Birleşmiş Milletler’in Biyoçeşitlilik Zirvesi 7-19 Aralık tarihlerinde Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşiyor. Michael Robert zirveyi ele aldığı makalesinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in, “İnsanlık bir kitlesel yok oluş silahı haline geldi, doğayla uyumumuz bozuldu, aslında tamamen farklı tellerden çalışıyoruz. Dünyanın dört bir yanında yüzlerce yıldır yıkım enstrümanlarıyla çaldığımız bir kaos kakafonisini yönettik. Ormansızlaşma ve çölleşme, bir zamanlar gelişen ekosistmeleri çorak arazilere çeviriyor” dediğini aktarıyor. Guterres , "Topraklarımız, suyumuz ve havamız kimyasallar ve böcek ilaçları tarafından zehirleniyor ve plastiklerle boğuluyor ... Çocuklara verdiğimiz en önemli ders, eylemlerinin sorumluluğunu almaktır.” diye devam ediyor.
Kuşkusuz Birleşmiş Milletler gibi kurumların sözcülerinin bu tip toplantıların açılış konuşmalarında yaptıkları dokunaklı konuşmalar tartışmanın özünü gizlememeli. Guterres konuşmasında “biz” diyor. “Biz” ormanları yok ediyoruz, “biz” Amazon ormanlarına ve Afrika ve Asya’daki el değmemiş alanlara tecavüz ediyoruz, “biz” okyanusları ve nehirleri atıklarla dolduruyoruz.
Bu “biz” tartışmayı karmaşıklaştırıyor ve gerçek sorumluların arkasına gizleneceği bilinmez bir özne yaratmış oluyor.
Roberts, COP15’e ev sahipliği yapan Kanada’da hükümetin dünya kara kütlesinin yüzde 30’unu kurtarmayı hedef olarak belirlediğini ama bu oranın bile mevcut ekolojik yıkımın sürmesi anlamına geleceğini söylüyor. Üstelik bu yüzde 30 hedefine ulaşmak için üretilen çözümler de piyasaya dayalı. “BM çok uluslu şirketlere ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri azaltmak için hâlâ doğaya yatırım yapmayı karlı hale getirmek, tedarik zincirlerini incelemek ve “yüksek bütünlüklü doğa pazarlarını” kullanarak bir denge oluşturmak gibi öneriler yapan uzmanlara sahip.
Roberts, Karl Marx’tan yola çıkarak bir ülkenin servetini ormanlar, enerji, su gibi maddi doğal kaynakları da içeren şekilde ölçme girişimlerinin derinden kusurlu olduğunu söylüyor. “Ancak bu ulusal hesaplar ekonominin üretim sınırıyla sınırlıdır. Piyasa işlemlerine tabi olmayan ve mutlaka köklü piyasa fiyatlarına sahip olmayan doğal mal ve hizmetleri hesaba katmazlar… Kapitalizmde servetin anlamı, çevresel bozulma, kirlilik, sömürü ve eşitsizliklerden kaynaklanan zenginlik üzerindeki etkinin yanı sıra insan sosyal ihtiyaçlarını da dışlar. Bunlar, kapitalist özel servet birikiminde hesaba katılmaz. Bu nedenle kapitalist ekonomiler yalnızca yıkıcı ve savurgan değildir; kapitalizm, insanlığa gerçek zenginlik sağlama amacına uygun değildir.
COP15 sürecinin örgütleyicileri olan hükümetler ise özel sektörü Çevresel ve Sosyal Yönetişim hususlarını yatırımların seçimi ve belirlenmesi süreçlerine dahil etmek dışında bir niteliğe sahip değil.
COP15, biyoçeşitliliğin koruma altına alınması için özel sermayeye özel bir önem veren yaklaşımdan kurtulmak zorunda. Roberts’ın Çevresel ve Sosyal Yönetişim sürecinin kurumsal yüzü olan bir örgütlenmenin baş yatırım sorumlusu olan Tariq Fancy’den yaptığı şu alıntı özel sermayeden neden bir beklentimiz olmaması gerektiğini de gösteriyor: "Şirketler ve içinde bulundukları tüm yasal ve sosyal aygıt, şirketlerin hissedar zenginliğini en üst düzeye çıkarmak için var olduğu fikri üzerine inşa edildi. Yapmak için tasarlandıkları ve yapmaları gereken şey budur. Finansal piyasalarda dolaşmanın, şirketleri kökten farklı bir amaca, - ekonomik dışsallıklar ve zor kolektif eylem sorunları tarafından yönlendirilen geniş sosyal sorunlara yardımcı olmak gibi bir sürece uygun hale getireceğini düşünmek sadece çılgınlıktır.”
Gerçekten de bir seri katilden seri cinayetler işleyen bir başka katili yakalamakta yardım etmesini istemeye benziyor bu.
Bu yüzden BM Sekreteri çocuklara verdiğimiz en iyi ders eylemlerinin sorumluluğunu almaktır derken yanılıyor. Çocuklar, yani yepyeni bir kuşak, bir ölüm kalım süreci içinde olduğumuzu biliyor. Ama bu sürecin sorumlusunun kimler olduğu konusunda da çok net. Boşuna “İklimi değil sistemi değiştir!” sloganı yükselmiyor eylemlerde.