Parlamento yoluyla iyileşme vadeden reformist sol tam tersine yol açtı

19.10.2023 - 12:28
Haberi paylaş

Genel seçimler, yangınlar, seller ve göçmen karşıtı politikalar…Son aylarda Yunanistan ile Türkiye’nin eş zamanlı gündemi olan birçok mesele var. Göçmenlere karşı sert önlemleri ve işçi sınıfına karşı ekonomik saldırıları savunmasıyla tanınan muhafazakâr Yeni Demokrasi partisinin kazandığı genel seçimlerin ardından, ülkenin ana muhalefet partisi SYRIZA liderlik seçimine gitti. İktidara gelmeden önceki görece radikal olan programını rafa kaldıran SYRIZA’nın, yeni lideri Stefanos Kasselakis’le politik olarak rotasını sağa kırmaya devam etmesi bekleniyor. Yunanistan’da mücadele yürüten Sosyalist İşçi Partisi (SEK) üyesi ve İşçi Dayanışması (Ergatiki Allilegi) gazetesi editörü Panos Garganas’la, Yunanistan’ın iklim ve göçmen politikalarından hükümetin yeni ekonomik saldırılarına, yeni faşist örgütlenmelerden ana muhalefetin vaziyetine birçok konuyu ve ülkedeki işçi sınıfı mücadelesi ile partisinin çalışmalarını konuştuk. 

Yangınlar ve seller son yıllarda özellikle yaz aylarında Yunanistan ve Türkiye’nin ortak gündemi haline geldi. Akdeniz bölgesinde iklim krizinden kaynaklı kuraklık, yangın riski ve ani sel baskınlarının olacağı bilimsel raporlarla sürekli olarak ortaya konuyor. Buna rağmen doğa ve tüm canlı yaşamı ciddi bir tahribata uğruyor. Bu afetlerin felakete dönüşmesi hakkında neler söylemek istersiniz? Yaşanan felaketler karşısında Yeni Demokrasi hükümeti nasıl bir politika izliyor? İktidarın bir iklim politikası var mı?

Panos Garganas: Yunanistan’da yaşananlar, afetlerin ne kadar yıkıcı olabildiğini gösteren iyi örneklerden. Geçtiğimiz yaz devasa ormanlık alanları yok eden yangınların ardından seller bu faciayı tamamlamış durumda. Bu yüzden Yeni Demokrasi hükümeti iki kat suçlu.

Yeni Demokrasi uyarılara rağmen, yangınlara ve sellere karşı önlem alabilecek tüm devlet kurumlarına kesinti politikası izledi. Orman koruma kuruluşları hem personelden hem de ellerindeki ekipmandan mahrum kaldı. Sokaklara dökülen binlerce mevsimlik orman itfaiyecisi boş pozisyonları doldurmak için kadrolu olarak işe alınmaları talebiyle protesto düzenledi, ancak hükümet taleplerini reddediyor. İtfaiye uçakları o kadar eskimiş ki yangını söndürmek amacıyla giden iki pilot uçakları düştüğü için hayatını kaybetti. ‘Taşkın kontrolü’ denilen önlemler ise devasa bir yolsuzluk hikâyesi. İnşaat şirketleri bir yandan devlet sübvansiyonlarını toplarken karşılığında etkili barajlar teslim etmiyorlar. Daha da kötüsü nehir yataklarını daraltan kriterlere göre proje tasarlayarak kıyıların yanındaki arazi üzerinden spekülasyon yapıyorlar. Bunların sonucunda şiddetli bir yağış yaşanınca her seferinde geniş araziler sular altında kalıyor.

Hükümet, bu yetersizliklere iklim değişikliğini gerekçe olarak gösteriyor. Fakat iklim değişikliğiyle mücadele etmek için gereken tedbirleri almak yerine, krizi kötüleştiren politikalar izliyor. Doğalgaz teketen enerji şirketlerine sübvansiyon sağlıyor. Yunan armatörler sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) taşımacılığının baş aktörleri ve kârları Yunan hükümeti tarafından vergiden muaf tutuluyor. Daha da kötüsü hükümet fosil yakıt çıkarmak için Akdeniz bölgesinde yeni sondajlar yapmak için agresif bir politika izliyor. Yunan hava kuvvetleri ve donanması Kıbrıs ve İsrail’e kadar uzanarak devriye gezebilmeleri için savaş uçaklarının, fırkateynlerin satın alınmasına büyük meblağlar harcıyor ve MEB’in (Münhasır Ekonomik Bölge) genişletilmesinde hak iddiasında bulunuyor.

