Oslo’da DPI tarafından düzenlenen ve çözüm sürecinin eksiklerinin değerlendirildiği toplantıya katılan İstanbul eski milletvekili Ufuk Uras, barış mücadelesiyle ilgili Marksist.org’a konuştu.
Diken.com.tr’de hafta içinde Uras’ın bir röportajı yayınlanmıştı. Buradaki sorular, çözüm süreci zamanında “AKP ile barış olmaz” veya “Demokratikleşme olmadan barış olmaz” argümanlarını ileri sürenlerinki gibi imalar içeriyor, Ufuk Uras’a sürekli yerel seçim öncesinde çözüm süreci üzerine konuşmanın AKP’yi desteklemek anlamına gelip gelmeyeceği soruluyor, bu durumun AKP’nin yerel seçimlerde Kürtlerden oy kazanma planına hizmet edeceği belirtiliyordu.
Kürtlerin “başkanlık karşılığında özerklik” pazarlığı yaptığını söyleyenlerin devamı olan bu anlayışın yanı sıra, Uras, röportajın birçok yerinin çarpıtıldığını, söylemediği şeylerin kendi ağzından yazıldığını, söylediği hiçbir şeyin ise Diken’deki röportaja konulmadığını Twitter’dan duyurdu.
Bunun üzerine Ufuk Uras’ın kapısını çaldık. Hem fiyasko röportaj hem de Kürt sorununda barış mücadelesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Diken’de yayımlanan röportajınızda, sorularda sürekli olarak bugünlerde bir çözüm sürecinden bahsetmenin “AKP’nin planı” olduğu ve onu güçlendireceği ima ediliyor. MHP ile ittifak kuran AKP’nin şu an çözüme dair bir planı veya buradan oy kazanma hedefi var mı sizce?
Öncelikle Diken söyleşisini çöpe atabilirsiniz çünkü gazetecilik etiğine aykırı olarak söyleşide hoşlanmadıkları kısımlara yer vermemişler, yayınladıklarında da öyle bir kısaltma ve kolaj yapmışlar ki ben bile anlamadım yazılanları. Bana aitmiş gibi manşete ve alt manşetlere taşıdıkları ifadeler söyleşide olmadığı gibi zaten tam tersini söyledim. Diğer yandan kişisel kanaatlerimi ifade ediyorum. DPI sözcüsü gibi aktarılması da doğru değil.
Kamuoyunda "İkinci çözüm sürecine hayır" gibi kampanya girişimleri de bir tuhaf, çünkü böyle bir söz ve gündem hiç telaffuz edilmedi zaten, lüzumsuz bir gölge boksu bu.
Yapılan sadece Akil İnsan deneyiminin paylaşılmasından ve bundan dersler çıkarılmasından ibaret. Bir tür ortak hafıza oluşturma çabası bu.
AKP'nin MHP ile böyle bir planı olmadığını görmek zor değil. Ama barışı her zaman gündemde tutma çabası niye bir partiye endekslensin ki?
AKP'yi asıl güçlendirenin, başka bir seçeneğin olamayacağı gibi bir teslimiyetçi ruh hâli olduğunu düşünüyorum.
Seçimlerde de göreceğiz, oylar büyük ölçüde stabilize olmuş gibi gözüküyor. O yüzden uzun vadeli bakmak ve her şeyi seçimlere endekslememek gerekiyor. Tabii ki kişisel olarak ben barıştan yana olan adaylara oy verip destekleyeceğim.
Diken röportajında anlattığınız ancak basılmayan noktalar nelerdir? Bunların hepsini duyurmak isteriz.
Aslında bu söyleşide ifade ettiğim her şeyi orada da söylemiştim. Ama maksat başkaymış. "Niye toplantıda fotoğraf paylaştınız, çok manidar" gibi bir soru olabilir mi? Katıldığım bütün toplantılarda bu paylaşımı yapıyorum zaten. Fotoğraf paylaşmasan niye sakladınız diyecekler bu sefer! Saçma sapan şeyler, tabii bütün bunlar fikirsizlikten kaynaklanıyor özünde. Diyelim dünyanın en yanlış işini yapıyoruz, sen doğrusunu söyle o zaman. 40 yıllık güvenlikçi politikalar dışında çıt yok. Ya da "Mecliste konunun tartışılmasına niye karşısınız?" gibi bir soru bile sanki böyle bir konu, cümle, kanaat beyan edilmiş gibi sorulabiliyor. ‘Sorun mecliste çözülsün diye BDP parti grubunun oluşmasını sağladığımız için faşistlerden ve ulusalcılardan almadığımız hakaret kalmamışken, böyle bir soru olabilir mi?’ dedim zaten söyleşiyi yapan arkadaşa. ‘Tam tersine, mecliste zaten komisyon kuruldu ama CHP katılmadı" diyorum, CHP kısmı çıkarılıyor. Söyleşide ‘Kartlar yeniden dağıtılır’ diye bir ifadem yok diyorum, pardon deyip soru yine aynen konuluyor ama itiraz eden yanıtım yok. ‘Finansmanı kim sağladı?’ dediler DPI dedim, harcırah vs. sordular ‘Olur mu öyle şey, yol ve otel sadece’ deyince ‘Konuya açıklık getirdiniz, netlik sağlandı’ denildi ama bunu da yayınlamadılar.
