15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından meydanlarda tankların üzerine çıkan insanların AKP tabanından olması, attıkları İslamcı sloganlar sıkça tartışıldı. Sokağa çıkanlar sadece AKP’liler veya İslamcılar değildi ancak AKP tabanından insanların sokaktaki ağırlıkları ve darbe karşıtı motivasyonun ideolojik öncülüğünü üstlendikleri çok açıktı. Bunun karşısında sokaktaki insanların da darbe kadar hatta bazılarına göre darbeden de büyük bir tehdit oluşturduğu yönünde bir hava oluştu.
Sokaklardaki insanları doğrudan faşist bir hareketin ortaya çıkışı olarak görenler de oldu, kitlenin sağ önderliğinden kaynaklı korkuların tetiklediği bir panik durumu da yaşandı. AKP iktidarının kendisini konsolide etmesinin temel araçlarından biri olan ve yerleşik bir hâle geldiği gözle görülür olan kültürel kutuplaşma bu havaya damgasını vurdu. İslam, gericilik, IŞİD, faşizm gibi sözcükler eşanlamlıymış gibi ve çoğu zaman sokaktaki insanları genellemek için kullanıldı. Oysa iki temel nokta bu tartışmalar içinde gözden kaçırılıyordu: Birincisi darbeye karşı sokağa çıkanların da büyük katkısıyla atlatılan darbe tehlikesinin çok büyük olduğu, ikincisi ise solun darbeye karşı sokağa çıkan kitlelerle kurabileceği bağın yaratabileceği olanaklar.
Üç yıl önce yine bir Temmuz ayında Mısır’da gerçekleşen darbe iktidardaki İslamcı parti, onun tabanı ve darbeye yaklaşım konusunda önemli dersler içeriyor.
Darbe süreci
3 Temmuz 2013’te Mısır’da General Abdülfettah El Sisi, Muhammed Mursi öncülüğünde iktidarda bulunan Müslüman Kardeşler (MK) hükümetini devirdi.
Darbe, ordunun başına Mursi tarafından atanmış olan Genelkurmay Başkanı El Sisi tarafından yönetiliyor olsa da daha geniş bir ittifaka yaslanıyordu. Bu ittifak içinde liberallerden, milliyetçilere, selefilerden, kendini solcu olarak tanımlayanlara ve devrik diktatör Mübarek’in Ulusal Demokratik Partisi’nden arta kalan unsurlara kadar pek çok bileşeni içeriyordu. Darbe, büyük patronlar ve generaller tarafından aylar öncesinden planlanmıştı.
Mursi karşıtı muhalefet kuşkusuz bir darbe girişimi olarak ortaya çıkmadı ancak darbeciler bu muhalefetin manipüle edilmesi yoluyla darbeye zemin hazırladılar. 25 Ocak Devrimi’ne katılan kimi unsurlar ordu ile ittifak kurarak Tamarod isimli hareketi inşa ettiler. Bunun arkasında Mursi’nin askeri darbe dâhil, hangi yolla olursa olsun devrilmesi motivasyonu yatıyordu ancak darbeciler Mursi’yi devirmekle kalmadılar, 25 Ocak devriminden kalan bütün demokratik kazanımları yok ettiler, devrimcileri hapse attılar ve eski rejimi bu sefer El Sisi öncülüğünde yeniden inşa ettiler.
Farklar ve benzerlikler
Altını çizmek önemli, Mısır darbesi ile 15 Temmuz arasında kaba bir analoji kurmaya çalışmayacağım. Arada çok ciddi farklar var. Öncelikle Mısır’daki darbe, 2011’den bu yana iniş çıkışlarla sürmekte olan bir devrim sürecinin üstüne gelmiş ve eski rejimi yeniden tesis etmekte kullanılmıştı, yani bir karşı-devrimdi. Mısır darbesinin ciddi bir sokak desteği vardı, Mursi’ye karşı kitle gösterilerinde ordunun yönetime el koyması talebi açıkça dile getiriliyordu. En önemli farklardan biri ise Mısır’daki darbenin Türkiye’dekinin aksine başarılı olmasıydı.
Bir takım benzerlikler de vardı. Mısır’da iktidarda AKP ile çok yakın ilişkileri olan ve rejim tarafından baskı altında tutulmuş MK hükümeti vardı. MK, devrimin sonucu yapılabilen seçimlerde iktidara gelmiş olsa da devrimin taleplerine sırt çevirmiş, bir yandan eski rejimden kalma ordu ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışırken bir yandan da iktidarını güçlendirecek anti-demokratik adımlar atmaya çalışıyordu. Bu ilişki AKP’nin savaş dolayısıyla ordu ile kurduğu ilişkiye çok benziyordu, ilk defa siviller tarafından yönetilen MK hükümeti ordunun vesayetini kırmak yerine onları güçlendirecek adımlar attı.
