Radikal sol ittifak Syriza'nın seçim zaferi, başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde büyük bir heyecan yarattı. Yunanistan'daki Sosyalist İşçi Partisi'nden (SEK) Nikos Loudos'a Syriza'nın bugünlere nasıl geldiğini sorduk.
Kapitalizmin 2008 yılında başlayan krizini aşmak için AB ve IMF tarafından “pilot bölge” seçilen Yunanistan’da, yardım paketlerini alabilmek için uygulanması dayatılan kesintilere karşı işçi hareketi direnişe geçti. 32 genel grevin yaşandığı ve 4 hükümetin devrildiği bir dönem oldu. Bu süreçte Syriza adlı radikal sol ittifak büyük bir sıçrama yaşadı. Kurulduğu 2004 ile 2009 yılları arasındaki üç seçimde %5 civarı bir oy gücüne sahip olan parti, 2012 ile birlikte önce %17 daha sonra ise %27’ye sıçradı. Son seçimlerde ise %36,6 oy oranıyla birinci parti hâline geldi. Syriza’yla ilgili deneyimleri, 2015 Ocak seçimlerinden kısa bir süre önce Yunanistan’da mücadele eden Sosyalist İşçi Partisi'nden (SEK) Nikos Loudos ile konuştuk. Onun anlattıkları şöyle:
Syriza 2004’te kuruldu. Yunanistan’da soldaki genel bir sürecin yanıması olarak çıktı. Bu dönemi özetleyecek cümle “solun sola dönmesi” idi ve oldukça ilgi çekici bir dönemdi. Yunan solu, Avrupa solunun büyük bölümünün tam tersine bir trende girdi. Syriza’yı oluşturan ana parti Synaspismós idi. Synaspismós, Yunanistan’daki Euro-komünist Parti’nin devamı. 80’lerde Yunanistan’da iki komünist parti vardı: Moskova bazlı KKE ve Euro-komünistler.
Euro-komünistler her zaman resmi Komünist Parti’ye göre daha sağda, sosyal demokrasiye yakın duruyorlardı. AB’yi ve Yunanistan’ın AB’ye entegrasyonunu açıkça savunuyorlardı. Yani Synaspismós’un doğuşu, mevcut düzene bu kadar yakın bir partinin bile sola dönüşünü simgeliyor. Fakat yine de 90’lar boyunca PASOK’la bir koalisyon hükümeti (“çoğulcu sol hükümet”) kurma projesinin peşinden gittiler. Seçmen tabanları %3 civarıydı.
İşçiler ve sokak hareketleri solu sola çekti
2000’de bu strateji değişti. Syriza bunun sonucunda doğdu. Synaspismós dahi PASOK’la mesafelenmek zorunda kalmıştı. “Çoğulcu sol hükümet” yerine sosyal hareketlerden bahsetmeye başladılar. PASOK’un iktidarda olduğu o dönemdeki hareketler, resmi solu da, Komünist Parti’yi de kendine uyum sağlamak zorunda bırakmış ve sola çekmişti.
Bunlar, 1998’deki grev dalgasıyla başlayan, Öcalan ve Kürtleri destekleyerek PASOK’u krize sokan hareketi, antikapitalist hareketin Yunanistan’daki yansıması olan Prag için seferberliği ve 2001’de emeklilik reformuna karşı (kazanan ve bakanı istifa ettiren) bir genel grevle zirve yapan, Filistin’le dayanışma ve Afganistan-Irak işgallerine karşı savaş karşıtı kampanyaları da içeren bir dizi sosyal hareketti.
Yani bu, işçi eylemlilikleriyle sosyal hareketlerin arka arkaya geldiği çok yoğun bir dönemdi. Bu politizasyon, PASOK içinde gitgide daha fazla kriz yarattı. Bir taraftan merkez sol partinin girdiği yol, bir yandan da var olan bu hareketler, solu duruma uyum sağlamaya ve daha sol politikaları savunmaya itti.
Radikal soldaki ufak güçlerle ittifaklar
Bunların sonucu olarak Syriza’nın kurulmasına dair inisiyatif geldi, 2004 yılında. Burada, Synaspismós’un son birkaç yılda ittifaka girdiği daha küçük sol güçler bir araya geldi. Bu çift taraflı bir süreçti: Synaspismós daha sola kayarken, en soldaki güçler de biraz sağa kayarak ona uyum sağlıyordu.
Synaspismós bu süreçte bir de liderliğini değiştiriyordu. 1990’larda liderleri olan Maria Damanaki, daha sonradan PASOK’a katıldı. Bir başka uzun süreli lider, Nikos Konstantopoulos çok “resmi” bir figürdü, hatta Synaspismós’u bıraktıktan sonra ülkenin en büyük futbol kulüplerinden birine (Panathinaikos) başkan oldu.
Syriza gerilimlerle başladı. 2004 genel seçimlerine katıldılar. Ancak bir bölünme yaşadıkları için Avrupa Parlamentosu seçimlerine parti olarak katılmadılar ve Synaspismós bu seçimde ayrıca yer aldı.
Sosyal demokrasinin zirveye çıkışı ve çöküşü
Syriza uzunca bir süre seçimlerde bir çıkış yapmadı. 2004-2009 arası üç seçimde Synaspismós’un geleneksel gücünün pek ötesine geçemedi. Bunun birçok sebebi var, kesin bir şey söylemek zor. Ama en başta şunu söylemek lazım: PASOK’un krizi şu anki gibi değildi. Syriza’nın yaptığı sıçramayı açıklarken Syriza’nın ne olduğundan önce PASOK’taki krizin ne kadar büyük olduğunu anlatmak gerekiyor. Avrupa solu böyle bir hata yapıyor: Bu başarıyı incelerken, genel duruma odaklanmadan Syriza’yı anlamaya çalışıyor. Burada birçok faktör var ama en önemlisi hareketin başarısı; büyük değişim ise PASOK’un yıkılması.
2009 yılında seçimler anlamında böyle bir alan yoktu. Tam tersine, PASOK %44 ile tarihinin en yüksek oyunu almıştı. Bu dönemde egemen sınıfın kafası kriz konusunda karışıktı ve “Kriz bitti” gibi basit yalanlar kullanıyorlardı. PASOK sloganlarında ve dilinde zenginlere karşı daha agresif bir tutum takındı ve halkın taleplerine yanıt vermeye çalışan programla seçimi kazandı. Halka vereceklerini anlatarak “Yeterince para var” sloganını kullanıyorlardı. Bu söylem çok çabuk çöktü, PASOK iktidar olunca ülkeyi IMF ve Troyka’nın kontrolüne soktu.
Syriza da krizden çıkış için ciddi bir yol önermiyordu. İktisatçı aydınları “krizin çok da önemli olmadığını” söylüyorlardı. Bunu bir ölçüde hâlâ yapıyorlar, asıl önemli olanın vergilerin yeniden pay edilmesi olduğunu dile getiriyorlar. Krizi kapitalizmin krizi olarak görmekten kaçındılar.
Sola ihtiyaç: Syriza’nın önü nasıl açıldı?
2012’deki seçim başarılarını anlamak için, tekrarlıyorum, Syriza değişmedi ama genel durum değişti ve bu, partiye bir alan açtı.
Yükselişlerini anlamak için bir diğer etken: krizin başladığı 2008-2010 yıllarına girerken, burada ayrıca Aralık-2008 olayları yaşandı, lise öğrencisi Alexis’in öldürülmesi sonucu yaşanan gösteriler, çok önemli bir süreçti. Durum çok değişkendi: kamuoyu yoklamalarında bazen KKE (Komünist Parti) güçlü gözüküyordu, bazı başka anlarda ise DIMAR (Syriza’dan sağa doğru kopan ‘Demokratik Sol’) oyunu arttırmış çıkıyordu. Politik arenada her şey çok hızlı değişiyordu ama kesin olan şey solda bir şeye ihtiyaç olduğuydu.
2008-Aralık isyanında, egemen sınıf, solu olaylarla mesafelenmeye zorluyordu. Komünist Parti bunu hemen resmi olarak yaptı ve gösterilere karşı olduğunu açıkladı. Syriza böyle yapmadı. Hükümet, olaylarla pek bir alakası olmadığını bilse de, Syriza üzerinden sola saldırdı. Olup bitenleri Syriza’nın açıklaması gerektiğini söylüyordu. Böylece, Syriza liderliği de hareketle arasına bir miktar mesafe koymak zorunda kaldı. Yani düşman ilan etmiyorlardı ama “Tamam ama sınırlarınız olmalı, mesele siyasi olarak çözülmeli” diyorlardı. Egemen sınıfın burada bir aptallık yaptığını söylemek mümkün. Syriza’yı “yumuşak” görerek sola onun üzerinden saldırırken, onu bir düşman olarak büyüttüler ve ona bu öfkenin sesi olma fırsatını verdiler. Ama bu, 2009 seçimlerine yansımadı.
Partide kriz ve Syriza içinde sol
2010’da Syriza içinde büyük bir kriz baş gösterdi. Seçim sonuçlarıyla da alakalıydı. Koalisyonda yer alan radikal sol örgütler, Synaspismós’un 2000’lerin başındaki lideri Alekos Alavanos’un partiden ayrılarak kurduğu bir birliğe destek veriyordu. Böylece bu örgütler, Syriza’nın hem içinde hem de dışında konumlanmaya başladılar. Syriza’yı sola dönmeye, kriz ve Avrupa Birliği hakkında net bir tutum almaya çağırıyorlardı. Syriza içindeki bu örgütler, 2010 yerel seçimlerinde Alavanos’un “Dayanışma ve (iktidarı) devirme cephesi”ni desteklediler ve büyük bir mağlubiyet aldılar. Böylelikle dağıldılar. Bir kısmı Tsipiras’ın liderliğine katıldı, bir kısmı parti içinde önemsiz bir konumda yoluna devam etti. Bu dönem, Syriza içinde sol kanadın zemin bulma şansının olduğu son andı. Bu yüzden önemliydi.
Bu dönemden sonra, Syriza liderliği, politik olarak daha uysallaşma ve “muhafazakâr” pozisyonları savunma yoluna girdi.
Büyük sıçrama ve “sorumlu” siyaset dönemi
Kritik nokta 2012’de Mayıs ayında %17 aldıkları seçimlerdi. İkinci parti oldular. Parlamentodaki denge yeni bir hükümetin kurulmasına izin vermeyince Haziran’da tekrar genel seçim yapıldı. Bu süreçteki büyük kutuplaşma Syriza oylarını %27’ye taşıdı. Bir ay içinde %10 güçlendiler.
Böylelikle, Syriza artık “iktidar olmayı bekleyen” ikinci parti hâline geldi. Bu son iki yıl, bu doğrultuda, gitgide daha muhafazakâr ve “kurumsal” bir yüz inşa etmekle geçti. Sokaktaki hareketlerin yaptıklarına sınırlamalar koymaya çalıştılar; aynı zamanda siyasette de ittifaklar arayışına girdiler ve kendilerini “herhangi bir diğer parti gibi yönetebilecek” bir parti olarak telaffuz etmeye başladılar.
Syriza, büyük olasılıkla bir dahaki seçimlerden birinci olarak çıkacak. Ancak bir kitle partisi değil, küçük bir parti. Seçmen tabanı çok geniş ancak örgütlülükleri buna paralel değil. Örneğin, sendikalardaki ağırlıkları Komünist Parti’den daha az. Emek örgütlerindeki ittifakları –hep öyleydi ve hâlâ böyle- PASOK’un sendikacılarıyla. Hatta son iki yıldaki büyük bir değişim, PASOK’lu çok sayıda sendikacı partilerinden ayrılarak Syriza'ya katıldılar. Hâlâ aynı zihniyetle sendikacılık yapıyorlar ama artık Syriza üyesi oldular.
Syriza, bazı sendikalarda, seçmen tabanı olarak hiçbir gücü veya başarısı olmayan bir diğer radikal sol ittifak ANTARSYA’dan bile daha güçsüz. Bütün bunlar, partinin bir yandan krize karşı direnen işçi sınıfı mücadelesinin üstünden yükselip bir yandan da “egemen sınıfa güven veren” bir siyasi yönelime girmesinin yarattığı çelişkilerin ürünü.
Başka alternatifler var mıydı? Syriza’nın farkı neydi?
Aslında Komünist Parti’nin de Syriza’nın yerinde olma ihtimali vardı. Ancak sekter politikaları, yeni hareketlere kapıları kapatması ve kendisini tüm ortak eylemlilik süreçlerinden çıkarması, bu radikalleşme dalgasıyla ilişkilenmesini engelledi. Büyük bir taban inşa edebileceği sendikalarda bile böyle olmadı. KKE böylelikle PASOK’tan umudunu kesen ve yeni bir sol alternatif arayan milyonlar için bir çekim merkezi olamadı. Ancak 2012’nin ilk seçimlerinde %8 almışlardı. Bu çok iyi; yani onlar da oyun dışı değil oyunun bir parçasıydılar.
Bir diğer örnek Demokratik Sol (DIMAR). Büyük partilerle koalisyona katıldılar. Yeni Demokrasi ve PASOK’un büyük bir krize girdiği böyle bir dönemde bir alternatif olamadılar. Şu an çökmüş durumdalar, artık yoklar.
Böylece Syriza kendisini hareketin taleplerinin bir biçimde temsilcisi olarak sunmayı başardı ve PASOK’tan ayrılanlara hitap etti. Aynı zamanda “kesinti” partileriyle hiçbir şekilde koalisyon kurma stratejisine yönelmeyeceğini anlattı. Bütün bunlar, Syriza’yı kazanan bir pozisyona soktu.
- Panos Garganas: “İşçi sınıfı aktivistlerinin çoğu Syriza’nın solunda duruyor”