Bayramın ikinci gününde Tarlabaşı Dayanışma Platformu gönüllülerinin organize ettiği çocuk şenliğinde, depremzedeler, göçmenler, Tarlabaşı’nda oturan aileler ve çocukları bir araya geldiler. Burada Sınır Tanımayan Palyaçolarla buluşan, Arap, Türk ve Kürt çocukları, canlı performans eşliğinde sınırları ve dil bariyerlerini aşarak birlikte eğlendiler. Neşeyle geçen dakikalar, sınırlar ortadan kalktığında dünyanın yaşanılabilir, eğlenceli bir yer olabileceğini gösterdi.
Tarlabaşı Dayanışma tamamen gönüllü katkılarla etkinliklerini düzenleyen bir platform. Belirli bir semt adıyla anılıyor, çünkü faaliyetlerine burada başladı. Ama şimdi pek çok yerde, özellikle deprem bölgesinde etkinliklerine devam ediyor. Gönüllüler marksist.org’a hem platformun yaptıklarını hem de 22 Nisan’da düzenlenen şenlikle ilgili değerlendirmelerde bulundular.
Kadir Bal: “Kendi dinamiklerimize dayanan bir imece hareketiyiz”
Bugün gerçekleştirdiğimiz etkinliğin geçmişi 12 seneye dayanıyor. Aslında etkinlik bahane, asıl amacımız: çocukları sevindirmek. Burada yaşayan insanların şöyle bir gerçekliği var. 30 yıldır Tarlabaşı’nda yaşayıp, bu semtten dışarı çıkmamış, boğazı, denizi görmeye bile gidemeyen, başını bile kaldıramamış birçok kadın yaşıyor burada. İçinde bulundukları cinsiyetçi yapılanma içerisinde, ev ve iş yükünün altında, kadınların sadece kendileri değil, emekleri de görünmez hale getiriliyor.
Tarlabaşı ve benzeri semtlerde kadınlar ve çocukları hapis hayatı yaşıyorlar. Erkekler işleri nedeniyle kamusal yaşamın içinde daha fazla yer alıyorlar. Ama kadınların katıldıkları faaliyetler sınırlı. Böyle olduğu için ana dili Kürtçe dışında Türkçe bilmeyen kadınlar var. O nedenle bu şenlikler kadınlar ve çocuklar için bir nefes oluyor.
Burada yaşayan insanlar ağırlıklı olarak midye satışında çalışıyor. Kayıt dışı olarak atölyelerde çalışıyorlar. Aslında hep yer altında, karanlığın içinde umudu arayan, güneşi özleyen insanlar. Tarlabaşı Dayanışma olarak gerçekleştirdiğimiz tüm etkinliklerin amacı bu ilişkileri arttırmak, köprüleri kurmak. Aramızda hukukçu ve sağlık çalışanı arkadaşlar var. Mahallede yaşayan insanlar bu hizmetlere ihtiyaç duyduğunda gönüllü arkadaşlarımıza ulaşabiliyorlar. Biz tüzel bir yapısı olmayan, fonlara yaslanmayan, kendi öz dinamikleriyle faaliyet gösteren bir imece hareketiyiz.
Fatma Yeralan: “Amacımız görünmez olanları görünür kılmak”
Tarlabaşı Dayanışma’nın kurucularındanım. Çocuk ve kadınlarla birlikte çalışıyoruz. Bu çalışmanın içinde kadınlar hep arka planda kalıyor. Zaten mahallemizde yaşayanlar görünmeyen yüzlerdir. Ben de görünmez olanların görünür olması için bu çalışmaların içinde yer alıyorum. Burada özellikle kadınlara hitap ediyoruz. Kadınlara hitap edince çocuklara da hitap edebiliyorsunuz. Kadınların ayakları üzerinde durmaları gerektiğine inanıyorum.
Kadınlar sabah saat beşte, altıda kalkıp, akşam sekize kadar çalışıyorlar. Ne kendilerine, ne çocuklarına ne de eşlerine ayıracak zamanları var. Bunlar olmadığı için doğal olarak iletişim de zor oluyor. Kadınlar sürekli bir iş rutini içinde: Sabah çıkar, bazıları işe gider, bazıları çocuklara bakar, midye yapar, yemek yapar, uyur ve kalkarlar. Bu etkinliklerle kadınların özgüvenli olmalarını hedefliyoruz. Öz saygılarını kazanmalarını, kendilerini yok saymadan, farkındalık yaratabilmelerini istiyoruz. Burada kurduğumuz sofraların amacı karnımızı doyurmak değil, ruhumuzu doyurmak. Buraya gelen arkadaşlarımız burada yaşayan ailelerin yaşamlarına dokunuyorlar. Aynı zamanda da kadınların yükünü hafifletiyoruz. Burada yardım etmiyoruz biz, dayanışıyoruz.
