İsrail’in Gazze’ye yönelik son saldırısının başlamasından bu yana, Mısır rejimi bir kez daha ilgi odağı haline geldi. Pek çok kişi Kahire’nin Refah sınır kapısını kapatarak neden fiilen İsrail’in soykırımcı savaşını desteklediğini merak ediyor. Kahire’deki iktidarların Filistinlileri nasıl algıladığı düşünüldüğünde rejimin konumu anlaşılır bir nitelik kazanır; onlara göre Filistinliler hem tehdit ve istikrarsızlık kaynağı hem de Mısırlıların isyan etmesine ilham veren bir unsurdur. Filistin davası her zaman Mısır kamuoyu için radikalleştirici bir faktör olmuştur. En kalabalık Arap ulusunun bulunduğu ülkedeki muhalefetin tarihindeki dönüm noktalarının -eğer hepsi değilse- çoğu doğrudan veya dolaylı olarak Filistin direnişinin ve halk seferberliğinin tetiklediği zincirleme reaksiyonların ürünüdür.
1968’den 1977 Ekmek Ayaklanmalarına
Küresel isyanın yılı olan 1968’i ele alan literatürün çoğu, Fransız Mayıs olaylarına ve Avrupa ile ABD’deki toplumsal hareketlerin yükselişine odaklanmaya eğilimlidir. Oysa Arap dünyası da kendi 1968’ini yaşamıştır, ancak bu nadiren ele alınır. 1967’de İsrail karşısında yaşanan askeri yenilgiden sonra Cemal Abdülnasır’ın rejiminden hayal kırıklığına uğrayan Mısırlı lise öğrencileri ve işçiler -özellikle sanayi işçilerinin tarihsel olarak militanlığı ile bilinen Kahire’nin güneyindeki Helvan’da- üniversite öğrencileriyle birleşip Şubat 1968’de kitlesel eylemler ve yürüyüşlerle sokaklara çıktılar. Hem Nasır’ın hem de ordunun üst kademesinin hesap vermesini talep ediyorlardı. Bu eylemler, güç kullanılarak bastırıldı ama aynı zamanda Nasır’ın “30 Mart Manifestosu” açıklamasında dile getirdiği demokratik reform vaatlerinde bulunuldu.
Aynı yılın Kasım ayında İskenderiye’de başka bir rejim karşıtı gösteri dalgası patlak verdi. Şubat ayındaki eylemlerden daha büyük olan bu eylemlerin bastırılması için sahil kenti güvenlik güçleri tarafından savaş alanına çevrildi. Ordu helikopterleri öğrencileri korkutmak için alçaktan uçuruldu. Gazeteler zaman kaybetmeden protestocuları “İsrail ajanı” olmakla suçladılar. Bu iki eylem dalgası Nasır’ın Sina’daki İsrail işgal kuvvetlerine karşı “Yıpratma Savaşı” ilan etmeye iten başlıca faktörlerdendi. Ama aynı zamanda “Mısır Komünizminin Üçüncü Dalgasının” da başlangıcıydı. Yeni muhalif örgütlenmeler birleşmeye başladılar ve 1971-1973 dönemindeki öğrenci isyanlarında merkezi bir rol oynadılar. Bu öğrenci isyanları Nasır’ın ardından gelen Enver Sedat’ı Sina Yarımadasını kısmen özgürleştirmek için sınırlı bir savaşa girmeye zorladı.
Savaş Sedat’a geçici bir süre milli bir kurtarıcı pozuna bürünmesini sağlayan bir prestij kazandırsa da kısa süre sonra toplumsal meseleler öne çıktı. 1974 yılında Sedat, “Açık Kapı Politikası” veya İnfitah olarak adlandırılan, rejimin neoliberal dönüşüm konusundaki ilk denemesine girişti. Ertesi yıl, işçi hareketi bu politikaya karşı mücadeleye girişti; Helvan, Şubra ve Mahalla’da kitlesel grevler gerçekleşti. Grev dalgası ve öğrenci eylemleri 1977 yılındaki “Ekmek İntifadası’nın” yolunu açtı. Kemer sıkma önlemlerinin tetiklediği bu harekette genel greve gidildi ve ülkenin pek çok yerinde iki gün boyunca polisle çatışmalar yaşandı. Sedat neoliberal kararnameleri ertelemek zorunda kaldı ve ayaklanmayı bastırmak için orduyu görevlendirdi.