Barzani görüşmesi, federasyon ve Oslo gibi üç örnek verip ‘Bunlar tesadüf mü?’ sorusuna ‘Barzani yönetimi ile görüşülmesi ve ilişkilerin normalleşmesi olumludur, federasyonu savunmak da meşrudur, ama ben katılmıyorum, ABD de Suriye’de federasyonu savunuyor. Oslo'da konuşulanların ise bunlarla ilgisi yok. Hayatta tesadüfi olan bir şey olmaz diye bütün bunları bir üst akla bağlamak yanlıştır’ cümlesini "Bunların olması tesadüf değil" diye benim ağzımdan manşete vermek ve kendi görüşünü bana atfetmek biraz ayıp oluyor.
Uzatmaya gerek yok, 40 yıldır söyleşi veririm, böyle bir şeyle ilk defa karşılaştım, ama sorsan kendilerine muhalif basın derler.
Oslo’daki toplantıya ilişkin hazırlanan haberlerde, “Akiller” ifadesi tıpkı 2013’te olduğu gibi sanki bir nefret objesi gibi kullanılıyor. Akil İnsan olmak kötü bir şey mi? 2013’te hem Kürt hareketinin hem hükümete yakın çevrelerin isimlerinden oluşan böyle bir heyet oluşturulmasının ne gibi bir zararı vardı?
Siyasi kimliğim nedeniyle akil olmadım. Akiller bir zihniyet dönüşümü sağladılar, bu çok kıymetli bir mesaiydi ve barışa destek oranı yüzde 80'lere vardı. Akil raporlarının da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Faşist, ulusalcı marjinal gruplar dışında sağcısıyla, solcusuyla barış için bir mutabakat sağlanmış olması çok kıymetli.
Ortadoğu'da ABD dahil herkesin bir planı var; peki ülkemizdeki siyasi partiler siyaseten nasıl bir modellemeye sahipler? Bu zeminde nasıl bir model üzerinde mutabakat sağlanacağı önemli. Sizin bir planınız yoksa başkalarının planlarının parçası oluyorsunuz ama son kertede nihai sözü elbette halklar kendi kaderlerini tayin ederek belirliyor. DPI toplantılarında bugüne kadar Kolombiya, Güney Afrika, İrlanda, Filipinler gibi ülkelerin çatışma çözümleri değerlendirilirdi. Oslo'da İlk defa Türkiye konuşulmuş oldu.
15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı devlet ve rejim krizini, siyasetin alanını daraltarak değil siyasetin alanını genişleterek, barışı toplumsallaştırarak, herkesi diyaloğa katarak aşabiliriz. Yeter ki bildiklerimize odaklanıp bilmediklerimizi ihmal etmeyelim. Yurttaş merkezli anayasal dönüşüm hedefimizi, konjonktür ne olursa olsun canlı tutalım. Denir ya ‘yarasalar güneşten hoşlanmıyor diye güneş değerini yitirir mi?’ Bizim güneşimiz de 12 Eylül rejimin aşan bir demokratik anayasa olacaktır.
Geçmişte barış ve açılım sürecine karşı olanlar, bugün de statükonun değişmesi korkusunu taşıyorlar. Sözünü ettiğim raporları da okumayan, bilmeyen bir cahiliye grubu bunlar. ‘Güney Afrika rejimi ile görüşülür mü, ırkçılarla görüşülür mü?’ diye Mandela'nın başının etini yiyenlere bakınca, evrensel bir zihniyet durumu ile karşı karşıya olduğumuz ortada.
Bir şeyin sempatizanı olmak çok kolaydır, zor olan empatizan olmak. Biliyorum Türkçe’de ve yabancı dillerde böyle bir sözcük yok ama neden bundan sonra olmasın? Kerim Yıldız'ın söylediğine göre Oxford sözlüğüne "barışın inşası" ifadesini sokmak iki yıllarını almış.
Yerel seçimlere gidilirken bir tarafta yerli ve milli AKP-MHP-BBP ittifakı var. Diğer tarafta ise Kürt halkını ve Suriyeli mültecileri dışlayan CHP-İyi Parti ittifakı duruyor. HDP ise tüm olumsuzluklarına rağmen “AKP’yi geriletmek” adına bu ittifaka sıcak bakabilir gibi duruyor. Sizce yerel seçimlerde özgürlükçü sol nasıl bir perspektifle hareket etmeli?
Özgürlükçü solun işi zor, var olan kamplaşmalarda üçüncü sesi oluşturmak kolay değil gibi gözüküyor ama bu seçimlerde oyum HDP'ye olacak. Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarına yönelik hukuk dışı tutum, seçmenlerin en önemli kriterlerinden biri olacak ve doğal olarak onur mücadelesinin bir parçası olacaklardır. Demokrasinin asgari müştereklerinde herkesi ortak bir deklerasyona zorlamak gerek, çünkü tek başına yanyana gelmek sihirli bir sözcük olmaktan çıktı. Birbirimizi şeytanlaştırmayalım ama kimse de bu arada şeytanca işler yapmasın. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, anti semitizm vs. insanlığın gördüğü ve büyük faturalar ödediği en büyük şeytanlıklardır.
(Röportaj: Ozan Tekin)