Sosyalist İşçi gazetesi, DSİP üyesi Şenol Karakaş’la seçim döneminde açığa çıkan tartışmalar hakkında konuştu.
Sağcı AKP-MHP ittifakına karşı bir başka sağcı ittifakın, CHP-İyi Parti'nin desteklenmesine karşı çıkan Karakaş, "Siyasal denklemleri ancak mücadele çözer" dedi.
Seçim sürecine yaklaşımınız nedir?
Şenol Karakaş: Açıkça söylemek gerekirse olabilecek en sağcı seçim ikliminin içindeyiz. 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılan seçimler bile insanların özgürlük taleplerini yansıtmak için taşıdıkları azmi ve umudu görünür kılıyordu. Şimdi, sağcı iklimin sağcı aritmetik hesaplarının politik bir seçim sürecinin gelişmesini açıkça engellediği koşulların içindeyiz. Bu koşulların ilk sorumlusu kuşkusuz AKP-MHP blokudur. Direksiyonu o kadar sert bir şekilde sağa kırdılar ki iki üç sene önce günlük hayatımızı parçası olarak görülen minik ama çok mühim özgürlük alanları, çok eski günlere ait hatıralarmış gibi, hayal meyal hatırlanır hale geldi. 24 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de siyaset bütünüyle sağa kaydı. AKP-MHP-BBP ittifakı beka kaygısını öne sürerek ittifak kurarken, kendisi zaten sağcı bir müteahhit partisi olan CHP faşist MHP’den yeni kopmuş, faşist bir liderliğe sahip ve asli özelliği Suriyeli düşmanlığı yapmak olan İyi Parti’yle ittifak kurdu. Seçimleri toplama çıkarma işleminden ibaret gören ve ancak birbirine hiç benzemeyen siyasi güçlerin esas olarak AKP’yi iktidardan indirmeye odaklanmış ittifakı, 24 Haziran seçimlerinden önce de yavaş yavaş sol muhalefetin gündemine sinsice sokulmuştu. Fakat 15 Temmuz darbesinin ardından yaşanan siyasal gelişmeler öyle baskıcı, öyle kutuplaştırıcı, öyle sağcı, öylesine zincirinden boşalmış gibi geldi ki üzerimize sağa karşı sağ bir ittifakı desteklemek solun en öncelikli işi olarak zihinlere kazındı.
Peki, asli görev AKP’nin geriletilmesi değil mi sahiden de?
Şenol Karakaş: Bu soru ve yaklaşım iki köklü hatayı içeriyor. Birincisi, toplumsal muhalefet, sosyalist muhalefet ve işçi sınıfı muhalefeti, bir iktidar partisinin geriletilmesine indirgenemez. İşçi sınıfı aşağıdan antikapitalist bir muhalefet yürütürken, siyasal alternatiflerini de yaratır. Kendi siyasal alternatifini inşa etmeyi her günkü mücadelenin, dolayısıyla bu mücadelenin başka bir biçimde sürdüğü seçim sürecinin temel siyasal motiflerinden birisi haline getirmemenin sonucu, sağcı iktidarın sağcı muhalefet tarafından geriletilmesinin aparatına dönüşmek olur. Şu çok açık: AKP’nin seçimlerde yaşayacağı gerileme işçi sınıfının öncülerini, sosyalistleri ne kadar sevindirecekse, bu gerilemenin HDP’nin silikleşmesine, sağcı bir muhalefetin pekiştirilmesine, bu muhalefetin solun desteğini almasına ve ırkçıların muhalefet adına caka satacak olmasına yol açacak olması, o kadar can sıkıcı olacaktır. Eğer iddia edildiği gibi belediye seçimlerinde CHP-İP bloku, HDP’den ‘çaktırmadan alacağı’ destekle AKP-MHP blokunu geriletirse, bu neden tüm muhalefetin kazanımı olarak görülsün ki? Evet, bir de bu çıktı! “Muhalefet kazanmış olur” deniyor. Meral Akşener kazanınca Selahattin Demirtaş nasıl kazanmış oluyor? İmamoğlu İstanbul belediyesini aldığında, ırkçıların açık desteğiyle yapılan bir seçim kampanyası, neden özelleştirmelere karşı direnen işçilerin zaferi oluyor? Kadın aday çıkmamasının suçunu kadınlara atan bir genel başkana sahip olan CHP’nin AKP’yi geriletmesi kadın cinayetlerine karşı mücadelede nasıl bir mevzi kazandırmış olabilir?
