğeri Leyla 3 yaşında. Deniz her şeyi anlıyor, farkında, Leyla da anlıyor ama onun bütün bunları anlatmak için yeterince kelimesi yok. İlk gün çok travmatikti. Daha sonra destek alarak, anlayabilecekleri kelimelerle anlattım. Deniz için daha ağır geçiyor. Açık görüşe gittiğimizde, “Buraya benim arkadaşlarım hapis diyor ama değil di mi?” diye sordu. Yiğit anlatmaya çalıştı ama üstünü örttük, orada bıraktık. Şu sıralarda çocuklardan tam doğru şeyler geliyor, cevap veriyorum aslında ama orada asılı duruyor. Altını kurcalamıyorum, benim böyle bir enerjim yok. Bütün bunlar geçecek ve ondan sonra hepimiz iyileşeceğiz diye bir umudum var.
Yiğit Aksakoğlu hâlen tecritte. Günleri nasıl geçiyor?
Yiğit halen tecritte. Benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla şanslıyız. Yiğit tek başına kalıyor ve duyduklarıma göre bu konuda bile şanslıyız. Çünkü çok zor koşullarda, çok minik yerlerde çok kalabalık kalıyormuş insanlar. Yerlerde yatıyorlarmış. Tecrit daha mı iyi, tecriti nasıl tercih edebilirim diye bazen endişeleniyorum. Yiğit’in anlattığı kadarıyla, yaklaşık 13 metrekarelik bir yer. 9 metrekaresi kapalı alan, kalanı açık. Gökyüzünü görebilmek için başını kaldırmak zorundasın. Kimseyi göremiyor, kimseyle konuşamıyor. Başkalarıyla kalabilmek için örgütünün olması gerekiyormuş. Yiğit’in bir örgütü yok, ortada örgüt de yok.
Yiğit, rutin oluşturmak konusunda bir efsanedir. İlk haftadan itibaren kendi rutinini oluşturmuş. Bu rutinleri sayesinde depresyon meselesini atlatabilmiş. İlk hafta çok sinirliydi. Çok zor geçti. Anlayamıyordu, hiçbir alaka kuramıyordu. Tek ortak noktaları sivil toplumdu. Sonrasında durumla mücadele etmeye başladı. Beslenmesine de dikkat ediyor ve ‘ukulele’sini çalıyor. İçerde alabildiği gazeteler var. Gittiğimizde kitaplar götürüyoruz. 15 kitap tutabiliyor yanında. Çok okuyor ve yazıyor. Çocuk gelişimi üzerine çalıştığı projelerle ilgili araştırma kitapları istiyor. Bu süreci değerlendirmeye çalışıyor.
Yiğit Aksakoğlu iddianame hakkında ne düşünüyor? Görüşebildiniz mi?
İddianameden sonra açık görüş vardı. İninde dolaşan aslan gibiydi. “Bu muyum? Beni bunlarla mı suçlamışlar? İddianamede hiçbir şey yok” dedi. Bu anlayamama hali korkutucu. İddianameyi yazanlarla ortak dil konuşamıyoruz, ne istediklerini anlayamıyoruz.
Görüşler nasıl geçiyor?
Ayda bir açık görüş var, haftada bir kapalı görüş. Açık görüşe çocuklarla gidiyorum. Kapalı görüşlere onları götürmek istemiyorum. Haftada bir on dakikalık telefon hakkı var. Çocukları dersten alarak, hızla eve getiriyorum. On dakika boyunca telefona bakarak konuşuyoruz ve bir sonraki haftayı bekliyoruz. İçeriden alabildiği gazeteler var.
Osman Kavala dahil 16 sivil toplum aktivistiyle beraber yargılanacak. Bu isimleri tanıyor musunuz?
Yiğit, Osman Kavala’yla hiç tanışmadı. Osman Kavala’yı tanımak suç değil elbette ama hiç tanışmamışlar. Buna rağmen bu 16 kişi Kavala etrafındaki bir yapıymış gibi gösteriliyor. Neden alındığını da zaten hiç anlamadım. Diğerlerinin bırakılmalarını anladım, elbette bırakacaklardı ama neden Yiğit’i bırakmadılar onu anlamadım. Yabancı bir vakıfta çalışıyor. Ne yaptıklarını anlamamışlar diye düşündüm. Kolaylaştırıcı ne demek onu anlamamışlar diye düşündüm.
Yargılama süreci konusunda umutlu musunuz?
Umutsuzum. Bir bu kadar daha duruşma için bekleyecek. Başlarda umutluydum ama artık hiç umudum yok. Ne kadar kötü. Duruşmalı tutukluluk değerlendirmesine de heyecanlanmıştım, hakimin karşısına çıkacak, anlatacağız, anlayacaklar. Dilekçelere bakamıyorlar ama insani bir iletişim olacak sonuçta. Ama artık umudum kalmadı.
Röportaj: Uygar Gültekin
Fotoğraf: Berge Arabian