İklim felaketlerinin bedelini işçiler ödüyor

Yunanistan’ın tarım ve hayvancılık üretiminin yüzde 25’inin yer aldığı bölgede yaşanan sel felaketinin ardından yüzbinlerce hayvanın öldüğü ve tarım arazilerinin kullanılamayacak hale geldiği söyleniyor. Bununla beraber köylülerin bir kısmı evini kaybetmiş durumda. Bu durum çiftçiler için ne anlama geliyor ve iktidar bu konuya dair ne yapmayı planlıyor?

Yunanistan tarihsel olarak, tarıma elverişli arazilerin küçük ölçekli çiftçinin eline geçtiği bir ülkedir. Ancak senelerdir bu küçük çiftçilerin sayısı azalıyor. Yoksulluk, bankaların, büyük tüccarların hatta gıda şirketlerinin baskısı, ekim maliyetin yükselmesi (traktör, gübre fiyatının yükselmesi vs.) ve üreticilerin tarım ürünlerinin ücretini düşürmesi, çiftçileri tarlalarını terk etmeye mecbur bırakıyor. Bu eğilim artık Teselya faciasının ardından daha da büyük boyut kazandı. Yoksul çiftçiler tarla onarımının giderlerine katlanamıyor. Büyük endüstriyel tarım şirketleri çıkarları hükümetten aldıkları destekle devasa karlar elde edebildiği için zil takıp oynuyor. Elbette gıda ürünlerinin pahalanmasının ve enflasyonun, ücretler ile emekli maaşlarını hatta yevmiyeleri kemiriyor olması bedeli işçi sınıfının ödediği anlamına geliyor.

Son görüştüğümüzde Pilos açıklarında yaşanan gemi faciasından bahsetmiştiniz. Hayatta kalan 40 mülteci sorumluların yargılanması için birkaç gün önce Deniz Hukuku Mahkemesi’ne dava açtı. Diğer yandan AB çok gurur duyduğu Libya Anlaşması’nı imzaladı ancak Lampedusa bölgesine sığınmaya çalışan mültecilerin sayısı 8 bin kişiye ulaşmış durumda. Fransa bu insanların ülkeye girmesine izin vermezken, Miçotakis ve Meloni hükümetleri Avrupa’nın daha katı kolluk kuvveti önlemleri alması gerektiğini vurguluyorlar. Pilos’a gitmeye çalışan geminin batmasının ardından yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa Birliği’nin sınırlarını mültecilere ve göçmenlere kapatmaya yönelik bu ırkçı politikası tam anlamıyla bir cinayettir. Pilos cinayeti bu gerçeğin altını trajik bir şekilde çizdi. Muhafazakâr Yeni Demokrasi hükümeti AB’nin ‘kale politikası’ konusunda ısrar ediyor. Kısa bir süre önce Miçotakis Selanik’te, Meriç’te Türk-Yunan sınırındaki çitin uzatılacağını duyurdu.

Hükümet o kadar ırkçı ki, Meriç’teki yangınların sorumluluğunu mültecilerin üzerine yıkmaya çalıştı. Neyse ki bu kampanya başarısız oldu ve bölgede mülteci avına çıkan bir grup aşırı sağcı haydut mahkemeye çıkarıldı ve hapse girme ihtimalleri var. KEERFA Aleksandroupoli’de [Dedeağaç], faşistleri pompalayan ırkçı politikaya karşı direnişi güçlendirmek amacıyla çok başarılı bir etkinlik düzenledi.

Karşımızda çok sert mücadeleler var. Miçotakis ve Erdoğan, Vilnius’ta NATO zirvesi çerçevesinde başlattıkları Türk-Yunan diyaloğu sanki barışçıl bir inisiyatifmiş gibi reklamını yapıyor. Ancak BM Zirvesi için New York’ta tekrar biraraya geldikleri zaman üzerinde tek anlaştıkları somut nokta; mülteciler ve göçmenler için sınırların daha da sıkı kapatılması konusunda işbirliği yapacakları. Meloni- Miçotakis- Erdoğan üçlüsü Pilos gibi cinayetleri çoğaltacak tehdit edici bir eksen oluşturuyorlar.