Bu sınıfsız, imtiyazsız, herkesin içinde eşit bir şekilde yer aldığı “muhalefet” kavramı, sanki bir burjuva koalisyon değilmiş gibi, sanki Kürt sorununun demokratik temellerde çözümüne tam cepheden karşı çıkanlarca oluşturulmuş değilmiş gibi, sanki İP en az MHP kadar HDP’yi flu görmüyormuş gibi, bu koalisyonu desteklememek, ana akım sol yaklaşımın dışında büyük bir hata, AKP’ye destek olmak olarak kodlanıyor. HDP’den o kadar yüce gönüllü olması bekleniyor ki, Iğdır’da ‘aman HDP kazanmasın” diye AKP-MHP’yi destekleyeceğini açıklayan İP’in HDP tarafından desteklenmesi gerektiği savunuluyor. Bir kez daha, “Bas geç!” taktiği, solun yegane kurtuluş umudu olarak öne sürülüyor. İşe bakın ki, Ankara’da bir faşisti, Manur Yavaş’ı desteklemezsen, solcu sayılmayacaksın neredeyse!
Bu yaklaşımınızın AKP’ye karşı nasıl bir mücadele anlamına geliyor? AKP dediğiniz yolla geriletilebilir mi?
Şenol Karakaş: Elbette. Bu soru, muhalefetin asli görevinin AKP’yi geriletmek olup olmadığı sorusuna verilen yanıtlardan ikincisinin içerdiği tehlike anlaşılmadan anlaşılamaz. Bu, seçim sürecini basit matematikle ele alan ve AKP karşıtları bir araya gelirse, yani elmalar toplanırsa, armuttan fazla çıkar diyen bir yaklaşım. 24 Haziran’da Türkiye genelinde CHP artı İP yüzde 32.6 oranında oy aldı. HDP’nin 11.1 oyunu da katınca yüzde 43.7 oranında oy alınmış oluyor. AKP, tek başına yüzde 42.6 oranında oy almış durumda. MHP’yi hiç hesaba katmayınca ve 24 Haziran seçimlerindeki seçmen eğilimi aynen devam etse bile, tırnak içinde muhalefet, ancak AKP kadar ediyor. Buna İP’e oy vermeyecek HDP’li ve CHP’liler, CHP’ye oy vermeyecek diğer “muhalefet” bileşenleriyle HDP’ye ölse oy vermeyecek CHP ve İP üyeleri eklendiğinde, olayın toplama çıkartmayla çözülemeyecek siyasal bir denklem olduğu daha iyi anlaşılır. Siyasal denklemleri ise ancak mücadele çözer.
AKP’nin meşruluğunu kaybetmesiyle ilgili mi bu söyledikleriniz?
Şenol Karakaş: Bizim açımızdan, tarihsel olarak ne parlamento, ne AKP-MHP ne de CHP-İP, ne mevcut yargı sistemi meşrudur. Ama Lenin’in dediği gibi tarihsel olarak ömrünü doldurmuş olmak güncel olarak ömrünün sonuna geldiğini göstermiyor. Bu iktidarın bizim nezdimizde meşru olup olmaması değil sorun, sorun, AKP’nin bu partiye oy veren milyonlarca yoksulun gözünde, meşru, ehven-i şer olup olmamasıdır.
Biz bütün politikalarımızın temeline, işçi sınıfının egemen sınıfın fikirlerinden kurtulması için atılması gereken adımları koyarız. Adaletsizliğin bu kadar derinleştiği, iş ve ucuz sebze için yüzlerce metrelik kuyrukların oluştuğu, Haziran’dan beri krizin faturasının yüklendiği emekçilerin yüzde 40 yoksullaştığı koşullarda AKP’ye oy veren vermeyen işçilerde ve emekçilerde, kadın cinayetlerinin ve kadınlara yönelik baskıların AKP’ye oy veren vermeyen kadınlarda, grev yaptığı için tutuklanan, grevleri yasaklanan işçilerin AKP’ye oy veren ya da vermeyenlerinde bir kızgınlığın biriktiği çok açık. Bu kitlelerin AKP’den kopması için, yerli-milli iktidar blokuna karşı aslında başka bir derecede yerli ve milli olan sağ muhalefet blokunu desteklemek, ne devrimci ne de sol bir tutumdur. Bu ufkunu yerel yönetimlerle sınırlayan ve mücadeleyi belediye başkanlıklarını AKP’den alıp iyi belediyecilik hizmetiyle ya da AKP’nin gerileyiş sürecinin ancak İstanbul İmamoğlu tarafından AKP’den alınırsa başlayabileceği fikriyle sınırlayan bir sağcılık. Oysa, OHAL koşullarında sokakları boş bırakmayan, on binlerce kadının katıldığı eylemleri örgütleyen kadınlar, havalimanında greve çıktığı için tutuklanan öncü işçiler, Suriyeli göçmenlerle dayanışan aktivistler, ırkçılara karşı bir Suriyeli göçmen etraflarında mücadeleyi örgütleyebileceğimiz ve seçimlerden sonra sürecek mücadeleye hazırlanabileceğimiz adaylar ve politik başlıklar olabilirdi. Sağcılarla basit matematiğin yüzü suyu hürmetine kurulan ittifaklar kadar kestirme bir yol değil ama sınıf mücadelesinde hiçbir kestirme yolun olmadığını bilmemiz lazım.