Muhammed Sıddık Yaşar: “Göçmenlere yasal güvenceler verilmeli”
Bu çalışmalara, “İstanbul’un ötekileri” olarak adlandırdığımız mahallelerde, göçmen kardeşlerimize ve ihtiyaçları olanlara yönelik olarak başladık. Sahada insani çalışma yapan ve bizim gibi düşünen, fikirsel anlamda da bütünleştiğimiz arkadaşlarımızla bu dayanışmayı oluşturduk. Bu çalışmalar Tarlabaşı’nda daha fazla görünür olduğu için, bölgenin adıyla anılmaya başladı. Ama İstanbul’un çeşitli semtlerinde ve İstanbul dışında pek çok bölgede çalışmalar gerçekleştirdik. Önce göçmenler, madde bağımlıları, sokak çocukları, belli yaş üstü evsiz erkekler, şiddete uğrayan kadınlarla çalışmalar yaparken, toplumun birçok alanında dağılmış ve ötekileşmiş kimlikleriyle temaslar kurarak, bu alanlarda yaşanan sorunlara yönelik çözümler üretmeye çalıştık.
Tarlabaşı Dayanışma, göçmen ve göçmen sorunlarıyla ön planda genelde. Son 20 yılda Türkiye hem jeopolitik konumu, hem de coğrafi durumundan dolayı, göçmenlerin uğrak yeri ve durağı oldu. Göçmenlerin buradaki geçişlerinde yaşadıkları sorunları çözmeye çalıştık. Göçmenlerin 2020’de Edirne sınır kapısına dayandığı dönemde, pandemi sürecinde, 10 binden fazla göçmenle temas ederek sorunlarını çözmeye çalıştık.
Siyasi politik çevrelerin en az avantajlı bulduğu alan göçmenler. Siyasiler göçmenleri, oy potansiyeli barındırmayan, siyasi gündeme artı değer katmayan, etkisiz, hatta tam tersi asalak ve zararlı kitleler olarak görüyorlar. Dünyada da genelde böyle bir bakış var göçmenlere.
Bu nedenle, herhangi bir geliri olmayan göçmenlere hiçbir destek yok. Uluslararası platformların verdiği destek nedeniyle mevcut iktidar göçmenleri seviyor gibi görünse de tamamen çıkar ilişkisine dayanan bir durum söz konusu. Seçim sonrasında oluşan parlamento yapılanmasında yüzde 80 göçmen düşmanlığı üzerine kurulmuş bir durum var. Avrupa’da faşist, aşırı sağ, hatta merkez siyasette göçmen karşıtlığı ön plana çıkmakta. Ancak Türkiye’de göçmen düşmanlığı görünür halde; göçmenlere yönelik cinayetler, pogromlar, tecavüz olayları yaşanmakta. Göçmenler hastalıklı, cüzzamlı kitle muamelesi görüyor. İlerleyen yıllarda bu durum daha da kötüleşebilir. Nitekim göçmenler sokaklardan suçlu gibi toplanıp, geri gönderme merkezleri cezaevi gibi kullanılıp cezalandırılıyor, kendi ülkelerine ölüm riski olmasına rağmen gönderiliyor. Ne Türkiye’de ne de dünyada göçmenlerin sorunlarına çözüm üretiliyor. Ümidimiz, göç idare sisteminin değiştirilip, bakanlık düzeyinde yeni bir sistem kurulması. Ülkede yaşayan göçmenlerin illegal durumdan çıkarılıp, yasal güvencelerle birlikte statü kazanmalar. Böylece göçmenlerin sorunlarına kalıcı çözümler üretilebilir ve göçmenlerin yaşamları kolaylaştırılabilir.
Güray Dinçol : “Amacımız eşitlik gözeten, ayrımcılık gözetmeyen sanat yapmak”
Sınır Tanımayan Palyaçolar; uluslararası bir sivil toplum kuruluşu ve biz bu kuruluşun Türkiye ayağını oluşturuyoruz. Aslında deprem bölgesi için bir ekip oluşturuyoruz. Bu sahada ikinci günümüz. Amacımız deprem bölgesinde gösteriler yapmak. Sokak gösterisi tamamen ayrımcılık gözetmeyen, seyirciyle aynı zeminde, özellikle dezavantajlı bölgeleri hedefleyen bir proje. Bu projeye depreme öncesinde başlamıştık. Ama depremle birlikte seyrini deprem bölgesine çevirdik. Amacımız çok fazla sanat ve performans sanatlarının görünür olmadığı, bu tür faaliyetlere ulaşmaya fırsat bulamayan çocuklara ulaşmak. Hedef kitlemiz özellikle çocuklar ve kadınlar. Daha ulaşılabilir, daha erişilebilir, eşitlik gözeten, ayrımcılık gözetmeyen bir sanat biçimi oluşturmak.
Bunun içinde gösteri müzik, dans, tiyatro, sirk sanatları gibi farklı türleri Clown yani modern palyaçoluk çatısı altında topluyor. Biz oyunlarımızı üç dilli oynamaya gayret ediyoruz. Gittiğimiz bölgeye göre Türkçe, İngilizce, üçüncü dil olarak da Arapça ve Kürtçe. Gittiğimiz bölgenin, ya da oynadığımız kitlenin ana dilini mutlaka gösteriye dahil ediyoruz. Sanatçılardan birinin de ana dilinin olmasına gayret ediyoruz. Zaten temel hedefimiz ayrımcılık gözetmeyen bir sanat yapmak olduğu için, deprem bölgesinde Suriyeli ve Türkiyeli çocukların bir arada yaşadığı kampları özellikle seçiyoruz. Bugüne kadar profesyonel ekiplerle bölgeye üç kez gittik. Şimdi bu ekibi bölgeye hazırlayıp, Türkiyeli ve Suriyeli çocukların birarada izleyebilecekleri bir gösteri forumu yaratmak bizim için önemli.