Ayasofya'nın sembolik anlamı

27.03.2019 - 18:42
Haberi paylaş

Ayasofya, kendi sitesindeki kısa tanıtım yazısına göre 537 yılında ibadete açılmış, bin 482 yıllık bir geçmişi olan, eşine az rastlanır türden bir tarihsel yapı. Bunun neredeyse bin yıllık bir döneminde, özgün yapımına uygun biçimde kilise olarak kalmış, 1453 yılında camiye dönüştürülmüş ve nihayet 1935 yılında ise bugünkü müze statüsüne bürünmüş.

İstanbul dendiği zaman akla gelen ilk yapılardan olan Ayasofya, özgün olarak bir kilise, hem de çok önemli bir sembol kilise. 6. yüzyıldan bu yana ayakta kalan yapı sayısı çok kısıtlıyken, bir de asırları aşan bir tarihselliğiyle birlikte önemi daha da artıyor.

II. Mehmet'in kentin yönetimini devraldıktan sonra neden, hangi motivasyonla hareket ederek Ayasofya kilisesinin statüsünü değiştirdiği sorusu bugün için çok anlamlı değil. Bugüne dair söyleyecek pek bir şeyi yok bu noktanın.

Ayasofya'nın müze statüsünden camiye çevrilmesi konusu, Anadolu Gençlik Derneği ve Alperen Ocakları gibi küçük bir takım grupların ajandaları haricinde, ana akım bir gündem durumuna gelmemiştir. Ta ki bugünlerde en üst perdeden dile getirilene kadar.

Başlangıç noktası Yeni Zelanda'daki katliam olan tuhaf bir 'yarış' döneminin bir son halkası durumuna geldi Ayasofya. Bin yıllık bir sembol kiliseyi cami yapmayı vadeden bir çıkış, hamaseti normalleştirme riskini de barındırıyor, 'aşırı' söylemi olağanlaştırıyor. Bu hamaset ve nefret döngüsünden hayırlı bir sonuç çıkma ihtimali yok.

Yeni Zelanda'da yaşanan korkunç katliamdan sonra ırkçılık karşıtları "Hepimiz Müslümanız" diyerek nefreti ve hamaseti boşa çıkarmak adına çok başarılı işler yaptılar. Ancak o dayanışma havasından bu yana doğru esen rüzgarın esansında özsel farklar vardı: "Gelin bakalım buraya Hristiyanlar"dan "Ayasofya'ya cami tabelası asarız"a kadar şiddetli çıkışlar yapıldı.

Türkiye'de cami kıtlığı mı yaşanıyor, yeteri kadar cami kalmadığı, bütün camiler de bütün vakitlerde tıka basa dolduğu için, yani 'mecburen' ya da 'yokluk'tan ötürü sembol bir kiliseyi de cami yapacağız gibi bir çıkış yok. Böylesi bir durum olmadığı da belli. Konu fiziksel bir yetersizlik olmaktan ziyade, sembolik bir anlam meselesi.

Bunun adını açıkça koyalım: Hamaset ve nefret. Ayasofya'nın ya da başka bir dinsel mekanın 'dönüştürülmesi', Türkiye toplumunun Hristiyanlıkla bezeli bir tarihinin üzerine beton dökme çabasından öte bir şey değil. İslam düşmanlığı üzerinden ırkçılık ve nefret gelişen yerlerde, bunun karşısında "Hepimiz Müslümanız" demek ne kadar elzemse, Hristiyan sembollere karşı gösterilen nefret dolu hareketler karşısında "Hepimiz Hristiyanız" demek de bir o kadar elzem. Bunlar coğrafyasına göre yer değiştirebilen, iç içe geçebilen cümleler. 

Tabii Türkiye'de birincisi, azlık-çokluk ile de doğrudan ilişkili olarak nispeten daha 'konforlu' bir alan. İkincisi ise daha acil olmasına karşı riskler barındırıyor. Azlık-çokluk durumunun temel sebebi olan son yüz yıllık bir hikaye ve 'miras'tan ayrı olarak düşünmek çok zor.

Sonuçta, kent belleği, sayıca çok olmayan dinsel ve veya etnik grupların temel hakları gibi açılardan bakıldığında, Ayasofya'nın elbette ibadete açılması gerekir: Aslına rücu ederek, aslına uygun olarak, bin 500 yıllık maziye yaslanan bir kilise olarak. Ülkede kalan Hristiyan toplumuna dair son birkaç anıtsal sembolün de dibine dinamit koyma fikri bile, toplumsal hayatımıza inecek büyük bir balyozdur. Yeni Zelanda'da ya da başka kentlerde cami-mescit önlerinde insan zinciri yapılması, sadece o mekanı fiziksel olarak koruma anlamı taşımaz; aynı zamanda bütün bir toplumu, bütün bir hakları da savunmanın sembolik gücü olma özelliğini de taşır. Ayasofya'nın sembolik güçlü anlamı işte burada yatmaktadır.

Ayasofya bir kadim kilisedir, İstanbul'un tarihinin en asli bir parçasıdır ve böyle kalmaya devam etmelidir. Gündelik küçük çıkar ve ihtiraslarla yapılan çıkışların coşkunluğu, aklın önüne geçmeyecektir ve en azından Ayasofya'nın mevcut durumu korunacaktır. Bu görünürdeki anlamından çok daha önemli bir konudur.

Z. Soner Dinç

Bültene kayıt ol