Çevrenin “altın” dönemi: HES’lerin getirdiği yıkım

29.11.2020 - 12:20
Haberi paylaş

AKP iktidarıyla geçen 18 yılda yaşanan çevre yıkımını ele alan yazı dizimizin üçüncü makalesinde Nuran Yüce, Hidroelektrik Santrallarının (HES) yarattığı vahim sonuçları anlatıyor.

11 Kasım Milli Ağaçlandırma gününde Tayyip Erdoğan "Türkiye çevre bakımından altın dönemini son 18 yılda yaşamıştır” dedi. Tabii ki bu söylem gerçekte olup biteni yansıtmıyor. Geçtiğimiz 18 yılda yaşanan çevresel yıkımın büyüklüğü karşısında Erdoğan’ın kurması gereken cümle şöyle olmalıydı “ Türkiye çevre yıkımı bakımından altın dönemini son 18 yılda yaşamıştır.” Bu yıkımdan en fazla etkilenenlerin başında da su varlıkları geliyor. 

Dönemin politikası ve hedefi, su varlıklarını koruma ve suyu verimli kullanma değil, suyun kullanım alanını daha da genişletmek ve en fazla ekonomik getirinin elde edilmesi oldu. Bu yazıda sadece Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde “Bir ülke ne kadar fazla elektrik tüketiyorsa o ülke o kadar güçlüdür. Kalkınma o denli süratle işliyordur. Su akar Türk bakarı, su akar Türk yapara çeviriyoruz” hedefiyle belirlenen sadece Nehir Tipi Hidroelektrik Santraller’in (HES) yarattığı yıkıma bakalım. 

Pıtrak gibi çoğalan, ÇED’siz, denetimsiz, bir havza içinde 1’er 2’şer kilometre ara ile ardı ardına sıralanan, derelerin sularının borularla taşındığı HES’ler başta Doğu Karadeniz olmak üzere Türkiye’nin her yerini kapladı.

Bu yılın Haziran ayında Hidroelektrik Santralleri Sanayi İşadamları Derneği (HESİAD) Yönetim Kurulu üyesi, aynı zamanda Limak Holding HES Grubu Genel Müdürü Taner Ercömert, 2023-2030 döneminde Türkiye için yeni hedeflerinin 32 bin 256 MW ile Norveç’i geçip, Avrupa’da birinciliğe, dünyada sekizinciliğe ulaşmak olduğunu, Türkiye’nin Avrupa HES şampiyonu olacağını söylüyordu. Geçtiğimiz on yılı aşkın sürede de, tam da Ercömert’in ifade ettiği hedeflere ulaşılabilmesi için, önce şirketler yararına uygun yeni yasal düzenlemeler yapıldı. 

2001’in başında kurulan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) hidroelektrik de dahil olmak üzere elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı için yeni bir dönemi başlattı. Serbest piyasa döneminde, özel sektörün beklentilerini karşılayacak şekilde düzenlemeler ardı ardına yapılmaya başlandı. 

2001’de Avrupa Birliği’nin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin teşvik edilmesi yönetmeliğinin kabulü ile HES’ler furyası başladı. HES şirketleri karar verici bir konuma getirildi. 

2003’te kamu kurumu Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ile şirketler arasında elektrik üretim lisansı için 49 yıllığına “su kullanım hakkı” anlaşmaları yapıldı. 

2005 yılında çıkarılan 5346 sayılı “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK) ile özel sektöre yapacağı HES’lerden elektrik üretip satabilme serbestliği getirildi. HES’lerin kurulu güç içinde payı artmaya başladı. 

2010’da HES’ler devlet politikası olunca, Devlet Planlama Teşkilatı, 2023 yılına kadar Türkiye’nin hidrolik potansiyelinin tamamının elektrik enerjisi üretiminde kullanılması kararını aldı. 

2011’de yenilenebilir enerji kanununda yapılan değişiklikle, tüm korunan alanlarda nehir ve kanal tipi santrallerin özel sektör tarafından inşa edilmesi ve işletilmesinin önü açıldı. Her türlü teşvikle, acele kamulaştırmalarla, hiçbir plan, program ve denetim olmadan tekstilcisinden inşaatçısına, spor kulübünden gıdacısına her türlü şirketin en kârlı yatırım alanı olarak düzenlenen HES’ler birbiri arında inşa edildi. 

Geldiğimiz durum şöyle: 2018 yılı sonu itibariyle işletmede olan 644 adet HES var. Toplam kurulu gücü 28.423 MW olan bu HES’lerin ortalama yıllık üretimi 99,1 milyar kWh. Halen inşaat halinde 55 HES var, 554 adet projelendirilmiş HES’in inşaatına henüz başlanmamış durumda. 

