Kastamonu, Sinop ve Bartın’da, üstelik tam da içimizi yakan orman yangınlarının hemen ardından ve yine gözümüzün önünde inanılmaz bir yıkım daha yaşandı. Resmi verilere göre en az 78 kişi öldü. Henüz ulaşılamamış olan kayıplar da var.
Yoğun yağışlar Batı Karadeniz’in tamamında yaşanıyor. Bölgedeki şiddetli yağışlar bir buçuk aydır devam ediyordu. Fakat yaşanan felaketin asıl sebebi, aşırı yağış nedeniyle gerçekleşen taşkınlar değil; tomruk baskını.
Ve bölgedeki hidroelektrik santrallerinin (HES) de bu felakette büyük payı var.
HES’lerin yol açtığı görünür ve gizli felaketler
Bozkurt’ta iki adet HES bulunuyor ve bunların ikisi de Ezine Çayı’nda kurulu. Sinop’ta dört, Bartın’da ise iki adet HES mevcut.
Daha en başından orman katliamı yapılarak, dere yataklarının doğal yapısı değiştirilerek kurulan bu santrallerin yapım aşamasında ortaya çıkan hafriyat da yine aynı bölgeye, bilhassa da derelere dökülmüştü.
HES’lerin kurulumu ayrı, işletilme süreçleri ise ayrı felaketler yaratıyor. Bu santraller genellikle çevredeki yerleşim yerlerini ve tarım alanlarını tehdit edecek şekilde kuruluyorlar bir kere. Ayrıca derelerin ısınmasına sebep oluyor, bölgenin nem oranını yükseltiyor, tarıma zarar veriyor, ekosistemi değiştiriyor, tür çeşitliliğini azaltıyor, göçleri tetikliyor olduklarını da hatırlayalım. Bölgede birden fazla HES varsa – ki felaketin yaşandığı bölgelerin tamamında en az iki santral mevcut – sebep oldukları/olacakları yıkımın boyutları da bu HES’lerin sayıları gibi katlanarak artıyor. Çünkü HES’ler suyu tutan, rezervuarlarda saklayan, akarsuları durgun göllere çeviren projeler. Daha küçük HES’ler ise derelerin doğal yapısını değiştirip havzaları kurutuyor.
HES’ler kurulurken dereleri tahrip eden, dere yataklarını doldurup müteahhitlere pazarlayanlar, sonrasında yaşanacak yıkımın etkisini de büyütüyor. Dere yatağına inşaat izni verilmesi sonucunda, sözümona “gelişme” adı altında yürütülen betonlaştırmanın nelere yol açabileceğini Bozkurt’ta gördük maalesef. Rant ne kadar büyükse yıkım da o kadar büyük…
Tomruk baskını
Kastamonu’nun 5400 nüfuslu Bozkurt ilçesinde su seviyesi dört metre yükseldi. Bozkurt’ta yaşanan felakete tam olarak neyin sebep olduğu üzerine günlerce tartışıldı. Sonunda anlaşıldı ki bu katliamın ardında doğal bir sel felaketi değil, tomruk felaketi bulunuyordu.
Dere yatağına inşaat izni verilmesi sonucunda, su altında kalabileceği bilinen bir hatta yapılaşmaya gidildi ve yine aynı dere yataklarına tomruk depoları kuruldu.
Bu bölgelerin tamamında daha önce de büyük çaplı seller yaşanmıştı. Örneğin, Ezine Çayı’nda 1942’de, ağaçları yerinden sökecek kadar şiddetli bir sel felaketi yaşandığında can kaybı olmamış, yalnızca tahta köprüler ve birkaç ahşap yapı yıkılmıştı. O zamanlar bu bölgelerin tamamı doğal yapısını korumaktaydı tabii. Ve henüz dere yatağında yapılaşma gibi bazı ölüm projeleri hayata geçirilmemişti. Bozkurt’ta sevdiklerini yitirenlerin bir bölümü çocukluk yıllarında bu sel felaketini de yaşamış olan insanlar. Ancak şimdiki gibi bir yıkıma ilk kez şahit oluyorlar.
Özetle, sel doğal bir olay. Üstelik IPCC’nin geçtiğimiz günlerde paylaştığı son raporundan da biliyoruz ki, önümüzdeki yıllarda tıpkı yakıcı sıcakların süresi ve şiddetinin artacak olması gibi, aşırı yağışlar nedeniyle gerçekleşebilecek sel felaketlerinin de sayısı ve şiddetinde artış bekleniyor. Fakat Bozkurt’ta yaşanan şey doğal bir afet değil, tam manasıyla bir katliamdı.
Tomruk depoları, çevrede bir de orman kıyımı gerçekleştirildiğini gösteriyor. Endüstriyel ağaç kesimi sonucunda elde edilen bu kütükler yığınlar halinde bir araya toplandı, hiçbir önlem alınmadan aynı dere yatağında depolandı. Sel suları tomruklara ulaştığında, onları orada tutmaya devam edebilecek ne bir bariyer vardı ne de başka bir tedbir alınmıştı. Dik vadiden eski dere yatağına doğru akan sular, doğal yapısı ve ekolojik dengesi bozulmuş Bozkurt’u vurduğunda, ilçeden 30 milyon metreküp suyun aktığı tahmin ediliyor. İşte tomruklar o suda hızla ilerleyerek önlerine gelen her şeyi yıktı.
Bir rejimin çürüyüşünün en önemli göstergesi, insan yaşamının ve ekosistemin rantın, kârın, sermayenin, rüşvetin, yolsuzluğun, vurdumduymazlığın yanında bir hiç haline gelmesidir.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)