(Dosya) Irkçılığa ve kapitalizme karşı uluslararası isyan

19.06.2020 - 11:02
Haberi paylaş

Ozan Tekin, ABD’de gelişen ırkçılık karşıtı mücadeleyi ele aldığı dosyada enternasyonal dayanışmanın önemini de tartışıyor.

2019 yılında dünyanın 25 ülkesinde gerçekleşen hükümet karşıtı protestolar, bu dönemin “küresel isyan yılı” olarak anılmasına yol açmıştı. Covid-19 salgını, bu eylem dalgasına bir ara verilmesine neden olmuştu. Fakat pandemi eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri iyiden iyiye görünür kıldı. Finans dergileri, egemen sınıflara, insanların biriken öfkesinin “normalleşme” başlayınca patlayacağı yönünde uyarı yapıyordu. Böyle de oldu. ABD’de ırkçı polis şiddetine, George Floyd’un öldürülmesine duyulan tepki, dünyanın her yerindeki kitlesel dayanışma eylemleriyle birlikte düşünüldüğünde, hem Batı toplumlarında yer alan köklü ve kurumsallaşmış ırkçılığa hem de sistemin sıradan insanların hayatında yarattığı tüm tahribatlara karşı bir isyan dalgasına dönüştü.

Her hafta dünyanın birçok yerinde gösteriler oluyor. ABD’de iki haftayı aşan eylemler en az 150 şehirde yapıldı. Ancak başka merkezlerde de kitlesel dayanışma eylemleri görülüyor. Almanya’da 100 bin kişi, Paris’te bu hafta sonu 15 bin kişi, Londra’da toplamda 50 bine yakın kişi. Yeni Zelanda’daki eylemlerin haberinde, kalabalığın ucu bucağı görünmüyor. Meksika’da insanlar ABD’deki Siyahların Hayatı Önemlidir (BLM) hareketini örnek alarak polis şiddetine karşı sokağa çıkıyorlar. Bu, küresel bir ruh hâli, enternasyonal bir mücadele dalgası olduğunu gösteriyor.

Öfkenin nedenleri

İnsanların George Floyd’un öldürülmesine neden öfkelendikleri çok açık. Polisin gözaltına almaya çalıştığı bir adam, daha önce de benzer işlere karışmış ırkçı bir polis tarafından, 8 dakika 46 saniye boyunca “yapmayın” demesine rağmen, boynuna bastırılan bir diz yüzünden boğularak öldürülüyor. Bu iç karartıcı sahnenin videosu etraftan geçen biri tarafından kaydedilip sosyal medyada paylaşılıyor. Bunun ardından, ABD’nin “en büyük günahı” olarak tanımlanan bütün tartışmalar ortalığa bir kez daha saçıldı.

Farklı araştırmalar, ABD’de her yıl bin civarında insanın polis tarafından vurularak öldürüldüğünü gösteriyor. George Floyd gibi birçok siyah yurttaş daha önce de öldürülmüş ve tepki yaratmıştı. Ancak polis cinayetlerinin çoğunun üstü örtülüyor. Yılda 10 ila 20 polis memuru öldürdükleri kişiler nedeniyle yargılanıyor.

Trump faktörü

Göstericileri öfkelendiren bir diğer nedense ırkçı başkan Donald Trump. Gösterilerin ilk günlerinde, ırkçı cinayete öfkelenenleri “çeteler” olarak tanımladı ve “Yağma başlarsa ateş açma da başlar” dedi, isyanın askerler tarafından bastırılmasını gündeme getirdi. Irkçı kapitalist konuştukça protestolar büyüdü. Ancak o da konuşmaya devam etti. Son olarak Seattle’da kurulan otonom bölge için “Seattle’ın anarşistler tarafından işgal edilmesine izin vermeyeceğiz” diyordu.

