Mısır’da 27’ncisi düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27) tarihe geçecek bir fiyasko olarak sonlandı.
İklim konferansına yaklaşılırken, ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin ortalama 1,5 santigrat derece üzerinde sınırlamanın imkânsız hale geldiğini, mevcut tutumla 2,5-2,8 derecelik ısınma yolunda ilerlediğimizi öğrenmiştik. Ve 1,5C’nin üzerindeki ısınma ne yazık ki iklim çöküşünün toplumlara vereceği zararın çok daha fazla olacağı, bu nedenle yaşanacak ölümlerin katlanarak artacağı anlamına geliyor.
COP27’nin ana gündemlerinden biri, iklim tazminatları, yani kayıp-zarar fonlarıydı. Bilhassa, iklim afetlerini dünyanın geri kalanına kıyasla çok daha önce ve daha büyük yıkımlarla yaşayan, bu açıdan iklim afetlerinin ön saflarında bulunan Küresel Güney ülkeleri için bu tazminat iklim adaletinin olmazsa olmaz bir parçası. İklim tazminatını karşılaması gerekenler ise sanayi tarihi boyunca aşırı yoğunlukta emisyon üretmiş gelişmiş ülkeler.
Böylesi elzem bir meselenin bile COP27 gündemine alınıp alınamayacağı zirveden sadece iki gün önce belli oldu ve gündem maddesi olarak kabul edildiğinde dahi bir şerh düşüldü: Zirvedeki tartışmalar, iklim tazminatlarının garantisi olmayacak, hiçbir ülkeye sorumluluk zorunluluğu yüklenmeyecek.
Pakistan’da olan Pakistan’da kaldı
Zirvenin ilk gününde, dünyanın en savunmasız toplumlarının maruz kaldığı geri dönüşü olmayan zararı kimin ödeyeceği konusundaki tartışmalara vurgu yapan “Pakistan'da olan Pakistan'da kalmayacak” sloganının yazılı olduğu bir tabela önünde konuşan BM genel sekreteri António Guterres, bu yaz yaşanan ölümcül sellerin gelecek felaketlerin ilk habercisi olduğunu söylüyordu; "Uluslararası toplumun şu anda Pakistan'ı desteklemek gibi bir görevi bulunuyor" dedi; “Kayıp ve hasar konusunda herhangi bir şüpheniz varsa, Pakistan'a gidip görün.”
Ne var ki tarih bir kez daha göstermelik bir iklim zirvesine tanıklık ediyordu. Coca Cola sponsorluğu dedikodularıyla ve fosil yakıt endüstrisini aklama çalışmaları yürüten bir başka halkla ilişkiler şirketinin organizasyonel çalışmalarıyla, Mısır gibi elinden kan damlayan bir rejimde, fosil yakıt endüstrisi adına lobi faaliyetleri yürüten 636 katılımcıyla gerçekleştirilen bir iklim zirvesinden beklenebileceği üzere, Pakistan’da olan Pakistan’da kaldı.
İklim çöküşü yüzünden her geçen gün sular altında kalmaya devam eden bir Pasifik ada ülkesi olan Tuvalu zirvenin ikinci günde zirvenin dünya gündemine damgasını vuran bir konuşma gerçekleştirdi ve fosil yakıt kullanımını aşamalı olarak sonlandıracak uluslararası bir anlaşmayı gündeme taşıyarak fosil yakıtlar çağını sona erdirme çağrısında bulundu. Bu etkileyici konuşma dahi kapitalistler üzerinde pek bir etki yaratmamış olacak ki delegelerin üzerinde anlaşmaya vardıkları imza metninde, tıpkı COP26 Glasgow zirvesinde kararlaştırıldığı gibi, "kömürden aşamalı olarak çıkış” ve “fosil yakıt sübvansiyonlarının kademeli olarak kaldırılması" yönünde adımlar atılması çağrısının yinelenmiş olmasından başka bir şey yoktu. Hatta iklim tazminatlarının nasıl düzenleneceğine dair de bir bilgi yer almıyordu.
Dahası, kapanış metninde artık imkânsız hale gelmiş olan 1,5C hedefi de dalga geçercesine bir kez daha teyit edilmişti; “Küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayi öncesi seviyelerin 2 °C’nin oldukça altında tutma ve sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5 °C’nin hemen üzerinde sınırlama çabalarını sürdürme şeklindeki Paris Anlaşması sıcaklık hedefini yeniden teyit ediyoruz.”