İklim bahane teşvikler şahane

AKP, enerjide dışa bağımlılığa son verme, bütçe açığını azaltma, enerji arzı güvenliğini sağlama, Türkiye’nin artan enerji (doğrusu inşaat sektörünün) ihtiyacı gibi argümanları ardı ardına sıralayarak hem tüm yerli enerji kaynaklarını son damlasına kadar kullanıma açtı, hem de enerji üretim hedeflerini büyüttü. Türkiye’de hayata geçirilen enerji politikalarının ekolojik yıkıcı sonuçları sadece yerel, bölgesel değil kömürlü termik santralleri düşünecek olursak küresel boyutta. Ama hükümet sanki iklim değişikliği umurundaymış, onunla mücadele ediyormuş gibi teoride yenilenebilir bir enerji türü olan nehir tipi HES’lerden, pratikte ekolojik, sosyal ve ekonomik bakımdan büyük yıkımlara yol açan canavarlar yarattı. 

HES’lerle gelen ekolojik yıkıma geçmeden önce HES şirketlerinin “yenilebilir” kategorisini nasıl ihlal ettiklerine, çevreyi yıkıma uğratırken hem devletten teşvik aldılar hem de nasıl ucuz kredi bulduklarına bakalım. 

Nehir tipi HES’ler kurulu güç durumuna göre mikro (1 KW-200 KW), mini (200 KW-1 MW), küçük (1 MW-10 MW), orta (10 MW-50 MW) ve büyük (50 MW ve üzeri) olmak üzere beş grupta sınıflandırılıyor.  AB ülkelerinde nehir tipi HES’lerin kurulu güçleri 10 MW'Ia sınırlı olmasına karşın, Türkiye’de önce 2002 yılında Enerji Piyasası Kanunu ile bu sınır 20 MW’a, 2005 yılında yapılan bir değişiklikle de 50 MW’a yükseltildi. Bu değişikliklerin yapılma nedeni Dünya Bankası’nın yenilenebilir enerji için kullandırdığı ucuz kredi imkânlarından şirketlerin faydalanmasını sağlamak. Yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme mekanizması (YEKDEM)’in yenilenebilir kaynaklara dayalı küçük elektrik üretim tesislerine yönelik bir uygulama olması gerekiyor. 

"Ne İstediniz de vermedik" 

Oysa Türkiye’de YEKDEM’den faydalanan HES’ler 2011 yılında 4 adet iken, 2018 yılında 250 MW’ın üzerinde kurulu gücü olan 5 adet, 50 MW’ın üzerinde kurulu gücü olan 50 adet santral da dâhil olmak üzere toplam 447’ye ulaşıyor. 2019 yılında yararlanacak santral sayısı; 41 adedi rezervuarlı HES olmak üzere toplam 463’e ulaşıyor. Ama bu rakamlar bile şirketleri tatmin etmemiş olsa gerek Meclis’e gelen son 46 maddelik torba yasa tasarısı içinde, 5346 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinde değişiklik yapılarak, “Lisanssız üretim’de 10 yıldan sonraki süreler için YEK Destekleme Mekanizması ile ilgili düzenlemeler 31.12.2020’den sonra işletmeye girecek tesisler için de Cumhurbaşkanı tarafından yerine getirilecek. Yeni düzenleme ile nehir tipi ve kapasitesi 15 km. karenin altındaki rezervuar tipi HES’ler ve gelgit, dalga, akıntı ile elektrik üreten tesisler de YEK Destekleme Mekanizmasından yararlanabilecekler” düzenlemesi vardı. 

Üstüne üstlük iklim değişikliğine karşı inşa edildiği iddiası ile ucuz kredilerle, yüksel alım garantileri ve daha fazlasıyla desteklenen bu HES’ler iklim değişikliği nedeniyle planlanan miktarda enerji üretemeyecekler. Nasıl mı? Türkiye’nin iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğine ilişkin bizzat resmi kurumlarca yapılan çalışmalar var. Bunlardan biri, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve 2016’da yayınlanan; iklim değişikliğinin yüzeysel sular ve yeraltı sularına su havzaları bazında etkisinin tespiti ve uyum faaliyetlerinin belirlenmesi konusundaki “İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi Projesi”. 