Trump’ın açıklamaları polis şeflerini dahi çıldırtabiliyor. Video konferans aracılığıyla düzenlediği valiler toplantısında, “Çoğunuz zayıfsınız. İnsanları gözaltına almanız, onları takip etmeniz ve 10 yıl süreyle hapse atmanız gerekiyor. O zaman bunların olduğunu bir daha görmezsiniz” ifadelerini kullanan Trump’a karşı Houston Emniyet Müdürü Art Acevedo şöyle diyordu:

“Bunu sadece bu ülkenin polis şefleri adına ABD Başkanı’na söyleyeyim: lütfen söyleyecek yapıcı bir şeyiniz yoksa çenenizi kapatın.”

Koronavirüs salgını, 2017’den beri otoriterleşmenin ve aşırı sağın yükselişinin sembolü olan ülkeleri en kötü şekilde vurdu. Trump’ın ABD’si, Bolsonaro’nun Brezilya’sı, Johnson’ın İngiltere’si. Bunlar tesadüf değil, çünkü bu otoriter başkanlar ve onları destekleyen aşırı sağcı akımlar, virüsü Çin-Rusya blokunun kendi ekonomilerini çökertmeye yöneik bir komplosu gibi yorumluyorlar ve basit bir soğuk algınlığı gibi değerlendirilip önlem alınmamasını savunuyorlar. Dolayısıyla, pandemiye olan öfke de en çok bu liderlere yöneliyor.

Bunun bir sonucu olarak da Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kaybetme ihtimali artıyor. Mayıs ayı başında çoğu anket firmasına göre Biden’ın 3-4 puan gerisinde gözüken Trump, şu an 10 puan civarı geri düşmüş durumda. 

Şiddeti üreten kapitalist devlet

Floyd öldürüldükten sonraki ilk bir haftada yapılan gösteriler, Trumpçılar tarafından “yağma”, “vandallık” olarak etiketlenmeye çalışıldı. İnternete yansıyan birçok videoda, şiddetin kaynağının aktivistlere acımasızca saldırılan polisler olduğu açıkça görülüyordu. Buna rağmen, hemen hemen her kitle eylemliliğine getirilen suçlamaları, BLM hareketine de yönelttiler. Fakat bu basınç ilerleyen günlerde püskürtüldü, devlet ve polis teşkilatları daha defansif bir pozisyona geçmek zorunda kaldı. Bazı polisler diz çökerek eylemlere destek gösterisinde bulundular, New York polis sendikası “Bize eşkıya muamelesi yapmayın” dedi.

Çünkü, Morning Consult adlı firmanın eylemler başladıktan birkaç gün sonra, 31 Mayıs-1 Haziran tarihlerinde yaptığı araştırmaya göre, toplumun yüzde 55’i asıl sorunun polise uygulanan şiddet değil, polisin göstericilere uyguladığı şiddet olduğunu düşünüyordu. Yalnızca yüzde 30 tam tersi fikirdeydi. Şiddet sarmalını başlatanın kapitalist devlet aygıtı olduğu, yüz binlerce kişi tarafından bizzat kendi mücadele deneyimlerinin sonunda fark edildi.

Kazanımlar

Bu durum, ABD devletinin kurumsallaşmış ırkçılığının ve polis teşkilatlarının yapısının tartışmaya açılmasına sebep oldu. Polisin finansal kaynaklarının kesilmesi, polis teşkilatının küçülmesi, tasfiye edilip yeniden yapılandırılması gibi talepler ülkenin dört bir yanında dillendiriliyor. Bazı eyaletlerde polisin yetkilerini sınırlandıran reformlar uygulanmaya başlandı. 

Floyd’un öldürüldüğü Minneapolis şehrinde, belediye meclisi, yerel polis teşkilatının lağvedilmesini ve yeniden yapılandırılmasını kararlaştırdı. Portland ve Seattle’da polise gaz kullanımını pandemiyi de göz önünde bulundurarak azaltmaları talimatı verildi. Dallas, San Antonio ve Atlanta’da sokağa çıkma yasakları kaldırıldı.