MK, tıpkı AKP gibi antidemokratik bir partiydi, tabanında işçiler, yoksullar ve orta sınıflar yer alıyor, bu unsurlar solla ve işçi hareketiyle çeşitli zeminlerde bir zamanlar bulunmuş olsa da MK hükümeti sokaktaki muhalefeti ezmeye ve gücü elinde toplamaya çalışıyordu. Darbe olduğunda MK tabanı da AKP tabanı gibi sokaklara çıktı. Rabiatul Adeviyye Meydanı’nda toplanan kitlelerin üzerine ordu ateş açtı. Daha sonra aynı meydanda ve Nahda Meydanı’nda toplanan darbe karşıtlarına dönük katliamlar gerçekleşti.
Solun darbeye ve İslamcılara karşı tutumu
Solun ezici bir çoğunluğu MK’yı ordunun kendisinden daha büyük bir tehdit olarak gördüğü için meydanlardaki kalabalığa sırtını döndü. Sol içinde orduya karşı tavır alan hareketler bile “ne darbe, ne MK” hattını benimsediler. Bunun sonucu bir yandan sokakta darbeye direnen kitlelerle aralarına mesafe koyarken, bir yandan da çok daha güçlü olan ordu ile MK’yı eşitleyerek orduya aktif bir muhalefet geliştirememeleri oldu. Hedef aldığı liderlikten bağımsız olan aktif bir “darbeye hayır” tutumu geliştirilemedi, ancak geç bir aşamada Devrimci Sosyalistler tarafından dile getirildi.
Solun bu tavrının temel sebebi MK liderliği ile tabanı arasındaki farkı gözetememesi ve bu tabana “gerici” olduğu gerekçesiyle ordudan daha büyük bir tehdit olarak bakmasıydı. Darbeye karşı biraz gecikmeli de olsa tavır alan ve MK tabanına dönük baskılara karşı çıkmak gerektiğini söyleyen Devrimci Sosyalistler, soldaki diğer güçler tarafından Mursi’ci olmakla, İslamcılara hatta faşistlere prim vermekle suçlandı. Dolayısıyla sol, MK tabanındaki yoksulları kazanacak bir politika geliştiremedi. Oysa böyle bir mücadele hattı hem darbeye karşı mücadelede işçi sınıfı ve yoksullarla omuz omuza gelebilir hem de MK’ye sempatiyle bakan tabana liderliğinin ikircikli tavrını teşhir etme şansını yakalayabilirdi.
Darbenin sadece MK’yı hedef almadığı kısa sürede ortaya çıktı. El Sisi cuntası başta işçi ve gençlik hareketi olmak üzere 25 Ocak Devrimi ile bağlantılı her tür hareketi ve örgütlenmeyi hatta devrimden kalan en ufak bilinç kırıntısını bile hedef alıyordu. Devrimciler sokaklarda öldürüldü, pek çoğu tutuklandı. Darbeye karşı ikircikli tutumun bedelini hem sol hem de işçi hareketi çok ağır ödedi.
Devrimci Sosyalistler üyesi Semih Necip kısa süre önce yazdığı bir yazıda Mısır’daki devrimcilerin darbeye yaklaşımını şöyle anlatıyor: “Darbenin ilk yılında, çoğu gerçekliği reddediyordu ve sanki devrim sürüyormuş ve darbe kısa sürede sona erecekmiş gibi çalışmaya devam ettiler. Darbenin görece istikrarlı ve sağlam olduğu anlaşılınca bu reddiye derin bir moral bozukluğu ve neredeyse teslimiyete dönüştü.” Benzer bir kaderi paylaşmıyor oluşumuzda 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların payı var. Ancak aynı tehditle yeniden karşılaşabilir veya hükümetin gücünü tüm muhalefeti ezmek üzere harekete geçirmesi tehdidiyle karşılaşabiliriz. Bu tehditleri savurmak üzere sol, sokağa çıkan ve darbeye direnen kitleler ile bağ kurmaya, idam ve milliyetçilik eksenli sağcı propagandaya karşı bu kitleleri barış, emek, demokrasi eksenine çekmeye çalışmalı ve Mısır’daki yoldaşların Temmuz darbesinden çıkardığı derse uyarak örgütlenmeli, örgütlenmeli, örgütlenmeli.
Can Irmak Özinanır
(Sosyalist İşçi)