Filistin her zaman arka planda, devrimcileştirici bir faktör olarak varlığını koruyordu. Mart 1968’de Fedailerin Ürdün Nehri’nin doğu yakasındaki Karameh muharebesinde İsrail kuvvetlerini yenmesi, Mısır’da yeni ortaya çıkan toplumsal harekete ilham kaynağı oldu. Gösterici öğrenciler 1967’de konvansiyonel Mısır ve Arap ordularının zayıf performansıyla Filistinlilerin kahramanca direnişini karşılaştırdılar. Öğrenciler Sedat’ın Filistin’i özgürleştirmek için savaşmayı ertelemesini kınarken, böylesi karşılaştırmalar sonraki yıllarda da sürekli gündeme geldi. Mesaj şuydu; eğer Filistinliler yapabiliyorsa, neden biz de yapamayalım?
Bu olaylardan doğan ve nihayetinde 1977 ayaklanmasına neden olan zincirleme reaksiyonu başlatan toplumsal harekete üniversitede “Filistin Devrimi Destekçileri Dernekleri” adındaki solcu öğrenci gruplarında yer alıp daha sonra mezun olanlar öncülük ediyordu. Rejimini devam ettirmek için ABD desteğine çaresizce ihtiyaç duyan Sedat, ayaklanmayı ezdikten sonra İsrail ile bir barış anlaşması imzalamaya koştu. Sedat 1981’de suikasta uğradı. Cenazesine neredeyse kimse katılmadı ve suikastçıları, eylemlerinin temel gerekçesinin Sedat’ın Filistinlilere ihanet etmesi ve onları satması olduğunu söylediler.
1987’deki Birinci Filistin İntifadasından 1992’deki Mısır’ın “Terörle Savaşına”
1977 ayaklanmasının yenilgisi Üçüncü Komünist Dalganın fiilen sonu oldu; yine de bu dalganın resmen 1991’de Sovyetler Birliği’nin ve Stalinist blokun çöküşüyle bittiği de söylenir. Mısır’da 1980’ler sadece ekonomik açıdan değil, toplumsal mücadeleler alanında da durağan yıllardı. Filistin davasının tetiklediği -çoğunlukla üniversite kampüslerinde gerçekleşen- kendiliğinden gelişen rejim karşıtı eylemler yapılıyordu. Ancak Birinci Filistin İntifadasının patlak vermesiyle siyasal muhalefet canlandı. Eylemler Mısır’daki üniversite kampüslerini ve Filistinlilerle dayanışma gösteren meslek birliklerini (Avukatların, gazetecilerin ve hekimlerin mesleki birlik kurumları gibi-çn) sardı, çok geçmeden bu kesimler rejimin güvenlik güçleriyle çatışmaya başladılar. Bu çatışmalar bir yandan öfke yaratırken diğer yandan demokrasinin sağlanması, güvenlik aygıtının dağıtılması, İsrail ile bağların kesilmesi gibi taleplerin öne sürülmesine yol açtı. İsrail, Kahire Üniversitesine yürüme mesafesinde olan Gize’de bir diplomatik misyon kurmuştu.
Eylemler o kadar büyüktü ki, Hüsnü Mübarek’in Enformasyon Bakanı Safwat Al-Sharif devlet televizyonuna Filistin ile ilgili yayınların sınırlanması talimatını verdi. Rejim aynı zamanda Yaser Arafat’ın 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaline verdiği desteği Filistinlileri karalamak ve şeytanlaştırmak için kullandı. ABD öncülüğünde güçlerin giriştiği 1991 Körfez Savaşı ve onun ardından gelen Pax Americana (Amerikan Barışı-çn) Filistinlilerin İntifadasına ezici bir darbe indirdi ve Mübarek de dahil bölgedeki ABD uydularına cesaret verdi. Birinci Filistin İntifadasının etrafının sarılıp çevrelenmesini Oslo Süreci’nin başlangıcından ve yerel Arap rejimlerinin güçlendirilmesinden ayrı düşünemeyiz. Mısır’ın ilk “Teröre Karşı Savaşının” 1992’de, rejimin Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın sponsorluğundaki neoliberal dönüşüme giriştiği yılda başlatılması tesadüf değildi. Açıklanan hedef İslam Cemaati ve İslami Cihat’ın İslamcı ayaklanmasına karşı savaşmak olsa da rejim her görüşten muhalifi hedef aldı.
Benim üniversite öğrenciliğim 1995’te, ayaklanmanın bastırılma süreci zirvedeyken başladı. Kahire sürekli polis işgali altındaydı; kontrol noktaları, rastgele aramalar, suikastlar ve kitlesel tutuklamalar. Muhalefet partileri kuşatma altındaydı. Sanayi alanındaki grev ve eylemler hızla azaldı. Meslek birlikleri devlet kontrolü altında alındı. Muhalifler göstermelik mahkemelerde yargılandı. Kimse Mübarek’in ismini -ne protestolardaki sloganlarda ne gazete yazılarında ne de telefon konuşmalarında- fısıldayamıyordu bile. Böylesi bir durumdan nasıl oldu da on yıl sonra 2011’de bir ayaklanmanın Mübarek’i ve ailesini devirdiği bir noktaya gelebildik? Bir kez daha, bu Filistin’in sayesinde oldu.
2000’deki İkinci İntifadadan, 2011 Mısır Devrimi’ne
28 Eylül 2000’de İkinci İntifadanın patlak vermesi Mısır dahil tüm bölgede şok dalgaları yarattı. Araplar ya rejimlerinin İsrail’in saldırganlığını durdurmakta çaresiz olduğunu, ya da daha doğru bir şekilde Filistinlilerin boyun eğdirilmesinde suç ortalığı yaptığını gördüler. El-Cezire gibi uydu kanallarının artışıyla milyonlarca Mısırlı, İsrail’in vahşetini ve Filistinli çocukların tankların karşısına çıkmasını evlerinde izledi. Halk hemen İsrail Apartheid rejiminin elinde Filistinlilerin uğradığı zulümle, Mübarek yönetiminde Mısırlılara uygulanan baskı arasında paralellikler kurmaya başladı. Vardıkları sonuç eğer o çocuklar güçlü İsrail tanklarına karşısına dikilebiliyorsa, biz de Mübarek’in polisinin zırhlı araçlarına karşı dikilebiliriz düşüncesi oldu.
2000 yılının Ekim ayının ilk haftasında Mısır’ın pek çok üniversitesinde kitlesel dayanışma eylemleri yapıldı. İlkokul ve lise öğrencileri bile Filistin bayrakları sallayarak sokaklara çıktılar. Önceki yıllarda hareketsiz olan meslek birliklerinin eylemliliklerinde bir canlanma yaşandı. Ancak sokak siyasetindeki bu canlanma, şiddetli bir baskıyla karşılaştı. Polis eylemleri bitirmek için sert müdahalelere başladı ve öğrencileri örgütleyenlere karşı kitlesel tutuklamalar gerçekleştirdi. Benim ilk gözaltına alınma ve Devlet Güvenlik Polisi tarafından işkenceye uğrama deneyimim de o zaman gerçekleşti. Eylemler geçici gibi olarak azalarak sona erdi, ama Nisan 2002’de Ariel Şaron tanklarını Batı Şeria’ya gönderip Cenin’de ve diğer şehirlerde kandan ve yıkımdan bir iz bıraktığında eylemler yeniden alevlendi. İki gün boyunca Mısırlı öğrenciler sokaklarda polisle çatıştılar, bu çatışmalar daha sonra “Kahire Üniversitesi İntifadası” olarak anıldı. İlk kez binlerce kişinin Mübarek karşıtı sloganlar attığını duymuştum: “Hüsnü Mübarek Şaron’a benziyor; aynı silüet, aynı renk”
Gösteri dalgası bir kez daha polis tarafından güç kullanılarak bastırıldı ama kamuoyunda hâkim olan hava değişmeye başlamıştı bile. Mübarek’in önceki yirmi yılda inşa ettiği korku duvarı yavaşça parçalanıyordu. Üniversite kampüslerindeki ve başka yerlerdeki eylemci örgütler büyüyor, bölgesel olanı (Filistin ve Irak) yerele bağlıyorlardı. Irak işgaliyle birlikte başkentte ve diğer illerde on binlerce kişi sokaklara döküldü. Mısır’da 1977 ayaklanmasından beri görülen en kalabalık eylemler yapıldı. Yine Kahire şehir merkezinde iki gün boyunca polisle çatışmalar yaşandı, göstericiler Mübarek’in resimlerini yakıp, iktidardaki Ulusal Demokratik Parti’nin bayraklarını indirdiler ve aynı Filistinliler gibi tam teçhizatlı polislere karşı sadece taşlarla savaştılar. Tahrir Meydanı iki gün boyunca ele geçirildi; on yıl sonraki ayaklanmanın kostümlü provası yapılıyordu.
