Ukrayna savaşının arka planındaki fosil savaşları

13.09.2022 - 09:08
Haberi paylaş

Yaptırımlara yanıt olarak Rusya, ihraç ettiği gaz miktarını sınırlandırdı. Nick Clark, Avrupa'daki ekonomik mücadelenin arka planında sürmekte olan fosil yakıt savaşlarını gündeme taşıyor.

Avrupa hükümetleri hepimizi, bu kış elektrik kesintileri yaşamaya hazırlıklı olmamız gerektiği ve elektrik kotası getirilebileceği konusunda uyarırken bile, enflasyonu ve bu kesintileri körükleyen ekonomik savaşı tırmandırmaya devam ediyorlar. 

Ukrayna'da savaş başladığında, Batılı hükümetlerin bu savaşa müdahale ederken kullandıkları bahane, özgürlük ve demokrasi savunucuları olmalarıydı. Ancak gerçekte, Ukrayna'yı bir vekalet savaşında kullanmak, NATO’nun ve ABD’nin çıkarlarını ilerletmek, Afganistan ve Irak'taki yenilgilerini telafi etmek ve Rusya'yı küçük düşürmek, boyun eğdirmek istiyorlardı ki ardından Çin’e de aynısını yapabilsinler. 

Gelgelelim, son birkaç ayda, gaz ve petrol kaynaklarının kontrolü konusundaki mücadele de ön plana taşındı. Artık sadece Ukrayna'yı desteklemekten değil, kendi ekonomik çıkarlarını savunmaktan da bahsediyorlar ki bu da, dünya genelinde siyasi hakimiyet kurabilmek istediklerini gösteren, atıldıkları bu savaşın gerçek doğasını gözler önüne seren bir gelişmedir. Örneğin, Avrupa Birliği'nin (AB) Ekonomiden Sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Paolo Gentiloni geçtiğimiz hafta Rusya'ya, petrol fiyatlarına üst sınır getirilmesini destekleme planlarını açıklarken “iki hedef”ten söz ediyordu. Birincisi, Rusya'nın bu savaşı sürdürmek için ihtiyaç duyduğu nakdi desteği reddetmekti. İkinci hedefleriyse, “küresel enerji fiyatları üzerinde baskı oluşturarak fiyatları aşağı çekmek” olacaktı.

G7 liderliğindeki Batılı hükümetler, Rusya'dan aldıkları petrolün fiyatını düşürmek istiyor ve bu, Rusya ile Batı arasındaki karşılıklı yaptırım ve ekonomik şantajların vardığı son noktadır.

Rusya ise, Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerin Ukrayna'ya verdikleri desteği sonlandırmak için kendi gücünü kullanıp Avrupa'ya gaz ithalatı üzerindeki kontrolünü devreye sokuyor. AB’nin gaz konusunda kendisine büyük ölçüde bağımlı olduğunu bilen Rusya geçtiğimiz aylarda Avrupa'ya gaz akışını defalarca kesmiş, AB ekonomik yaptırımları kaldırılmadıkça arzın tamamını karşılamayacağını dile getirmişti.

Fosil yakıtlar için sürdürdükleri bu savaş, Batı ile Rusya arasında uzun zamandır süregiden rekabetin bir parçasıdır. 

Gaz arzındaki kesintinin Avrupa hükümetleri için kaçınılmaz ve büyük bir ekonomik sorun anlamına geleceği ortada olsa da bunun, Avrupa'daki hakimiyet mücadelesi için yürütülen daha büyük bir oyunun parçalarından biri olduğunu görmek gerekiyor.

Petrol ve gaz gibi fosil yakıtlara bağımlılık, onları “stratejik metalar” haline getirir ve dolayısıyla tedarik gücünü ele geçirmek, bunları kontrol etmek, devletlerin yalnızca satıştan kâr etmekle kalmayıp, aynı zamanda daha fazla siyasi güç elde etmeleri anlamına da gelir. Bu nedenle, petrol ve gaz akışı üzerindeki mücadele aynı zamanda Avrupa'da yürütülmekte olan hakimiyet çekişmesiyle ve bir sonraki adımda da dünyadaki yeni güç dengelerinde kimin/kimlerin nüfuz alanını genişleteceğiyle ilgilidir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de geçen hafta yaptığı bir konuşmada bunu ima ediyordu. Batı'nın yaptırımlarının, Rusya'nın Çin ile ortaklığı nedeniyle başarısız olacağını söylerken şöyle dedi; "Rusya'yı yalnızlaştırmak istiyor olabilirler ama bunu başarmaları mümkün değildir."

"Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerin rolünün önemli ölçüde arttığını" ve bunun "devasa yeni fırsatlar yarattığını" da söyledi. 

ABD için en büyük tehdit, Çin'in ekonomik ve siyasi etkisinin yükselişi olur – Avrupa üzerindeki hakimiyetini sürdürebilmesi de giderek zorlaşır. Dolayısıyla, Batı ile Rusya arasındaki ekonomik savaşta öne çıkan tek unsur, Avrupa'nın enerji üzerindeki kontrolü nasıl sağlayacağı değildir; önümüzdeki on yıllarda ekonomik ve politik düzeni kimin belirleyeceği sorusu önem kazanır. 

