Marksist.org yazarlarından Mazlum Kaya, hükümetin eğitim sistemine yönelik planlarının bir eleştirisini kaleme aldı:
Bir süredir açıklanacağı söylenen Eğitimde 2023 Vizyon Belgesi nihayet açıklandı. Bu belgeyi, hükümetin yıllardır izlediği gerek siyasi gerek ideolojik gerek ekonomik politikalar bağlamından ayrı bir şekilde değerlendirmek şüphesiz ki bizi isabetsiz bir noktaya götürecektir.
Eğitim sistemi her iktidar döneminde olduğu gibi AKP döneminde de ideolojik yapılanmanın en stratejik basamaklarından biri olmaya devam ediyor. Son 16 yılda gelip geçen her bakan ve uygulamaları, bunun en somut göstergeleri olarak önümüzde duruyor. Fakat, ekonomik alanda olduğu gibi eğitim alanında da iktidarın kurmaya çalıştığı tahakküm neticesinde ortaya koyduğunu iddia ettiği tüm olumlu göstergeler birer balon gibi patlamaya başladı. Nitekim, Milli Eğitim Bakanı olarak Ziya Selçuk’un tercih edilme sebeplerinden biri de bu görüntüyü toparlamak ve topluma, özellikle de muhalif kitleye bir değişim mesajı vermekti. Bu mesajın zihinsel arka planı ve gerçeği ne kadar yansıttığı ise ilerleyen zamanlarda kendini gösterecektir.
Yeni bakanın eğitim sisteminden ümidini kesmiş birçok vatandaşta az da olsa umutvari bir etki yarattığı yadsınamayacak bir durum. Bunda şüphesiz ki, kendisinin bir akademisyen olması, eğitim camiasının içinden olması, tabiri caizse işin mutfağından geliyor olması en büyük etken. Fakat, muhtemelen birçok insanın da kafasına takılmış olan bir soru geliyor akla: İktidara rağmen ne yapacak, ne yapabilecek, daha da önemlisi yapmak isteyecek mi? Bu soruların cevabını bulmak için açıklanan Eğitimde 2023 Vizyon Belgesi’ne bakmak son derece önemli bir nokta.
AKP’nin yıllardan beri dillendirdiği “2023 hedefleri” kapsamında ortaya konulan somut bir veri bulmak oldukça güç. Ekonomik hedefleri yakalamak bir yana gittikçe uzaklaşılmakta, anadilde eğitim ile ilgili konularda sayılan hedefler gündeme bile gelmemekte, Ar-Ge’ye kaynak ayrılması, bilgi ve teknoloji ihraç eden ülke olmak gibi hedefler ise acı bir gülümsemeye sebep olmakta. Buna karşılık özellikle 24 Haziran sonrası arka arkaya paketler açıklanmaya devam ediyor, birtakım belgeler piyasada dolaşıma sokuluyor. Kısa bir süre önce Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomik Program da bunlardan biri. Açıklanmadan günler önce duyurulan ve toplumda bir beklenti oluşturan bu program, süslü cümlelerin ötesinde somut hiçbir şey getirmedi. Piyasada cevabı aranan birçok soru yine cevapsız kaldı, geleceğe dair hakim olan güvensizlik hissi aynı ağırlıkta kendisini hissettirmeye devam ediyor. Bu bağlamda dönüp Eğitimde 2023 Vizyon Belgesi’ne baktığımızda da aslında çok farklı bir tablo ile karşılaşmamamız, birçoğumuz açısından sürpriz olmayacaktır sanırım.
Piyasa merkezli anlayış
Özel eğitim kurumlarına kamu desteğinin artarak devam etmesi, devlet okulları bakımından astronomik olarak ifade edilebilecek meblağların özel öğretim kurumlarına teşvik amacıyla aktarılması, öğrencilere okurken çalışma fırsatı verilmesi ile ucuz iş gücü olarak piyasaya sunulmaları, mesleki ve teknik eğitimde sektör beklentilerinin ön planda tutulması gibi yaklaşımlar, esasında AKP iktidarının son 16 yılda hayata geçirdiği neoliberal politikaların eğitim alanındaki yansıması olarak okunabilir.
Kağıt üstünde her vatandaşın eğitim hakkından ücretsiz şekilde yararlanacağı belirtilse bile, uygulamada okulların ve öğrencilerin nitelikleri ve ihtiyaçları doğrultusunda okullara herhangi bir ödenek ayrılmaması, okul idarecilerini velilerden bağış, aidat gibi isimler altında para talep etmeye, dolayısıyla kamu kaynaklarından yeterince pay alamayan okulların giderlerinin dolaylı olarak vatandaşa yükletilmesine zorlamaktadır.
Okullar arası ayrımcılık
Sene başında sınavla yerleşilen liselerin kontenjanları açıklandığında, imam hatip liselerine ayrılmış olan kontenjanın yaklaşık yarısı boş kaldı. MEB’in yayınladığı sayıya göre 224 bin 950 olan Anadolu İmam Hatip Liseleri kontenjanına yerleşme sayısı ise 117 bin 662’de kaldı. Burada ortaya çıkan sonuç aslında imam hatip okullarına olan rağbetin iktidarın iddia ettiği gibi yüksek olmadığı noktası. Yine yürürlüğe konulan liselere yerleştirme yöntemiyle de birçok öğrencinin ve ailelerin mağduriyet yaşaması, istedikleri okula yerleşememesi ve imam hatip okullarına mecbur duruma getirilmesi de yakın bir zamanda yaşanan sıkıntılardan. Bu gerçekliğe rağmen vizyon belgesine dönüp baktığımızda bu okulların yine büyük oranda kayırıldığı, bu okullara özel uygulamaların hayata geçirilmesinin planlandığı, dahası diğer okullarla bariz bir ayrım yapıldığı hususu göze çarpıyor.
Güvencesiz istihdam
Eğitim alanında emek sömürüsünün en sembolik ve an ağır konularından biri olan ücretli öğretmenlik uygulaması da vizyon belgesinde geçen hususlardan. Fakat bu konuya yönelik bakış açısı da yine birçok başlıkta olduğu gibi sorunun çözümünden ve emeğin sömürüsünün sonlandırılmasından uzak bir noktada. Bilindiği gibi devlet, atama yapılmayan öğretmen kadrolarında, bunun yerine uygulamada ücretli öğretmenlik denen ve yalnızca girdiği ders başına saat ücreti alan, hiçbir iş güvencesi, gelir güvencesi olmayan bir yöntemle öğretmen ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Bu şekilde çalışmak zorunda bırakılan öğretmenler çoğu zaman asgari ücretin de altında kalan ücretler almakta, çalışma primleri 16 gün üzerinden, yani yarım ay olarak hesaplanmakta ve aynı işi aynı koşullarda aynı şekilde yapan kadrolu öğretmenlerle aralarında bir uçurum oluşmaktadır.
Yine iş güvencesine yönelik en büyük saldırılardan biri olan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, birkaç yıl aradan sonra tekrar uygulamaya konuldu. Buna göre yeni atanan öğretmenler 4+2 yıl şeklinde sözleşmeli olarak çalıştıktan sonra asıl kadrolarına geçecekler. Yeni açıklanan belgede ise bu sürenin 3+1 yıla düşürüldüğü adeta müjdelenmekte. İş güvencesini tehdit eden bu düzenleme yürürlükte kalmaya devam etmektedir.
Beş yaş zorunlu erken çocukluk eğitiminin zorunlu eğitim kapsamına alınması, okul yöneticilerinin ehliyet ve liyakat temelli görevlendirilmesi, ikili eğitimin tümüyle kaldırılması, Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılması gibi yıllardan beri dillendirilen ancak somut anlamda hiçbir adım atılmayan başlıklar yine silsile halinde tekrarlanmış, hayata geçirileceği söylenen uygulamaların nasıl gerçekleştirileceği konusu ise bir başka bahara kalmış gibi görünüyor.
Uzun maddeler hâlinde, şatafatlı toplantılarla birbiri ardına açıklanan belgeler, sorunların çözümü noktasında maalesef aynı performansı göstermiyor. Bu belgelerin hazırlık sürecinde çalışan, emek üreten ve krizin faturası ödettirilmeye çalışılan halk temsil edilmiyor. Bilhassa bu belgede açıklanan maddeler, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarının çözümü noktasında bir beklenti vadetmekten, bir retorik klasiği olmaktan ve günü kurtarma çabasından daha ileri bir noktada durmuyor. Akıbet ne olur onu da zaman gösterecek.
Mazlum Kaya