Üç yıl boyunca, Filistin ve Irak için yapılan bu eylemler, daha önce eylem yapmak kırmızı çizginin aşılması olarak görülüyorken, Mısırlı eylemciler için örgütlenebilecekleri ve sokak eylemleri düzenleyebilecekleri bir alan yarattı. Mübarek karşıtı Kefaya (Arapça “Yeter”) hareketinin bu eylemlerden hemen ardından 2004 yılının aralık ayında, Filistin yanlısı ve Irak savaşı karşıtı hareketleri örgütleyenlerle aynı insanlar tarafından başlatılması tesadüf değil. Bölgesel yerele dönüşüyordu. Kefaya sokak eylemleri örgütledi, öğrencileri, orta sınıftan profesyonelleri ve entelektüelleri kendine çekti ama Mısır işçi sınıfı içerisinde pek de kök salamadı. Ancak hareket, bir domino etkisini başlatmak için, ana akım medya ve internet yoluyla muhalif eylem görüntülerini en geniş izleyici grubuna yaymak yönünde bilinçli bir strateji izledi. Onlarca ve bazen yüzlerce kişinin Mübarek aleyhine slogan atıp posterlerini yakmasının görüntüleri ülkeyi elektriklendirdi. Bu görüntülerin yayılması Mübarek tabusunun kesin olarak yıkılmasını sağladı ve kamuoyuna iktidarda olanların -ister hükümette isterse işyerinde olsunlar- karşısına çıkılabileceği mesajını verdi.
Aralık 2006’da Nil Deltasının merkezinde yer alan Mahalla’daki 3000 kadın tekstil işçisinin ekonomik taleplerle greve gitmesi böyle bir bağlamda gerçekleşti. Erkek iş arkadaşlarını da harekete geçirdiler ve kısa sürede bütün tekstil fabrikası greve gitti. Üç gün sonra elde ettikleri zafer Mısır’da 1946’dan beri görülmüş olan en büyük ve kesintisiz grev dalgasını tetikledi. Bu grevler 2008 yılında göstericilerin Mübarek’in posterlerini indirdiği Mahalla ve Borollos’taki iki bölgesel ayaklanmayı tetikledi. Grevciler hızla ekonomik alandan siyasal alana geçtiler. Sanayideki örgütçüler de Filistin dayanışma eylemlerinde düzenli olarak yer alıyorlardı. Sonunda Hüsnü Mübarek’i deviren Ocak 2011 ayaklanmasının yolunu açan bu toplumsal hareketti. Tahrir meydanında Filistin bayrakları neredeyse her eylemde vardı, İsrailli liderler ise Mübarek’in kaybına yas tutup Mısır Devriminin gelişimini korkuyla izlediler. Aynı yıl Kahire’deki İsrail büyükelçiliği Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerin sona erdirilmesini talep eden devrimciler tarafından iki kez basıldı.