Kesin olan bir şey var ki, siyasi iktidarların ekonomik savaş çığırtkanlığının bedelini de yine Ukrayna'daki, Avrupa'daki ve dünyadaki sıradan insanlar ödemek zorunda kalacak.

Tahıl anlaşması üzerindeki emperyalist bölünme: Milyonları aç bırakabilirler

Savaş halindeki devletlerin birer ekonomik silaha dönüşüyor olması yalnızca yakıt değil, gıda tedariki üzerinde de büyük tehdit oluşturuyor. 

Vladimir Putin, geçtiğimiz hafta Ukrayna'nın Odessa limanından gerçekleştirilen tahıl ihracatını sınırlandırma tehditleri savurdu. Üstelik bu tehditler, tahıl taşıyan gemilerin Ukrayna limanlarından ayrılmasına izin veren bir anlaşmayı kabul etmesinden bir ay sonra geldi.

Anlaşmanın küresel bir gıda krizini önlemeye yardımcı olması gerekiyordu. Bir yandan ekonomik krizin etkilerini yaşayan, diğer yandan tahıl ithalatına bağımlı durumda olan Lübnan gibi bazı ülkeler için bir can simidi olacağı söylenerek desteklenmişti.

Ne var ki Putin, Ukrayna'dan ayrılan tahılın "neredeyse tamamının" zengin Avrupa ülkelerine gittiğini söyledi, onları “sömürgeciler” gibi davranmakla suçladı. “Belki de bu rota boyunca tahıl ve diğer ürünlerin ihracatını sınırlamayı düşünmeliyiz” diyerek tehdit ediyordu.

Putin'e güvenilmez. Öyle anlaşılıyor ki talepleri karşılanmazsa, tahıl arzını yeniden kesmeye çalışabilir. O anlaşmaya aracılık eden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Putin'in, tahılın Rusya'dan ihraç edilmesini istediğini ama Rusya'ya yaptırım uygulayan ülkelerin bundan faydalanmaması gerektiğini bildiriyordu.

Fakat Putin'in, Ukrayna’dan, anlaşmanın onaylanmasından bu yana ayrılan gemilerden sadece ikisinin yoksul veya gelişmekte olan ülkelere gittiği yönündeki iddiaları doğru değil. Diğer taraftan, – ki bu gerçeği Birleşmiş Milletler'in (BM) de artık itiraf etmesi gerekiyor –, ihraç edilen tahılın sadece yüzde 30'u düşük veya düşük-orta gelirli ülkelere ulaşabildi. 

Bu durumda, üst orta veya yüksek gelirli ülkelere giden bölümüyse yüzde 72 oluyor. Bunun yaklaşık yüzde 20'si, çoktan ulaşmış olması gereken Türkiye'ye gönderildi. Ancak 8 Eylül itibariyle, varış noktası Türkiye olmayan 58 gemiden 38'i de Küresel Kuzey'deki ülkelere veya Batı'nın müttefiki konumunda olan zengin ülkelere doğru yola çıkarılmıştı. İki tanesi de Çin'e gönderildi. 

Yalnızca 18’i Küresel Güney'deki ülkelere gitti – bunlardan biri de Lübnan'dı. Ve kıtlığın eşiğinde olan Yemen'e de sadece bir gemi gönderildi.

Müttefiklerin boru hattı çatışması

Avrupa ülkeleri Rusya'ya karşı sözde birleşik bir cephe oluştursalar da kendi aralarında rekabet edebilecekleri alanı da korumaya devam ediyorlar. 

Örneğin Almanya; İspanya ve Fransa arasında yeni bir gaz boru hattı inşa etme planlarını ortaya sererken bunun, Avrupa'nın Rusya'dan gelen gaza duyduğu bağımlılığı azaltmasına yardımcı olacağını söylüyordu. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise, önerilen yeni boru hattının “Avrupa’nın gaz sorununu çözmeyeceğini” dile getirdi. 

Öyleyse bu planların ardında ne var? 

İspanya hükümeti de hevesli görünüyor. Çünkü boru hattı sayesinde, iklim krizine sahte bir çözüm olarak sunulan sözde “yeşil hidrojen”in Avrupa'daki en önemli ihracatçısı olmayı planlıyor.

Macron da Fransa ve Almanya arasındaki gaz ve elektrik tedariki anlaşmasından memnun. Ve her ikisini de yükselmekte olan bu enerji merdiveninin üstünde konumlandırıyor.

Biden, Suudi Arabistan'dan petrol dileniyor

Fosil yakıt rekabeti, Batı ile Avrupa dışındaki müttefikler arasında da bazı çatlaklara sebep oldu. 

ABD başkanı Joe Biden geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'ın veliaht prensi Muhammed Bin Salman ile bir araya gelerek Salman’ı daha fazla petrol üretme konusunda ikna etmeye çalıştı. 

Biden, Suudi Arabistan'ın piyasaya daha fazla petrol sürmesini ve bunu yaparken fiyatları düşük tutmaya devam etmesini istiyor.

Ancak fiyatların düşmesi, Suudi Arabistan liderliğindeki OPEC+ kartelinde yer alan petrol üreticileri için hiç de iyi olmadı. Geçtiğimiz hafta bir araya gelen OPEC+ üyeleri, Ekim ayından itibaren geçerli olacak şekilde, günde 100.000 varile ulaşacak bir üretim kesintisi yapmaya karar verdiler.

Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren.

Bültene kayıt ol