Magnus Hirschfeld’i hatırlamak

07.06.2020 - 10:39
Haberi paylaş

Dimitra Kyrilllou,  gey aktivist ve bilim insanı Magnus Hirschfeld'in yaşamı ve mücadelesini yazdı.

Berlin’in dünyanın en LGBT dostu yerlerinden biri olma namı günümüzün bir alameti değil. Şehrin cinsel özgürlükler için mücadele tarihinin kökleri, Berlin’in lezbiyen, gey, translar dahil olmak üzere herkes için cinsel özgürlüklerin ifadesinin merkezi haline geldiği, kısa ömürlü Weimar Cumhuriyeti (1919-33)’nde doruk noktasına ulaşan 20. yüzyılın başına dayanıyor. Bu dönemde gey kimliği ve siyaseti için merkezde olan bir figür vardı: Magnus Hirschfeld (1868-1935). 

Kolberg’de (günümüzde Polonya) Yahudi bir ailede doğan Hirschfeld, önce felsefe okudu ancak sonrasında 1896’da yerleştiği Berlin’de tıbba ilgi duydu. 1871’de yürürlüğe giren ve erkekler arasındaki eşcinsel davranışları ceza gerektiren suç olarak kabul eden Alman Ceza Yasası’nın utanç verici maddesi Paragraf 175’e karşı mücadeleye aktif olarak katıldı. Onu harekete geçmeye iten şey kendi eşcinselliği değil, sosyal normlara ve teamüllere “uymadıkları” için depresyonda olan hatta intihar etmeye zorlanan gey hastalarından edindiği deneyimdi. 1897’de Paragraf 175’in yürürlükten kaldırılması için kampanya yürüten Bilimsel İnsani Komite’yi kurdu. Bu komite ve Hirschfeld’in kendisi sonraki 40 yıl boyunca eşcinsel hareketin odak noktası oldu. Elbette bu, stratejik zaaflarına rağmen teori ve pratiğinde kadınları destekleyen ve eşcinselleri savunan, özellikle 1895’te Oscar Wilde sodomiden hüküm giydiğinde onun yanında duran Sosyal Demokrat Parti (SPD)’yi kattığı bir politik mücadeleydi.  

Hirschfeld kampanya yürütmek kadar kendisini, neden eşcinselliğin insan cinselliğinin bir anomalisi olmadığını, farklı toplum ve kültürlerde tarih boyunca karşılaşılan bir pratik olduğunu açıklamaya ve kuramlaştırmaya da adadı. Konu hakkında kapsamlı bir şekilde yazdı ve “Sappho ve Socrates” (1896), “Erkek ve Kadın Eşcinselliği” (1914) ve tartışmalı “Berlin’in Üçüncü Cinsiyeti” (1904) gibi çok sayıda kitap yayımladı. Cinsel davranışları teorize etmek için tıbbi deneyimini ve hastalarının anket formlarını kullanmaya çalıştı. Neticede vardığı, eşcinsellerin kadın ve erkek arasında bir “üçüncü cinsiyet” oluşturduğu sonucu oldukça eşitsizdir. Açıkçası erkek eşcinselliğini “feminenliğin bir formu” olarak açıklamak hem son derece basit hem de hatalıdır ve bilim insanlarıyla eşcinsellerden öfkeli itirazlara neden olmuştur. 

Buna rağmen Hirschfeld’in kesinlikle doğru kavradığı şey; cinselliğin kişinin hayatında sabit ve değişmez bir kimlik olmaktan çok, ifadelerin ve arzuların bir spekturumu olduğu, bu nedenle tüm insanların maskülen ve feminen özellikleri içeren potansiyel interseks çeşitleri olduğudur. Kadınlığı ve erkekliği tanımlamaya çalışma tuzağına düşmesine rağmen, ikili cinsiyete dayalı olmayan (non-binary) konsepti zamanının fikirlerinin çok ötesinde olarak tanınmayı hak ediyor. O aslında modern queer teorinin öncüsüydü!

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Almanya ayaklandı. Alman devriminin yenilgisine rağmen imparatorluğun halefi Weimar Cumhuriyeti, kürtaj hakkı, eşcinseller için onur ve kendi kaderini tayin hakkı gibi politik mücadeleleri zaten başlatmış olan militan işçi sınıfının baskısı altında ilerici reformlar için birçok yeni imkân açtı. Alman muhafazakâr ve milliyetçileri “cinsel kriz” ve “cinsiyet savaşı” konusunda uyarılar yaparken gittikçe daha fazla birey seksin sadece üreme amaçlı değil eğlenceli ve zevkli olduğu konusunda özgüven kazanıyordu. Berlin’in lezbiyen, gey ve transgender kültürünün uluslararası merkezi olarak hızla geliştiği zemin buydu. Bu genel atmosferde Hirschfeld 1919’da, cinsellik hakkında engin bir arşivle kütüphaneye ve eğitim hizmetiyle tıbbi danışmanlığa ev sahipliği yapan Cinsel Araştırma Enstitüsü’nü kurdu. “Bilimden adalete” sloganıydı ve enerjisini bunu hakikat kılmaya adadı. O ve çalışma arkadaşları, cinsiyet tanınma prosedürlerine dahil oldu, ücretsiz ve güvenli kürtaj talep eden kadın hareketini destekledi ve Paragraf 175’in lağvedilmesi için mücadele etmekten asla vazgeçmedi. 

1921’de Enstitü, Cinsel Reform için Dünya Birliği (WLSR) oluşumuna öncülük eden Birinci Cinsel Reform Kongresi’ni organize etti. Etkinlik sadece entelektüel çevreler için değil aynı zamanda devrimci Rusya için de uluslararası bir odak noktası oldu. Bolşevik hükümet WLSR’yi destekledi ve deneyim paylaşmak, erken dönem SSCB politikalarının baskı ve ayrımcılık konularında nasıl özgürleştirici olduğunu ifade etmek üzere Alexandra Kollontay, Grigori Batkis ve Sağlık Komiseri N. Semaşko dahil olmak üzere resmi yetkililerini gönderdi. Hirschfeld politik olarak sosyal demokrattı ancak ortak talepler için komünistlerle birlikte çalışmaya tereddüt etmedi. 

Bu yüzden Naziler 1933’te iktidara geldiğinde ağır baskılarla karşı karşıya kaldı. 6 Mayıs’ta Nazi öğrenciler Enstitü’yü bastı, çalışanlarını dövdü ve birkaç gün sonra kamusal olarak yakılmak üzere kitapları ve metinleri toplandı. Enstitü sonsuza dek kapandı. Çok şükür Hirschfeld’in kendisi o tarihte ülke dışındaydı. 1935’te sürgünde öldü. İsmi ve çalışmaları Mayıs 1968 ve Stonewall’la birlikte eşcinsel hareketinin dönüşüne dek resmi tarihten gizli kaldı. Ancak bundan sonra aktivist ve araştırmacılar açılmaya cüret eden ve açıkça cinselliği sorgulayan bu gey öncüyü yeniden keşfetti. Hirschfeld’in hikayesi aynı zamanda hareketin başarılarının Nazi tehditiyle süpürülebileceğine dair acı bir hatırlatıcı ve baskıya karşı mücadele eden tüm militanlar için güncel bir uyarıdır. 

Dimitra Kyrilllou

Çeviren Meltem Oral

Bültene kayıt ol