2013 Karşı devrimi
Dönemin Savunma Bakanı Abdülfettah es-Sisi’nin liderliğini yaptığı askeri darbe devrime ve devrimcilerin sahiplendiği her davaya son vermeye çalıştı. Doğal olarak listenin başında Mısırlı gençliğin radikalleşmesindeki en önemli faktör olan Filistin vardı. Sisi 2013’ün ikinci yarısında karşıdevrimci katliamlarına giriştiğinde, ayrıca Gazze kuşatmasını da sıkılaştırdı, medyada Hamas’ı şeytanlaştırdı ve 2014’te İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaşta fiilen İsrail ile iş birliği yaptı. Tel Aviv Sisi’nin darbe yaptığı haberlerini coşkuyla karşıladı, yeni rejimle yakın siyasi ve ekonomik bir dostluk geliştirdi, ABD’ye ve Batı’ya Sisi’yi Mısır’ı “teröristlerden” kurtarmak için tek umut olarak pazarladı. Bunun karşılığında Sisi İsrail hava kuvvetlerinin Sina’da faaliyet göstermesine izin verdi; böylece İsrail hava kuvvetleri sözde terör hedeflerine yüzlerce saldırı düzenleyebildi.
Ancak Mısır-İsrail kuşatmasına rağmen Hamas dirençli çıktı. Sina yarımadasında IŞİD’e karşı yürüttüğü ayaklanmayı bastırma harekâtında ağır kayıplar veren Sisi 2017’ye gelindiğinde, Mısır-Gazze sınırının kontrol edilmesi ve Hamas’tan nefret eden Gazzeli Selefilerin Mısır ordusuna karşı ayaklanmada yer almak için Mısır’a gidişlerinin engellenmesi için Hamas’ın yardımını istemek zorunda kaldı. Bu yakınlaşmaya ve kuşatmanın görece hafifletilmesine rağmen, Gazze’deki insani durum iç karartıcı olmaya devam etti. Bu arada Sisi, Mısır’ın kaybettiği bölgesel nüfuzun bir kısmını geri kazanmak girişimi olarak, yeni seçilmiş ABD Başkanı Joe Biden’a kendisini, İsrail ve Filistinliler arasında ateşkes ve barış anlaşmalarına aracılık etme kapasitesine sahip, güvenilir bir arabulucu olarak göstermeye çalıştı. Geçtiğimiz yılın Ekim ayında savaşın patlak vermesinin ardından Sisi Refah sınır kapısını bir kez daha kapattı ve Gazze’de yaralananların sadece bir kısmının, İsrail’in onayının ardından tıbbi tedavi için Mısır’a girebilmesine izin verdi. Gazze’ye damla damla ulaşan asgari düzeydeki yardım da Gazze’ye girmeden önce İsrail askerleri tarafından arandı. Kahire fiilen İsrail’in askeri seferberliğinin bir parçası işlevi görüyor.
Ancak Mısırlılar arasında Filistinlilere hala çok büyük bir destek var. Arabalarda, mağazalarda ve dükkanlarda Filistin bayrakları görülüyor. İsrail’i destekleyen uluslararası markaları hedef alan boykot kampanyaları genişlemeye devam ediyor. El-Kassam Tugaylarının sözcüsü Ebu Ubeyde Mısır kamuoyunda bir heyecan yaratıyor. Gazze’ye yapılan İsrail saldırısının Sisi’nin geçtiğimiz on yılda öldürdüğü siyasi eylemciliği yavaşça canlandırması rejimi korkutuyor. Ekim ayındaki saldırının ilk haftasında Kahire’de ve diğer illerde, güvenlik güçlerini şaşırtan kendiliğinden sokak eylemleri patlak verdi. Rejim protesto dalgasını kendine mal etmeye çalıştı ve 20 Ekim’de devlet destekli eylemler yapılması çağrısında bulundu. Bu hamle geri tepti. Yaklaşık on yıldır ilk kez Mısırlılar kitlesel olarak Tahrir meydanına akın ettiler ve Ocak 2011 devriminin sloganlarını tekrarladılar. Polis tarafından dağıtıldıktan sonra göstericiler Kahire şehir merkezinde Sisi’nin posterlerini yırttılar ve güvenlik güçleriyle kısa süren sokak çatışmalarına girdiler. Gösteriler en azından şimdilik yatıştı. Ama en azından durgun sulara bir taş atılmış oldu. Mısır’da yeni bir eylemci kuşağı doğdu, devrimci hareketi tam anlamıyla canlandırmak için onların önünde uzun bir yol var. Bunu bir kez daha, Filistin’e borçluyuz.
Hüssam el Hamalavi (Gazeteci ve aktivist)
Çeviri: Onur Devrim
(Spectre)