Bu kapsamlı çalışmada iklim değişikliğinin Türkiye’deki 25 nehir havzasının su varlıklarına etkileri 3 farklı senaryo üzerinden çalışılmış. Raporun su varlıklarına etkisinin verilerine geçmeden önce yine raporda yer alan bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Raporda “Sürdürülebilir su kullanımını sağlamak adına havzalarda su kaynaklarına ihtiyaç duyan sektörler temel alınarak ‘Etkilenebilirlik Analizi’ çalışmaları yapmakta büyük yarar vardır.” deniyor. Ve havzalarda suyun kullanım alanları “bunlar başta içme ve kullanma suyu temini olmak üzere, tarımsal sulama suyu temini, sanayi su ihtiyacı ve ekosistem hizmetleri için gereken su olarak sayılabilir” deniyor. Her nehrin üzerine kurulu birden fazla, inşası süren ve daha fazlası planlanan HES’lerin ne su kullanımından, suyun enerji amaçlı kullanımından ne de su potansiyelindeki değişimlerden HES’lerin nasıl etkileneceğinden hiç bahsedilmiyor. Oysa Nehir tipi HES’lerde enerji üretimi verimliliği, nehrin debisine doğrudan bağlı. Yani tribünleri döndürecek yeterli su varsa enerji üretebilirler. 

Su potansiyeli yok oluyor

2015-2018 yılları arasında Nehir Kanal Tipi HES’lerde planlanan elektrik üretiminin gerçekleşme oranı yüzde 60’larda kaldı. Önümüzdeki yıllarda verimlilik daha da düşecek. Bunun verileri de yine raporda yer alıyor. “3 farklı iklim senaryosunda, 2040 yılında 2015 yılına göre brüt su potansiyelinin birkaç havza hariç diğer havzaların tümünde çeşitli oranlarda azalma gösterdiği, Türkiye genelinde ise brüt su potansiyelindeki azalmanın yüzde 17,5 ile yüzde 46,5 arasında değiştiği” söyleniyor. 

“Hâlihazırda Türkiye’de iklim değişikliğinin etkileri görülmeye başlanmıştır ve önümüzdeki 10’ar yıllık dönemlerde bu durumun daha da belirginleşeceği beklenmektedir” denilen raporda önümüzdeki 20 yıl için yapılan yağış ve brüt su potansiyeli projeksiyonlarına göre “Özellikle Küçük Menderes, Büyük Menderes, Gediz, Antalya, Ceyhan, havzalarında yüzde 50’ye ulaşan, Doğu Karadeniz havzasında brüt su potansiyelinde yüzde 40-50 arasında azalma” olacağı belirtilmekte. Bu veriler HES’lerin ortalama üretim verimliliklerinin planlanan değerlerin çok altında kaldığını, kalacağını gösteriyor. 

Havzaları yıkıma sürükleyen ardışık HES’ler

Yalnızca Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde faaliyet gösteren HES’lerin sayısı 246. Bu HES’lerin yarısının kurulu gücü 10 MW’ın altında. Türkiye’deki kurulu elektrik gücünün binde 6,6’sını oluşturuyorlar. Denebilir ki bunlar 10 MW’ın altında küçük HES’ler, çevresel etkileri de çok fazla olmaz. Ama öyle değil. Bir nehrin üstünde tek bir HES’ten bahsetmiyoruz. İstisnasız her nehir üzerinde ardı ardına sıralanan, kimisi 10 MW’ın altında kimisi üstünde sayıları 10’lara ulaşan, aşan HES’lerden bahsediyoruz. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde faaliyetteki 246 HES’in dağılımına bir bakalım: Artvin 42, Rize 17, Trabzon 55, Bayburt 4, Gümüşhane 16, Giresun 48, Samsun 10, Tokat 16, Amasya 11, Sinop 4, Çorum 5 ve Ordu 18. 

Biraz daha detaya inelim. Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) ve Mekan’da Adalet Derneği 2018 Temmuz’da “çevresel adalet yürüyüşü” adı verdikleri, Ordu sahilinden başlayıp Melet Havzası boyunca (yaklaşık 15 km’lik bir mesafe) suyun izini sürdükleri bir saha gezisi yapıyorlar ve sonuçlarını yayınlıyorlar. Ordu için hayati öneme sahip Melet Havzası’nda başta 8 adet HES olmak üzere, taş ocağı, maden ve duble yol var. Bu projelerin toplamının çevresel etkisinin ne olacağı üzerinde bir değerlendirme yapılmıyor. Sanki havzadaki her bir yapı birbirinden bağımsızmış gibi ayrı ayrı değerlendirmeye alınıyor. Oysa tek bir havza üzerinde yer alan bütün projelerin kümülatif çevresel etkisi hesaba katılsa yıkımın boyutu açığa çıkacak. Melet Havzası’nda olduğu gibi “Bütünleşik Havza Yıkımı”nı görebileceğiz. Hiçbir havzada bütünleşik bir plan yapılmadığı gibi tek tek projelerin de ÇED süreçleri doğru biçimde yapılmıyor. Özellikle HES’lerle ifade edilmeye başlanan kopyala-yapıştır ÇED raporları hazırlayıp, ilgili prosedürleri tamamlayan çevre danışmanlık firmaları tarafından çoğu zaman proje alanı görülmeden yapılıyor. Su verileri doğru tespit edilmemiş, riskler (taşkın, sel, heyelan, deprem) ve yerleşim yerleri dikkate alınmamış projelerle üretim rakamları hatalı, abartılı HES’lerin yapımına olur veriliyor. 

Arhavi- Konaklı’daki Kavaklı HES dört köyün ortasına yapıldı. Ordu Korgan Çiftlik’te “Deremizi ranta teslim etmeyeceğiz” diye insanlar direniyor. ÇED raporuna göre HES’in yapılacağı yerde kimse yaşamıyormuş, köy 350 metre yukarıdaymış. Oysa yerleşim yeri dereye sıfır. Eğer HES inşa edilecek olursa şirket diğer HES’ler de olduğu gibi ‘Dereye girmek tehlikeli’ tabelasını dikecek. Hemen şunu da eklemek gerekir;  bu birbiri ardına sıralı HES’lerin (çoğu zamanda aynı şirkete ait) toplam kurulu güçleri 50 MW’ı geçse bile her biri ayrı değerlendirildiği için ÇED sürecinden muaf tutuluyorlar. Tüm ÇED sürecini denetleme ve karar verme yetkisine sahip Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu süreçte oynadığı rol ne pahasına olursa olsun bu projelerin bir an önce hayata geçmesini sağlamaktan ibaret. 

“Su olmazsa ölümümüz demektir, derenin suyunu alırsanız bizim de canımız gider”

Melet havzasındaki 8 adet HES’in hepsi acele kamulaştırma kararı ile özel mülklerin zorla alımı ile yapılmış. Bu çok istisnai durumlarda; olağanüstü hal ya da savaş dönemlerinde uygulanabilecek acele kamulaştırma, Bakanlar Kurulu tarafından sınırsızca uygulanmakta. İnsanlar vadilerine HES yapılacağını iş makineleri dereye girdiğinde haberdar oluyorlar.  Tek bir nehir üzerinden bir biri ardına sıralanan ardışık HES’lerde sular borular ve tünellerle kilometrelerce taşınıyor, su dere yatağına bırakıldığı yerde santral enerji üretiyor hemen devamında belki bir 500 metre aşağısında bu sefer ikinci HES suları borularla taşıyor. Bir, iki, üç, böyle devam ediyor. Bu işleyiş bölgenin tüm ekosistemini yok ediyor. Suyun borularla yatağından alınması, akışının kesilmesi, yönünün değiştirilmesi (HES’lere su sağlamak için dereler de birleştiriliyor) su ekosistemini, yerel iklimini, bitki örtüsünü ve derenin yakınında yaşayan insanları etkiliyor, yaşamı yok ediyor. “Su olmazsa ölümümüz demektir, derenin suyunu alırsanız bizim de canımız gider” diye insanlar haykırıyor. 

Derelere bırakılan can suyunda yaşananlar ise tam bir rezalet. Derelere can suyu bırakılması gerektiğine ilişkin düzenleme birçok HES faaliyete geçtikten sonra yönetmeliğe eklendi. Tüm akarsular sanki bir örnekmiş gibi, yaz kış aynı debide akar, kurak dönemler olmazmış gibi belirlenen tek bir can suyu oranı var. Can suyu diye belirlenen yüzde 10 ise gerçekte canlı yaşamın devam edemeyeceği miktar. 

HES’lerin yarattığı yıkımları ve HES’lere karşı direnişleri içeren birçok video, belgesel var. BBC News Türkçe’de Karadeniz’deki HES’leri işleyen beş bölümlük bir belgesel Eylül ayında gösterilmeye başlandı. İkinci bölümde, 2000’lerin ortasında ilk HES’in yapıldığı Senoz Vadisi’nden bir kişi “Bu şekilde olacağını hiçbirimiz tahmin etmedik” diyor. HES’lerin inşası sırasında ağaçların kesilmesine, orman içinde açılan taş ocaklarına, dere yataklarının kum ve çakıl için hallaç pamuğu gibi atılmasına, yolların yapılmasına, iletim hatları ile bölünen ormanlara, derelere vadilere bırakılan hafriyata, suyun borulara hapsedilmesine, balıkların ölmesine, çamur akan derelere tanıklık edenler konuşuyor bu belgeselde. HES’ler doğamızı, suyumuzu katletti diyor insanlar. Şirketler ve devlet yetkilileri şikâyetlere, itirazlara mesnetsiz diyor. Erdoğan da “Türkiye çevre bakımından altın dönemini son 18 yılda yaşamıştır” diyor. Yerseniz!

Nuran Yüce

Bültene kayıt ol