Otoriterizme karşı yükselen kadın hareketi

06.03.2019 - 07:56
Haberi paylaş

2008’de başlayan küresel finansal kriz, on yıldır dünyanın birçok ülkesinde siyasi krizlerle el ele giden bir istikrarsızlığa yol açıyor. Birçok ülkede sağ muhafazakâr siyasetler, bu çoklu kriz ortamında güçlenecek zemin buldu. Otoriter liderler günümüzün fenomeni hâline geldi.

Bu süreçte Trump, Orban, Maduro, Putin, Erdoğan, Bolsonaro gibi isimler birbirinin yanına eklendi. Almanya, Fransa, Kuzey Avrupa ülkeleri, İspanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde aşırı sağ hareketlerin önceki on yıllara göre daha güçlü olduğunu görüyoruz.

Ancak yukarıdaki manzara madalyonun sadece bir yüzü. Diğer yüzünde neredeyse istisnasız olarak sağ hareketlerin yükseldiği her ülkede, bu yükselişe karşı en etkili yanıtı veren kadın hareketi yer alıyor.  

Polonya, İzlanda, Arjantin, ABD, İrlanda, Lübnan, Türkiye, İran, İspanya, Hindistan, Brezilya son yıllarda otoriter-muhafazakâr sağ iktidarların girişimlerine karşı kadınların kitlesel olarak sokağa çıktığı ülkelerden sadece birkaçı. Trump’ın iktidara geldiği gün ABD’nin onlarca şehri, ülke tarihinin en kitlesel kadın gösterilerinden birine sahne oldu. 2017 8 Mart’ında neredeyse her ülkede kadınlar önceki yıllara oranla çok daha kalabalık bir şekilde sokaktaydı, bazı ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en kitlesel kadın eylemiydi.

Otoriter ve kadın düşmanı

Kadın hareketinin yükselişi, küresel bir tehdit hâline gelen sağ muhafazakâr siyasetin kadınların kazanılmış haklarına saldırmasına, otoriter liderlerin rahatlıkla boca ettikleri kadın düşmanı açıklamalara karşı bir tepki. Sağ siyasetler kadınların ev içi işler ve annelik dışında bir rolü olamayacağına dair erkek egemen görüşleriyle, aile kurumunu güçlendirmeye odaklı politik programlarıyla propaganda yapıyor. İktidarı aldıkları yerlerde ilk icraatları kürtajı sınırlamaya, doğum kontrol araçlarına erişimi zorlaştırmaya, varsa şiddet merkezlerini kapatmaya, kısaca kadınlar aleyhine adımlar atmaya çalışmak oluyor. Bu politikalar sağ otoriterizmin kendine has bir icadı değil elbette. Dünya tarihi boyunca her kriz döneminde kadınlar hedef gösterildi. Kadınların cadı olarak yakılması, köylü isyanlarını bastırmanın bir yoluydu. Sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre kadınlar bazen ucuz iş gücü olarak piyasaya çekildi, bazen de damızlık olarak eve itildi. Kapitalizmin varlığı işgücünün sürekliliğine bağlı. Bu yüzden sermayenin temsilcisi olmaya soyunan tüm siyasetler kadınların doğurganlığını garanti altına alacak, üremeye zorlayacak politikalara sahip. Bu yüzden aile kurumu kutsanıyor, boşanmalar zorlaştırılıyor, LGBTİ+’lar düşmanlaştırılıyor, kürtaj yasaklanmaya çalışılıyor, doğum kontrol araçlarına erişim kısıtlanıyor, kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerle eşit ücret almıyor, işten en önce çıkartılıyor.  

Mücadele dalgası

Dünyanın en büyük ekonomik gücü olan ABD’nin başkanı Trump’ın defalarca kadınları aşağılayan, cinsiyetçi açıklamaları herkesin malumu. Geçen yıl Trump’ın, birçok kadın tarafından hakkında cinsel taciz suçlaması olan Brett Kavanaugh’u Yüksek Mahkeme adayı olarak göstermesi kadınlar arasında hâlihazırda olan öfkeyi kızıştırdı, yaygın bir kampanya örgütlendi. Kavanaugh seçilince kadınlar Trump’tan hesabı ara seçimlerde soracaklarını söyleyip kampanyalarına ara vermedi. Ara seçimlerin sonucunda kadınlar ve LGBTİ+’ların yanı sıra Latinler, Müslümanlar, yerliler rekor kırarak Temsilciler Meclisi’ne seçildi.

Brezilya’da tecavüzü normal karşılayan, homofobik, kadın düşmanı Bolsonaro’nun seçilmemesi için en güçlü mücadeleyi kadınlar verdi. Seçimlerin öncesinde her gün neredeyse ülkenin tamamında kadınlar sokaktaydı. Bolsonaro iktidara geldikten sonra da kadınlar çekilmedi, ilk gösteriler onlardan geldi.

Polonya’da iktidardaki sağ muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi, göçmenler, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi konularda otoriter politikalara sahip. İktidara geldiğinde ilk hedefi kadınlardı. Ülkede zaten sınırlı olan kürtaj hakkını tamamen ortadan kaldırmaya çalıştı. 2016’da 60 şehirde milyonlarca kadın greve çıkarak, kürtajın tamamen yasaklanmasına dair yasa tasarısını geri çektirtti. İzlanda’da koalisyonda en çok oyu alan sağcı Bağımsızlık Partisi’ne karşı kadınlar, Polonya ile aynı günlerde grevdeydi. Grev hükümeti ‘eşit işe eşit ücreti’ zorunlu kılan bir yasa tasarısını meclise getirmeye zorladı.

Arjantin’de son 10 yılda kadına yönelik suçlar yüzde 78 arttı. Sağcı ve inşaat mühendisi Macri 2015’te devlet başkanı oldu. Bir yıl sonra yüz binlerce kadın şiddete ve kadın cinayetlerine karşı grev çağrısı yaptı, meydanlara çıktı. İrlanda kürtaj yasağının kalkması için uzun soluklu bir mücadele geleneğine sahip. Son yıllarda bu talepteki kadın eylemleri kitleselleşti. 2018’deki referandumda kürtaj hakkını savunanlar yüzde 66,4’le kazandı. İngiltere’de kürtaj hakkı ve eşit işe eşit ücret talebi son yıllarda iktidardaki Muhafazakâr Parti karşısındaki önemli muhalefet başlıklarından.

Türkiye’de OHAL dönemi ve sonrasında sokaktaki tek kitlesel güç kadın hareketi. Özellikle 2012’den beri iktidar kazanılmış haklara saldırıyor, kadınlar haklarından vazgeçmiyor.

#MeToo

Madalyonun sağcı yüzünün karşısındaki kadınlar daha güçlü. Çünkü bu süreçte kadın hareketinin dalga yarattığı tek arena siyaset değil. Hayatın her alanında kadınların sözü yükseliyor. Trump’ın ‘genç erkekler için zor bir dünya’ diye hayıflanmasının nedeni bu. Kadınlar sadece otoriter liderlere karşı yasal haklarını savunmak ve daha fazlasını kazanmak için sokakta değil. Sosyal medyayı sarsan #MeToo dalgası, kültür ve sanat başta olmak üzere hayatın bir dizi başka alanını etkisi altına aldı. Hollywood’daki kadınların başlattığı teşhirin gerisi çorap söküğü gibi geldi. Birçok erkeğin tacizci olmadığı için değil bugüne kadar kadınlar konuşmadığı için saygın kabul edildiği daha çok görünür oldu. Çok açık ki sinema vb. sektörlerdeki kadınlarla sokaktaki kadınlar arasında karşılıklı bir etkileşim var. Kadınlar birbirinden besleniyor, birbiriyle güçleniyor.

Meltem Oral

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol