Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında, AKP liderliğinin seçim kampanyasındaki ayrımcı söylemleri ele alındı.
Son birkaç yıldır, özellikle Gezi direnişinden beri, AKP erken dönemlerinde yaptığı gibi toplumun bütününe seslenmeye çalışan bir siyasi çizgiyi takip etmekten vazgeçti. Erdoğan, toplumdaki %50’ye %50 laik-dindar kutuplaşmasını giderecek değil, tam tersine derinleştirecek söylemler kullanıyor. Böylelikle, dindar kesimde kalan %50’nin maksimum kısmını kendi tabanı olarak bir arada tutmayı hedefliyor. Toplumsal kutuplaşma ve düşmanlık ise umurunda bile değil.
Bunun en iyi ve son örneği, 8 Mart yürüyüşüne katılan kadınların ezanı ıslıklayarak protesto ettikleri yalanı. Fatih Tezcan gibi fanatik AKP’liler bile bunun doğru olmadığını dile getirip Süleyman Özışık gibi yazarlar kadınlardan özür dilerken, hükümet ve Erdoğan bu iddiayı sürdürmekte ısrarcı. Cumhurbaşkanı, mitinglerinde bu görüntüleri izletip, CHP ve HDP öncülüğünde eylem yapanların ezanı ıslıkladığını söyleyerek toplumu kutuplaştırıyor. Erdoğan, “Bunlar hayatında hiç İstiklal Marşı okumamışlardır” diyor, ezana ve bayrağına sahip çıkmayanın “düşman kapıya geldiğinde” direnemeyeceğini söylüyor.
Tayyip Erdoğan ve Süleyman Soylu gibi isimler bir yandan HDP’ye yükleniyor. Erdoğan seçim mitinglerinde “Tüm Türkiye'ye sesleniyorum. Türkiye'de Kürdistan diye bir bölge var mı?” diyor, HDP’lilere Irak’taki Kürdistan’a gitmelerini tavsiye ediyor. Çözüm süreci zamanlarında, Erdoğan’ın kendisi ulusalcılara karşı Kürdistan kavramının TBMM kayıtlarında bile var olduğunu hatırlatıyordu. Cumhurbaşkanı aynı zamanda muhalefete “bayrak düşmanları” diyor. Bunun nedeni belirsiz. Ancak yerli-milli hamasete uygun olduğu için AKP-MHP bloku tarafından kullanılmasında sorun yok.
AKP liderliği, HDP’ye yüklenirken, Selahattin Demirtaş’ın ve Sezai Temelli’nin Kürt olmadığını dile getiriyor. Daha önceki dönemlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini ve “PKK’nin” Zerdüştlüğünü dillerine dolamışlardı, her tür ırkçı ve mezhepçi propagandayı kendi tabanını sağcı bir siyaset etrafında şekillendirmek ve sıkılaştırmak için kullanıyorlar.
Soğan ve patatesin fiyatlarının yükselmesinden sonra dahi birilerini (üreticileri) “terörist” ilan eden kutuplaştırıcı dil, Millet İttifakı’nın arkasında PKK, FETÖ, Esad ve “üst aklın” olduğunu iddia ediyor. AKP’liler, CHP’nin Uzay Ajansı kurulmasını Anayasa Mahkemesi’ne götürerek engellemeye çalıştığı yalanını yayıyorlar. Türkiye’nin Akdeniz’deki hukuksuz sondaj çalışmalarını öven Cumhurbaşkanı, Rize’deki mitinginde "CHP bu çalışmalardan rahatsız, ya bulurlarsa diyor. Bulursak biz kazanacağız yav. Akdeniz'deki çalışmalarımızdan rahatsız olan kim varsa hepsinin ekmeğine yağ sürdüler. Bu CHP'nin sadece PKK değil, Kıbrıs Rumları'yla aynı yolda yürüdüğünü gösterir” dedi.
AKP, tabanına da korku yayıyor. Erdoğan “Biz tökezlersek Avrupa'dan Amerika'ya kadar tüm Batı'da yükselişe geçen İslam düşmanları adeta zincirlerinden boşalmışa döner” diyor, Süleyman Soylu altında kalmamak için “31 Mart akşamı zayıflarsak, önümüzdeki 4.5 yıl anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirirler” ifadelerini kullanıyor. Hepsinde, sanki AKP çok iyi işler yapıyormuş da emperyalizmi korkutuyormuş gibi bir hava var. Oysa hükümetin tek yaptığı, ABD’nin liderliğindeki Batı emperyalizmiyle Çin-Rusya liderliğindeki Doğu emperyalizmi arasında manevra yaparak, Ortadoğu’daki iç çatışmalarda kendine bir nüfuz alanı oluşturmak.
Bu ayrımcı dil, neyse ki Türkiye halklarını da bıktırmış durumda. Erdoğan’ın 15 Şubat’ta katıldığı ATV ile A Haber ortak yayını, 23 Şubat’taki CNN Türk-Kanal D ortak yayını ve 26 Şubat’taki Star/NTV ortak yayınının hiçbiri yayınlandıkları gecelerde en çok izlenen 20 program arasına giremedi.
(Sosyalist İşçi)