Atlanta’da Rayshard Brooks’un da polis tarafından vurularak öldürülmesi, polis teşkilatının gözden geçirilmesiyle ilgili tartışmaları hızlandırdı. Demokrat senatörler bu konuda öneri vermeye hazırlanıyor. Medyada yer alan birçok akademisyen ve yorumcu da bu yönde görüş bildiriyor.

Heykellerin yıkılması

Eylem dalgasının bir diğer kazanımı ise köle tüccarlarının ve sömürgecilerinin heykellerinin tarihin çöplüğüne gönderilmeye başlanması oldu. İngiltere’nin Bristol kentindeki dayanışma eyleminde Edward Colston’un heykelinin alaşağı edilmesi, bu dalgayı tetikledi. 

Avrupa’nın birçok yerinde benzer eylemlerde bulunuluyor. Devletler ve aşırı sağ ise Batı devletlerinin köle ticaretiyle, sömürgecilikle bezenmiş bu tarihini savunmaya geçti.

İngiltere’de Muhafazakâr Parti milletvekili Sajid Javid, “Ben de Colston’dan nefret ediyorum. Ancak heykel kaldırılacaktıysa bu Bristol halkının demokratik kararıyla olmalıydı” dedi. Birçok egemen sınıf siyasetçisi heykel devirmeyi “kriminal tahribat” olarak tanımladı. Oysa köle tüccarının heykeli 1895 yılında şehre dikildiğinde konu Bristol halkına sorulmamıştı. Javid kendisi de yalan söylüyordu. Bristol şehrinde son birkaç senedir Colston’u tarihten silme çabası başlamış, belediye başkanı odasından bu ırkçı tarihsel figürün fotoğrafını kaldırıyorken, Sajid Javid kendi içişleri bakanlığı döneminde kentte Colston’un adının verildiği konser salonunun yenilenmesi için bütçe planlarına onay vermişti.

Aşırı sağ

İsyan dalgası, aşırı sağın da tekrar sokağa çıkmaya çalışmasına yol açtı. ABD’de BLM gösterilerinden bir ay önce, Mayıs başında aşırı sağcı fanatikler “sokağa çıkma yasaklarına karşı” silahlı gösteriler yaparak sokakları terörize etmeye çalışıyorlardı. Irkçılığa karşı patlak veren muazzam hareketin basıncıyla püskürtüldüler. 

İngiltere’de ise 5 bin kadar faşist “heykellere zarar verilmesini engellemek için” geçtiğimiz hafta sonu Londra’da sokağa çıktı. Naziler, BLM eylemi yapan siyahlara saldırdılar. Ancak İngiltere’nin genelinde son iki haftada yapılan eylemlerde 50 bin kişi sokağa çıktı. Burada da ırkçılık karşıtı kampanyalar, sokakları aşırı sağcılara geri vermemek için büyük bir mücadele sergiliyor.

Dayanışma ve örgütlenme

ABD’de mücadele eden sosyalist örgüt Marx21, en başından beri gösterilerin içinde yer alırken şöyle diyordu:

“George Floyd’un öldürülmesine karşı olan eylemler devam edecek. Irkçı devlete olan hoşnutsuzluk, ekonomik çöküş ve pandeminin eşitsizliği birleşiyor. Bir isyanın başlangıcına tanık oluyoruz. Sokaklarda görüşürüz!”

Dünyanın her yerinde sosyalistlerin görevi, bu eylem dalgasının büyümesi için çabalamak ve onun içindeki en ileri aktivistlerin antikapitalist bir solu inşa etmesi için tartışmayı sürdürmek olmalı. Son yıllarda kadın hareketi içerisinde, iklim hareketinde veya diktatörlerini devirmek için sokağa çıkan halkların mücadelesinde olduğu gibi, BLM hareketi de şimdi grev yapmayı tartışıyor. 19 Haziran için bir genel grev çağrısı yapıldı. Radikal bir sosyal dönüşümün merkezinde işçi sınıfının olacağını düşünen sosyalistler için, bu eğilim olağanüstü heyecan verici fırsatları beraberinde getiriyor. Bunları değerlendirmek için birleşelim, örgütlenelim. 

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol