DSİP'in kardeş örgütü Marx21, Almanya'da yılbaşında kadınlara yönelik tacizin mülteci karşıtı bir kampanyaya çevrilme girişimlerini ele alan bir yazı yayımladı.
Yazı şöyleydi:
Yılbaşı gecesi çok sayıda kadın cinsel saldırıya uğradı. Ancak siyaset ve medya, bu olayları Almanya'da her gün yaşanan cinsel şiddetle birlikte ele almak yerine, muhtemel zanlıların kökenini tartışıp duruyor.
Köln, Hamburg ve başka şehirlerde yılbaşı kutlamaları esnasında kadınlara yönelik yoğun cinsel saldırılar yaşandı, bunlardan en az biri tecavüzle sonuçlandı. Bütün bunların yaşanmasına izin verilmiş olması ve resmi makamların kadınların şikâyetlerini en azından bir süreliğine ciddiye almamaları hem şaşırtıcı hem de öfkelendirici.
Almanya'da kadınlara yönelik cinsel şiddet, genel olarak büyük ve kesinlikle yeni olmayan bir sorun: Münih'teki Oktoberfest gibi büyük festivallerde ya da karnavallarda kadınlar düzenli olarak tacize, hatta tecavüze uğruyor. Federal Aile Bakanlığı'nın yaptığı bir araştırmaya göre Almanya'daki her yedi kadından biri yaşamı boyunca mutlaka cinsel şiddete maruz kalıyor. Her dört kadından biri -eğitim seviyesinden ya da sosyal statüsünden bağımsız olarak- aile içinde cinsel şiddet görüyor ve bir kısmının aldığı yaralar kalıcı arızalar bırakıyor. Faillerin neredeyse tümü erkek; ancak dinlerine, kökenlerine, eğitimlerine veya sosyal konumlarına dair anlamlı bir sınıflandırma mevcut değil.
Yani Almanya'daki cinsel şiddete karşı toplumsal bir çığlığın yükselmesi için elimizde hemen her gün fazlasıyla neden var. Her iki durum da egemenlerin kadınlara biçtiği rollerle yakından ilgili. Buna uygun olarak da kadınlara yönelik cinsel saldırılar sıklıkla ciddiye alınmıyor ve marjinalleştiriliyor. Köln'de de saldırıya uğrayan kadınlar, sanki kararlı failler karşısında bunu yapmaları mümkünmüş gibi, yerel politikacılar tarafından "kitlesel etkinliklerde davranış kuralları" derslerine maruz bırakıldılar. Kadınlar filmlerde, reklamlarda ve kitlesel medyada düzenli olarak cinselleştirilmiş objeler olarak tasvir ediliyor. Kadınların ezilmesi, bunların dışında da toplumumuza yapısal olarak yerleşmiş durumda; ki bunu ücret farklılıklarında, kariyer şanslarında ya da kadınlara biçilen egemen rollerde görmekteyiz. Sık sık yüksek sesle dile getirilse bile, kadınlarla erkeklerin eşit haklara sahip olması hâlen söz konusu bile değil.
Siyaset ve medya, Müslüman karşıtı ırkçılığı körüklüyor
Siyaset ve medya, Köln ve Hamburg'da yaşanan olayları Almanya'daki günlük cinsel şiddet bağlamında ele almak yerine, olayların ortaya çıkmasından bu yana olası faillerin kökeni ve kamu güvenliği hakkında tartışmalar yürütüp duruyor. Cinsel saldırganlık çok nadir olarak yapısal bir durum olarak ortaya konsa bile, bu, olası faillerin geldikleri ülkelerin "kültürü" bağlamında yapılıyor. Bu şekilde de saldırganlığa dair yapılan tartışma daha başından araçsallaştırılıyor ve klasik bir ırkçı argümantasyonun ardından, Müslümanlar veya mülteciler bir bütün olarak faile dönüştürülüyor.
Ana akım medya ile siyasetçiler, halihazırda zaten mevcut olan Müslüman karşıtı ırkçılığı ve mültecilere karşı saldırganlığı daha da körüklüyorlar: Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti başbakanı Hannelore Kraft, kriminal yabancı suçluların sınır dışı edilmesi gerektiğini söylüyor. Sat-1 kahvaltı programında da "değerlerimizin, yaşam tarzımızın ve inançlarımızın", "Müslümanlara" karşı korunması çağrısı yapılıyor. Olay yerinde bulunan sayısız erkeğin ve yüz kadar polis memurunun kadınları saldırılardan korumak için hiçbir şey yapmamış olması, elbette ki pek az dile getiriliyor. Üstelik sivil bir kadın polis memuru kurbanlar arasında bulunmasına rağmen.
Sağcılar için bulunmaz nimet
Uzun süredir muhafazakâr çevrelere sempati duyan ve Pegida'nın ilkelerini anlayışla karşıladığını ifade eden feminist Alice Schwarzer, Müslüman erkeklere tolerans göstermenin hatasından söz ederken, bunları teröre bağlarken ve mülteciler için uyum zorunluluğu getirilmesini savunurken, ırkçılarla aynı telden çalıyor.
Sağcılar için, bu argümanlar temelinde hazırlanmış ortam bulunmaz bir nimet. Neonaziler, ProNRW ve AfD, bir ağızdan artık daha fazla mülteci kabul edilmemesi çağrılarında bulunuyor ve "kadınlarımızı" koruyacaklarını ilan ediyorlar. Sosyal ağlarda, hem sokak eylemleri yapılacağı hem de yabancı erkeklere karşı fiziksel saldırılarda bulunulacağı anlatılıyor.
Oysa kadınların, tam da kendilerine kadın düşmanı roller ve toplumsal yapılar uygun gören, propagandasını yapan ve teşvik eden bu partilerden ve bağlamlardan uzak durması gerekir. Giderek daha fazla Naziler için bir toplama havuzuna dönüşen AfD (ç.n. Almanya İçin Alternatif - ırkçı ve popülist bir sağ parti), heteroseksüel aile normu için mücadele ediyor, eşcinsel evlilikleri reddediyor ve kadına klasik anne rolünü uygun görüyor. Bunların dışında, 218. Madde'nin (gebeliği sonlandırmanın zorlaştırılması) sertleştirilmesi için çaba gösteriyor, kadın kotalarına ve feminizme karşı kampanyalar düzenliyor ve aynı anda büyük bir ikiyüzlülükle kadın-erkek eşitliğinin zaten sağlanmış olduğunu iddia ediyor. CSU gibi daha ılımlı ve "Kadınlara saygı gösterilmesini kabullenemeyen biri, Almanya'da toplumumuzda kendisine yer bulamaz" diyen muhafazakâr bir parti bile, örneğin pek de uzak olmayan bir geçmişte aile içi tecavüz konusunda verdiği oy hatırlatıldığı zaman, utanmazca yalanlara başvurmaktadır.
Irkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele
Bu saldırının Köln'de gerçekleşmiş olması, toplumdaki kutuplaşmanın derecesini bir kez daha ortaya koymaktadır: Dom katedralinin bulunduğu bu şehrin, liberal bir metropol olduğu kabul edilmektedir. Oysa daha bir yıl önce yine bu şehirde 4000 Hogesa (ç.n. Selefilere karşı holiganlar - ırkçı bir taraftar grubu) taraftarı yürüyüş yapmıştı.
Dolayısıyla yılbaşı gecesinde Köln, Hamburg ve diğer şehirlerde yaşanan saldırıların soruşturulması ve faillerin cezalandırılması gerekmektedir. Hepimiz -5 Ocak'ta Köln'deki Dom katedralinin önünde yaptığımız gibi- kadın düşmanı şiddete ve ırkçılığa karşı hep birlikte sokağa çıkmalıyız. Ayrıca medyadan ve siyasi partilerden, giderek güçlenen sağcıları temelsiz argümanlarla desteklemek yerine, onlara karşı aktif bir şekilde harekete geçmelerini istemeliyiz.
Nazilerin yeni toplama havuzuna dönüşen antifeminist AfD'ye karşı merkezi olarak bir dahaki sokağa çıkma imkânı, 6 Mart'ta yapılacak Dünya Kadınlar Günü eylemi. Toplumsal sola gelince, kadınların ezilmişliği meselesinin Almanya'da yapısal bir sorun olduğunu konusunda son derece berrak fikirlere sahip olmalı ve bu konuda verilen mücadelenin ırkçılık tarafından bölünmesine asla izin vermemeliyiz. Hem kadınların ezilmesine, hem de ırkçılığa aynı kararlılıkla karşı koymalıyız.
Silke Stöckle ve Marion Wegscheider (Marx21)
(Almanca orijinalinden Atilla Dirim çevirdi.)