Bir sonraki zirve, yani COP28, Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleştirilecek. Kayıp ve zarar finansmanın detayları da BAE’de yürütülecek bu iklim zirvesinde görüşülmek üzere ertelenmiş oldu.
Barbados Başbakanı Mia Mottley’nin, Pakistan’daki sel felaketini ve kendi ülkesinde yıkıcı sonuçlar doğuran kasırgayı hatırlatan ve şu ifadelerle başlayan konuşmasıysa adeta her şeyin bir özetini sunuyordu; “Bu dünya, sömürgeci bir imparatorluğun parçası olduğu zamanlardaki haline hâlâ çok benziyor. Nasıl oluyor da, geride bırakılan 3 ayda 200 milyar dolar kâr eden petrol ve gaz şirketleri, kazançlarının en az yüzde 10’uyla kayıp ve zarar fonuna katkıda bulunmuyor?”
Türkiye’nin “iklim cehennemini” garantiye alma taahhüdü
Fosil yakıt endüstrisini ayakta tutmaya adanılmış gibi davranılan bir zirve daha işte böyle sonlandı.
COP27 iklim adaletini sağlayamadı.
Yıkıcı bir çölleşme nedeniyle 8 milyon kişinin açlığa sürüklendiği Sudan ve ülkenin üçte birini yerle bir eden sel felaketinin açtığı yaraların sarılmasını bekleyen Pakistan umursanmadı, bu ülkelere acil finansman sağlamak yerine fosil yakıt tiranlarını beslemeye devam etmeyi seçtiler.
Paris Anlaşması’nı onayladıktan sonra sunması gereken Ulusal Katkı Beyanını (2030 projeksiyonlu iklim hedefi) bu zirvede açıklayan Türkiye ise emisyonları azaltmak yerine artırma taahhüdünde bulunduğunu ilan etti!
2015’teki açıklamada, 2030’da 1 milyar 175 milyon tona varacak olan toplam sera gazı emisyonunun, yüzde 21’lik ‘artıştan azaltım’ önlemiyle 929 milyon tona düşeceği belirtilmişti ama COP27’deki açıklamada, bu seviyenin, yüzde 41’e yükseltilmiş bir ‘artıştan azaltım’ ile 694 milyon tona çekileceği görüldü.
Özetle, azaltmıyor, yüzde 30’dan fazla artırmış oluyorlar ki bu artış da kömüre dayalı büyüme planlarıyla gerçekleştirilecek. Hatta hemen iki yeni kömür sahası için girişim başlatıldı, Bozdoğan (Aydın) ve Elbistan’da (Kahramanmaraş) açılacak maden sahaları için yeşil ışık yakıldığı duyuruldu. İkincisi, Afşin-Elbistan linyit havzasındaki 500 milyon ton linyiti kullanmak üzerine yapılan planların bir parçası. Türkiye’nin en büyük kömürlü termik santralinin de yine bu bölgede yapılması planlanıyor.
Türkiye’nin, hepimizi bir iklim cehennemine iten bu inanılmaz taahhüdü, yeni termik santrallar açma ve var olan linyit yataklarını o santrallerde yakmaya dayalı bir yıkım projesinden başka bir şey değil.
İklim aktivistleri Mısır rejimini eleştirdiler ve rejimin hapishanelerinde direnen inanlarla dayanışmalarını gösterdiler. Her şeye rağmen, iklim aktivistlerinin mücadelesi çöken tüm bu COP süreçlerinde bazı kararların alınmasını da sağlıyor. Yetersiz Paris Anlaşması, 1.5 derece hedefi, tüm ülkeleri aynı anda iklim kriziyle mücadeleye katma çabaları ve şimdi de kof bir COP zirvesi olan Mısır zirvesinde bir “kayı-zarar fonu”nun devreye alınmak zorunda kalınması, esas olarak hareketlerin aktivistlerinin, iklim adaleti mücadelesinin kazanımları.
Kapitalizmin çoklu krizlerinin başat öğesi olan iklim krizi, kapitalizmin yarattığı bir sorun. Açık ki özel şirketlere güvenerek, sorunun kaynağı olan fosil yakıt şirketlerine yaslanarak iklim krizini durdurmak mümkün değil. Hem kapitalizmi aşan bir perspektifle harekete geçmeli hem de aynı anda iklim krizine karşı dev kamusal kaynakların harekete geçmesi ve iklim adaleti için hemen bugün, şimdi kitlesel bir basıncın örgütlenmesi gerekiyor.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)