Hrant Dink Vakfı'ndan “İnsan hakları, özgürlük ve eşitlik savunuculuğu” toplantısı

15.09.2018 - 12:04
Haberi paylaş

Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği "Geçmişe bakmak, geleceği tasarlamak" panelinin "İnsan hakları, özgürlük ve eşitlik savunuculuğu" oturumunda Türkiye'de hak savunuculuğunun serüveni konuşuldu.

Bianet'ten Pınar Tarcan'ın hazırladığı haber şöyle:

Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği Uluslararası Hrant Dink Ödülleri'nin onuncusu Hrant Dink'in doğum günü olan 15 Eylül'de (yarın) sahiplerini bulacak.

Ödülün onuncu yılı dolayısıyla, insan hakları, adalet ve özgürlüklerin ele alınacağı, 'Geçmişe bakmak, geleceği tasarlamak' başlıklı konferansın "İnsan hakları, özgürlük ve eşitlik savunuculuğu" başlıklı oturumu, Ali Bayramoğlu'nun moderatörlüğünde yapıldı.

Oturumda insan hakları savunucusu, avukat Eren Keskin, Kaos GL üyesi Ali Erol, Vicdani Ret Derneği üyesi, avukat Davut Erkan ve Hrant Dink 2016 ödülü sahibi Theresa Kachindamot hem kişisel hikayeleri hem genel anlamda hak savunuculuğu süreçlerini aktardı.

"Hrant hem acı hem huzur bıraktı"

İnsan Hakları Derneği (İHD) Avukat Eren Keskin, konuşmasına Hrant Dink'i anarak başladı.

"Bazı insanlar hem garip bir acı hem huzur bırakırlar, Hrant Dink gerçekten böyle biriydi. Yakından tanıma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum" diyen Keskin şöyle devam etti:

"Bu coğrafyanın en büyük suçunu/soykırım suçunu hiç anlamak istemeyen bir topluluğa en naif şekilde anlatabilmiş biri.

Ben bugünü anlamaya 1915'ten başlanması gerektiğini duyuyorum.

Bugün yapılan tartışmaları da sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden yapılmaması gerektiğini düşünüyorum, Erdoğan karşıtlığı bize devleti unutturdu adeta, çok kirli suçlar işlemiş bir devlet var ortada oysa.

Bugüne kadar hep bizim gerçek devlet dediğimiz yapı her zaman daha güçlüydü hükümetlerden.

Örneğin Diyarbakır Cezaevi'nde 15 kişi demir çubuklarla öldürülmüştü. Biz oraya gittiğimizde Adalet Bakanı bize şöyle diyordu 'İnanın haberim yok'.

İlk kez AKP ile birlikte yüzde 50'ye varan bir oy tabanı olan bir hükümet var.

1990'larda derin devletin istediği her şey Erdoğan eliyle son derece kolay bir şekilde devam ediyor. Şiddet o kadar normalleştirildi ki...

Biz 90'larda sorduğumuzda 'yapmadık' derlerdi bize, ama şimdi kendi sosyal medyalarından işkenceyi paylaşıyorlar.

Altına halktan 'çok iyi yaptınız', 'ellerinize sağlık' diye yorumlar yapılıyor.

Biz bu coğrafyada idamı kaldırma noktasına geldik, kimse idamı kaldırmayın diye sokaklara çıkmadı, şimdi yapamayacakları hâlde, bunun politikasını yapıyorlar. Sadece halkın o ırkçı duygularını güçlendirmek adına."

"Gel denize girelim, açılalım"

Eren Keskin, kişisel hak mücadelesini ise şöyle aktardı:

"13 yaşında Kürt olduğumu öğrendim, benim için çok değerli bir hikayedir bu.

Ailemle birlikte deniz kenarına gitmiştik.

Babamın halasının oğlu bana dedi ki 'Gel seninle denize girelim.' Denizde yüzerken Kürt olduğumu öğrendim. 'Sen çok akıllı bir kızsın, sen Kürt'sün bunu unutma' dedi.

Yıllar sonra babamın ikizi olan amcam bir Ermeni ile evlendi. Çok eğlendirirdi yengem bizi. Ben de keşke ben de Ermeni olsaydım diye düşünürdüm. İyiliğin temsili gibi görmüştüm.

Yengemle Sedef adasına gittik, ona dedim ki 'Sizin soykırımda aileniz zarar gördü mü?' Bana dedi ki 'Gel denize girelim açılalım. Yengem bana orada anlattı. Kimselerin olmadığı ortamda konuşmaya çalışmak gerçekleri benim belki insan hakları savunucusu olmamda en büyük etken oldu."

"Neden bugüne kadar soykırımı tartışmadık?"

"Neden biz bugüne kadar soykırımı tartışmadık, bu yeni yeni tartışılmaya başlıyor, bu ne kadar kötü bir şey. Hepimizin susarak bir tarafından ortak olduğumuz bir gerçeği biz tartışmadık bu coğrafyada.

Bu soykırımı gerçekleştiren zihniyet kurdu Cumhuriyet'i. İttiyatçı zihniyet ve şeriatçı ziyniyet arasında kıstırıldık. Üçüncü yolu bulmaya çalışmadık. Kemalistlerle İslamcılar arasına kıstırılmış bir coğrafyada yaşıyoruz.

Bizim kurduğumuz tüm yapılar, hepimizin kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Biz ne kadar kırabildik bize dayatılan resmi bakış açısını? Ben bunun hâlâ çok uzağında olduğumuzu düşünüyorum.

Ben de yıllardır kadın mücadelesindeyim. Mesela kadın hareketini ele alayım. Örneğin geçtiğimiz yıl bir minibüste bir erkek tarafından bir kadının suratına tekme atıldı giydiği şort nedeniyle.

Haklı olarak hepimiz ayağa kalktık ama çok kısa bir süre önce Varto'da bir kadın gerilla çırılçıplak soyuldu ve sergilendi, kimse buna sesini çıkarmadı.

Biz bize dayatılan bakış açısıyla muhalefet yapabiliyoruz, bunu kırabildiğimiz zaman muhalefet yapabileceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler her zaman kontrol edebilecekleri bir şiddet istiyorlar."

"Vicdani ret, bir hak mücadelesi"

Vicdani Ret Derneği üyesi, avukat Davut Erkan, vicdani ret hareketiyle ilgili 'hak mücadelesi' vurgusu yaptı, özetle şöyle konuştu:

"Vicdani ret Türkiye özelinde hem bir ret hem de haklar mücadelesi. Vicdani ret bir insan hakkı. Bu hak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki vicdan özgürlüğünün bir parçası olarak görülüyor.

Bu anlamda vicdani ret bir hak mücadelesi. Türkiye'de sadece bir hak mücadelesi kapsamında değerlendirilmiyor.

Vicdani ret hareketi zamansal olarak dinamik bir hareket. Ben 2009 yılından beri bu hareketin içerisindeyim. 'Barış İçin Vicdani Ret' Platformu'nu kurmuştuk.

1989'da ilk vicdani ret açıklanıyor bugün baktığımızda bine yakın vicdani ret deklare edildi. Bu bir kazanımdır. Hukuksal olarak kazanımlarımız ülkenin politik iklimiyle paralel.

1990'larda ezilen kesimler nasıl muamele görüyorsa biz de o muameleyi gördük. 2003'ten sonra bir süre daha rahattık. AİHM kararları nedeniyle hakkımızdaki yakalama kararları kalktı.

2011'den sonra baskı iklimi, ülkedeki genel havaya paralel olarak üzerimizde yoğunlaştı."

Kaos GL: 25 yılı geride bıraktık

Kaos GL üyesi Ali Erol, LGBTİ bireylerin hak mücadelesiyle ilgili "Biz de bu toplumda heteroseksüeller gibi eşit yaşamak, eşit vatandaşlık muamelesi görmek istiyoruz" diye başladığı konuşmasına şöyle devam etti:

"Bunun için de 'Buyrun, hoş geldiniz' diyen kimse olmadığı için aklımızın erdiğince, elimizden geldiğince bir mücadele sürecine başladık.

Bizim kendi hayatlarımız açısından ve belli Türkiye siyaseti açısından baktığımızda neredeyse 25 yılı geride bıraktık.

Bayrağımızın rengi olan gökkuşağının altında herkese yer var diye düşünüyorum, diğer taraftan da yaşadığımız ülke gerçeklerine baktığımızda biz neden bütün bu zorluklardan muaf olalım ki.

Toplumu hayatı bir bütün olarak o heteroseksüellik üzerinden kurulmaya çalışıldığında heteroseksüel olmayan herkesin bir inkarı söz konusu.

Hâliyle heteroseksüel olmayan gay'in, trans'ın, lezbiyenin var olma çabası o mücadeleyi de beraberinde getirdi.

Görünür olursan, eşit bir vatandaşlık talebinde bulunursan işe alınmazsın, işten atılırsın, sırf cinsel kimliğinden dolayı öldürülebilirsin, bir şekilde öldürülürsen adalet talebin de yerine getirilmez.

Şu anda transların da, gaylerin de, lezbiyenlerin de adı konulmuş yasal bir güvencesi söz konusu değil."

Theresa Kachindamato'nun erken yaşta evliliğe karşı mücadelesi

Ülkesi Malavi'deki kamplarda küçük kızlara 'kocalarını mutlu etme' misyonuyla verilen 'cinsellik eğitiminin' aslında cinsel taciz olduğunu, erken yaşta çocukların hiçbir şekilde evlendirilmemesi gerektiğini anlatmak için kabile kabile gezen Theresa Kachindamoto, Hrant Dink 2016 ödülü sahibiydi.

Kachindamato mücadelesini şöyle anlattı:

"Bizim kültürümüz kadınların herhangi bir şey başarmaması üzerine inşa edilmiştir. Ben 12 kardeşli bir ailenin en küçük çocuğuyum.
"Herhangi bir başarı elde edebileceğim ailemin beklentileri arasında bile değildi.

Üniversiteye gitmek istediğimi söyledim liseden sonra ve babamla anneme bu hayalimi söylediğimde beni göndermeye karar verdiler.

Üniversitede sosyoloji okudum ve üniversite sekreteri olarak istihdam edildim.

Küçük bir kız gördüğümde hep sorununu çözmeye çalışırdım.

Toplumdaki sorunlarla yüzleşmeye başlamam bu şekilde oldu. Ben bir aileyle karşılaştım, 'bu bebek sizin mi?' dedim. 'Evet' dedi. 'Kaç yaşındasın?' dedim, önümüzdeki ay 14 olacağım dedi. Bu benim için şok vericiydi.

Bu olaydan sonra bu konudaki araştırmalarımı derinleştirdim. 2005'te bütün yaşadığım yerdeki fikir önderlerini, özellikle de kabile liderlerini bir araya getirdim, artık çocuk evliliklerinin sonlandırılması konusunda bir şey yapmalıydık.

Bir mutabakat zaptı imzaladık kendi aramızda ama bu işlevde olmadı, kültürün çok önemli bir hâline gelmişti. 2015 yılında tekrar çağırdım bu kabile şeflerini ve 'Artık yeter' dedim. Yine bir anlaşma imzaladık.

Bu anlaşmadan sonra şunu söyledim: Hiç kimse hiçbir şeye karışmasın ben bu köylere teker teker gidip ne yapmaları gerektiğini anlatacağım."

"Üç binden fazla erken evlilik iptal edildi"

"51 kabile lideri ve 500'den fazla köye ulaştım. Bu geleneğin nasıl bir zarar verdiğini anlatmaya çalıştım. Her bir kabilenin kendi içindeki gelenekleri de karşıma engel olarak çıktı.

Ben çocukların büyüyüp hayatlarına sahip çıkabilmelerini istedim. Ben artık bu sürecin sonlanması gerektiğini biliyordum ve bu konuda bir bilinç yaratmaya çalıştık.

Kabile şeflerini ikna etmek hiç kolay olmadı. Bu kültürün artık sonlanması gerektiğini her fırsatta anlattım. Biliyorum ailelerin çocukları üzerinde hakları var, tasarrufları var ama çocukların bu şekilde evliliğe zorlanmasına engel olmalıyız dedim.

Onlar bizim çocuklarımız sen karışamazsın' dediler.

Sonra tekrar kabile şefleriyle bir araya geldik ve kendi aramızda bir sözleşme imzaladık. Hukuki anlamda bağlayıcılığı da vardı bu metinlerin. Bu bağlayıcı nüansı da elde ettikten sonra çalışmalarımızı yoğunlaştırdık.

3 binden fazla evlilik iptal edilmiş oldu. Çok şanslı hissediyorum kendimi. 5 kızla tanıştım, onların aileleri bana saldırdı, beni dövmek istediler ama sonrasında tekrar karşılaştığımızda bana teşekkür ettiler, 'Sayenizde çocuklarımız okula gidiyor, üniversiteye de devam edecekler'.

Artık ellerindeki imkansızlardan bahsetmelerine olanak vermiyoruz çünkü onlara her türlü bakım imkanını sağlamaya çalışıyoruz."

Bültene kayıt ol