Güçlü gibi görünen Yeni Demokrasi aslında korkuyor

Hükümetin özel sektörde mesailerin haftada 6 güne çıkarılması ve greve çıkanlara savcılık soruşturması açılması gibi işçi sınıfının haklarına saldıran yeni iş yasası girişiminden bahseder misiniz? Yasanın kapsamı nedir? Yunanistan işçi sınıfı bu yasaya karşı nasıl bir mücadele örüyor?

Miçotakis hükümeti yaz başında yeniden seçilmesinin ardından, parlamenter muhalefetin parçalanmış vaziyette olması nedeniyle kendini çok güçlü takdim ediyor. Oysa işçi direnişinden korktuğunu söyleyebiliriz. Yaz aylarındaki gelişmeler, hükümetin endişelenmek için bir sürü nedeni olduğunu teyit ediyor. Yangınlar ve seller nedeniyle devasa bir halk öfkesi var. Bir de yetmezmiş gibi ekonomik durum kötüleşiyor. Yunanistan’ın devasa kamu borcunun sahibi olan ve geçtiğimiz yıllarda Troyka’nın (AB, AMB, IMF) acımasız kemer sıkma politikasını dayatan bankacılar, faizlerin ödenmesi için bütçe fazlası garanti eden kemer sıkma politikasına geri dönülmesini talep ediyor.

Dolayısıyla hükümet, Troyka politikasına dönüşün Yunanistan’daki grev dalgasının da geri dönüşü anlamına gelmesinden korkuyor ve bunu önlemeye çalışıyor. İş yerlerine giden grev kırıcıların önünü kesmek için oluşturulan grev gözcülerinin cezalandırılması tehdidini içeren bir yasayı parlamentoya getirdi ve oyladı. İşçi hareketi ilk cevabı hemen verdi. Sendikal bürokrasinin tavizlerine rağmen ülke çapında binlerce kişi, 21 Eylül’de işçi karşıtı yasanın onaylandığı gün, greve katıldı. 

Egemen sınıf Yunanistan’da 50 sene önce, Politeknik isyanından sonra elde edilen sendikal özgürlüklerin sürekli olarak sınırlamasına çalışıyor. Benzer çabalar 30 sene önce şu anki Miçotakis’in babası başbakanken vardı ama başarısız olmuştu. Şu anki hükümet iki sene önce yine denemişti, o da başarısız olmuştu. Kısa bir süre önce, deniz işçilerinin grevinde de gemi makinaları durdu çünkü grev kırıcı yoktu. Böylece grev gözcülerinin durduracağı herhangi bir işçi de yoktu.

Bu geleneği işçilerin aşağıdan örgütlü gücünü, iş yerinden iş yerine, sendikadan sendikaya, sektörden sektöre inşa ederek sürdürüyoruz. SEK, tüm işçilerin katıldığı 21 Eylül grevinin başarısının ön saflarında yer alan İşçi Direnişi Koordinasyonu ve Hastane Koordinasyonu gibi inisiyatiflere öncülük ediyor.

Irkçılığa ve faşizme karşı ikili mücadele

Altın Şafak suç örgütü olarak ilan edildikten sonra binlerce insan sokaklara dökülüp faşistlerin yargılanmasını kutladı. Son seçimler sırasında Elliniki Lisi [Yunan Çözümü] dışında aşırı sağın parçası sayılan iki parti daha ortaya çıktı: Spartiates bir de Niki partileri. Bu oluşumların ideolojik çıkışları nedir ve işçi sınıfı açısından ne anlama geliyor?

Üç partiyle ortaya çıkan aşırı sağın en büyük besleyicisi Yeni Demokrasi hükümetinin ırkçı politikasıdır. Spartiates, neonazi Altın Şafak’ın devamı niteliğinde. Partinin gerçek lideri neonazilerin saldırı taburlarında eğitmenlik görevi yapmış, Altın Şafaklı hükümlü Kasidiaris. Yeni Demokrasi hükümeti onun hapisten Spartalıları yönetmesine alan açıyor. Hükümet polis teşkilatı ile faşistler arasındaki bağlantılara dokunmadı. Kısa bir süre önce polis, nazi holiganların Hırvatistan'dan Atina’ya seyahat etmelerine engel olmayıp, bir kişinin ölümüne yol açan saldırıyı düzenlemerine izin verdi. Organize çeteler göçmenleri döverken polis sürekli olarak bu faşist suçları örtbas etmeye çalışıyor.

Diğer iki aşırı sağcı parti Altın Şafak’la mesafeli duruyor. Birincisi Niki, kiliseyle olan bağlarına güveniyor. Öbürü Elliniki Lisi, Yeni Demokrasi’nin Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’ne karşı yürüttüğü savaş kışkırtıcısı kampanyasından yararlandı. Her ikisi de neonazi Altın Şafak’ın yeniden inşasını güçlendirebilecek depolardır.

KEERFA’nın öncülüğündeki, ırkçılığa ve faşizme karşı hareket ikili bir mücadele veriyor. Temyiz mahkemesinde yeniden yargılanan Altın Şafak liderlerinin hapishanede kalmaları için bir kampanya sürdürüyoruz. 18 Eylül’de Pavlos Fissas’ın Altın Şafak’ın saldırı taburları tarafından öldürülmesinin 10. yıldönümü vesilesiyle binlerce kişilik protesto düzenlendi. Aynı zamanda mültecileri hedef alan ve sınırları kapatan ırkçı politikalara karşı mücadele etmeye devam ediyoruz.

SYRIZA’nın ağır bir seçim yenilgisine uğraması bir takım gelişmeleri tetikledi. Çipras’ın istifasından sonra parti, yeni lider seçimine gitti. Bu gelişmelerin ne tür sonuçlara yol açacağını düşünüyorsunuz? Farklı bir politika izlenmesi mümkün mü? Sol ve parlamento içindeki siyasi güçler bu durumu nasıl karşılıyor?

SYRIZA’nın seçimlerdeki çöküşü sistematik olarak sağa doğru kaymasından kaynaklanıyor. İktidardayken liderliği, ülkenin borcu yüzünden ve AB, AMB ve IMF baskısı nedeniyle politik tavizler vermeye mecbur olduğunu dile getiriyordu. Muhalefette olduğu 2019’dan sonra ise liderliği, yüzde 3-5’lik bir parti olduğu dönemdeki küçük kitlesine karşılık geldiği gerekçesiyle eski radikal programına geri dönemeyeceğini iddia etmeye başladı. Aleksis Çipras SYRIZA içindeki her sol sese karşı çıktı ve liderlik seçiminin partinin kongresinde değil, üyelerin ve hatta 2 avro ödeyen herkesin katılabileceği seçimler üzerinden gerçekleştirilmesini dayattı. 

Böylece SYRIZA’da, Çipras’ın çok da gizli olmayan desteğine sahip olan Stefanos Kasselakis başkanlığında yeni bir liderlik oluştu. Bu durum SYRIZA’nın sağa doğru yönelmesinin devam edeceğini ve bu sebepten partiden kitlesel ayrılmaların yoğunlaşacağını gösteriyor. Fakat bu süreçten anlaşılması gereken temel unsur, mevzunun kişiler değil strateji meselesi olduğu. Parlamenter reformist yolun beklentileri yalanlanmış durumda. Kapitalizmin en büyük çoklu krizi esnasında, hükümetin yönetimi yoluyla işçi sınıfı için olumlu gelişmeler getireceğini vadeden reformist sol, tam tersi sonuçlara yol açtı. Rosa Luxemburg’un sol için büyük seçimin reform ya da devrim olduğunu söylerken ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördük. Özellikle cuntayı deviren Politeknik isyanının ellinci yıldönümü kutlamak üzere olduğumuz Yunanistan’da devrimci stratejinin güncelliği ön plana çıkıyor. İşçi sınıfının güçlü bir devrimci partisine ihtiyacımız var ve SEK bunun için mücadele ediyor.

Röportaj: Yorgos Katsanos, Meltem Oral

Çeviri: Yorgos Katsanos

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol