5 soruda devlet-mafya-siyaset ve kontrgerilla ilişkileri

02.06.2021 - 13:27
Haberi paylaş

Gazeteci Ümit Kıvanç ile gündeme yeniden oturan devlet-mafya-siyaset ve kontrgerilla faaliyetleri hakkında konuştuk.

1- Türkiye’de devlet ve mafya ilişkisinde mafyanın ülkücü hareketten kadro devşirmesinin tarihsel arka planı nedir ve devlet-mafya ilişkisini nasıl etkilemiştir?

“Ülkücü hareket” diye bir şeyin oluşmasında zaten “icabında” devletin kullanacağı sivil “kavga gücü” oluşturma niyeti var. Komando kamplarında sistematik eğitim gördü gençler. Devletin örtülü mekanizmalarında önderlerine yer verildi. Kasabalarda, köylerde birtakım insanlara silahlar dağıtıldı. Hep “icabında” ortaya çıkarılıp kullanılmak üzere. 1960’larda fabrikalara, grev kırmaya, 1970’lerde sol öğrenci hareketinin üstüne gönderilen kadroları yetkili, resmî görevli insanlar yönetti, yönlendirdi. Ya da bunların ne zaman nerede nasıl kullanılacağına birileri karar verdi.

Daha geriye gidilecek olursa, paramiliter işlerin kökeni hep Teşkilat-ı Mahsusa geleneğine dayanır. Devletin doğrudan yapmasının istenmediği, ama devlet kararıyla, üstlere hesap verecek astların yönetiminde yapılacak kirli işler için sivil halk arasına uzanmış kollar… Devlet her zaman birtakım işleri sivillere yaptırdı. Tan Matbaası baskınından tutun 6-7 Eylül’e, 1970’lerdeki Alevi katliamlarına, hep aynı örgüt ve eylem şeması karşımızda. Vazifeliler ve peşlerine taktıkları…

Teşkilat-ı Mahsusa tabiî, Ülkücülerle karşılaştırıldığında düzenli ordu gibi kalıyor. “Komandolar” daha bir sokak gücüydü. Ülkücüler ise, komuta altındaki kadroları hariç, sivil bir hareket aynı zamanda. 

Bugün tabiî, hiçbir dönemde aksatılmadan yürütülen milliyetçi endoktrinasyonla yetişmiş kuşaklar kalabalık bir nüfus oluşturuyor ve devlet görevlilerinin doğrudan denetimi dışında da sürdürülen işler pek çok. Ancak iş sıkıya geldiğinde o cenahı devlet mutlaka kontrol eder, neyi ne kadar yapacağını, yapmayacağını belirler.

2- Peker’in ifşaları Susurluk’tan bugüne, devlette devamlılığın yasadışı yapıların devamlılığı anlamına geldiğini gösteriyor. Yıllar sonra Uğur Mumcu’yu kimin öldürdüğünü o ekibin içinden birisinin itirafları netleştiriyor. Bazı isimler bu sürekliliğin simgesi gibi: Mehmet Ağar, Veli Küçük gibilerin derin yapılanmaların merkezi çekirdeği içinde sürekli olarak isimleri geçiyor. Bu sonu gelmez gibi görünen güce nasıl ulaşabiliyorlar?

Bu isimler bugün bu güce sahip mi, şüpheliyim. Çünkü tabiî ki burada da “nöbet değişimi” oluyordur. Yeni isimler geliyordur yükselip. Ayrıca bugün sivil siyaset yolundan devletin tepelerine gelenler her zamankinden çok daha güçlü. 

Gizli saklı kirli işlerde sanırım herkes bir yandan da herkese açık edilmeyecek birtakım çıkarlara -ve tabiî kendi çıkarlarına- hizmet ediyor ve ister istemez suç ortaklıkları, sırdaşlıklar, birbirine açık vermeler oluyor; bunlar kozlara dönüşüyor. Bugün Sedat Peker, yürüdü mü maşallah yeri göğü inleten adamları hangi silahıyla korkutabiliyor? Devlet yetkisiyle donanmış, eğitimli tetikçilere, keskin nişancılara, dövüşçülere hükmedebilen birileri zaten başkalarını ürkütecek kadar güçlü oluyor. Ayrıca siyasetçilerle, iş âlemiyle, mafyayla ilişkileri geliştirebilenler, “teröristlerle mücadele” kisvesi altında kendilerini kahramanlaştıranlar tepelere çıkıyor. Basbayağı mafyavârî güç, oralarda edinilen.

3- İçişleri Bakanı bir televizyon programında, Soylu, Hrant Dink Cinayeti hükümlülerinden Erhan Tuncel ile Sedat Peker arasında bir ilişki olduğunu öne sürdü ve şunları söyledi: “Erhan Tuncel ile Sedat Peker’i kim bir araya getirir, kim ortak yapar? Bu sorunun cevabını bana verin. Erhan Tuncel kim? (…) Bireylerden değil bir sistemden bahsediyorum. Erhan Tuncel yıllardan beri bu ülkenin en önemli meselelerinden birisi olan Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi gözükmüyor mu? Kim emanet eder? Hangi sistem emanet eder? Hangi anlayış emanet eder?” Siz bu açıklamaları nasıl ele alıyorsunuz?

Tamamen saçmalık olduğunu düşünüyorum. Sedat Peker’in Hrant’ın öldürülmesinde en ufak dahli olsa biz bugüne kadar bu konuda hiçbir şey duymaz mıydık? Bence bu iddia, Süleyman Soylu’nun Sedat Peker’i itibarsızlaştırmak için ortaya attığı bir sürü laftan biri. Sedat Peker hiç karşılaşmadıklarını söylüyor. Benim kanım da o: Hrant Dink suikastı Sedat Peker gibi birisinin üstlenip yapacağı iş olsaydı manzara baştan bambaşka olur, her şey bu kadar dallanıp budaklanmazdı.

4- Sedat Peker, Kutlu Adalı cinayetinde rol almaya çalıştığını, kardeşi Atilla Peker’in Korkut Eken’le Kıbrıs’a cinayet işlemek için gittiğini söyledi. Sonra başka bir grubun cinayeti işlediğini ve Eken’in “Halloldu o iş” dediğini itiraf etti. Eken ise bir gazeteye verdiği röportajın tepki toplaması üzerine, “Peker’in kardeşi elemandı. PKK ile bir çatışma olması ihtimaline karşılık yanıma aldım…” yanıtını verdi. Hem cinayet hakkında hem de bu pişkin yanıtlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Yazdım, P24’te uzun uzun. Burada kısaca cevap vereyim: Sedat Peker’in anlattığı, Atilla Peker’in de ısrarla vermek istediği, savcı almadığı için dilekçe haline getirip resmî kayda geçirttiği ifadesinde teyit ettiği olay akışı gayet mantıklı. Doğru söylediklerine inanıyorum. Aksi için sebep de yok zaten. Korkut Eken’in cevabı, karşısındaki anlatımı geçersizleştirebilecek sağlamlıkta değil. Her şeyi bir araya getirip mantık süzgecinden geçirince de Peker’lerin anlatımı akla yakın. Korkut Eken, sanırım yaşının ve kendini bu işlerin kurdu saymanın da getirdiği bir sarsaklıkla, hani, PKK, teröristler, vatan falan deyince her şey halloluyordu ya, o günlerin alışkanlığıyla, ağzından çıkanı kulağı duymadan konuştu. “Her ihtimale karşı”ymış! Nasıl yani? Ne kadar saçma! Ayrıca, nasıl olursa olsun, yanına alacağın kişi Atilla Peker midir?

5- Şimdi Peker hakkında şu ya da bu terör örgütünün temsilcisi suçlamaları yapılıyor ama Peker bizzat iktidarın referandum kampanyasında iktidarın izniyle çeşitli mitingler düzenlemişti. Bu apaçık ortadayken hem iktidar hem bakanından maaş alan milletvekiline kadar sorumluların hiçbir şekilde istifa etmemesi, sorumluluğu üstlenmemesini nasıl yorumluyorsunuz? Susurluk günlerinde aşağıdan büyük bir hareket inşa edilmişti. Şimdi insanlar, kanlarımızda duş alacağını söyleyen bir mafya şefinin videoalarından umut besliyor gibi görünüyor. Bu hareket inşa edilmeden somut adımlar atılması mümkün mü sizce? Böyle bir hareket nasıl inşa edilebilir?

Kimsenin sorumluluk üstlenip istifa etmeyişi hakkında özel bir şey düşünmüyorum, çünkü pişkinlik bizim devlet yetkililerinin, siyasetçilerin başlıca karakter özelliği ve neredeyse resmî tavır. Ayrıca atacakları her adım, suç kanıtı gibi gözükecek.

Aşağıdan hareket meselesine gelince. Tabiî ifşaatla yetinmeyen, hukukî ve siyasî sonuçlar talep eden bir halk hareketi olmaksızın buradan ancak tepede birtakım sarsıntılar ve belki değişimler çıkar. İşte, maalesef bizde hakları sevmediği insanlar ve gruplar için de isteyen, sahiden herkes için geçerli hukuk isteyen insanlar pek azdır. Kökten bir demokrasi hareketi oluşturulamıyor. Hâlâ, ana siyasî kümeleri ayırt eden çelişki, dindarlık-laiklikmiş gibi davranılıyor. Oradaki laikliğin sahici laiklik olmadığını biliyorduk da geçerli dindarlığın nasıl korkunç şey olduğunu dindarlık iddiasındakiler muktedir olunca anladık. Hakiki ayrım burada değil. Hakiki ayrım, herkesin eşit haklara sahip olmasını isteyip istemediğimizde.

Böyle deyince de hakları en çok kısıtlananlardan başlamak gerekiyor, ama bu daha ilk adımda sorun yaratıyor. Çünkü artık faşizan bir kimliğe bürünmüş İslâmcılığın karşısındaki kampta ırkçılık da var, ayrımcılık da var, eşitsizliğin o türü değil de bu türü olsun isteyen de var bol bol. Sadece sahiden demokrasi ve asgarî hukuk isteyen az. Değişim yaratacak hareket oluşturabilmek için kendimizi aşmamız gerekiyor. Bir de tabiî, bugüne kadar muhalif siyasete damga vurmuş eskilerin, bizim gibi yaşlı kuşaktan insanların yerini memleketin yarınından sorumlu -çünkü onlar yaşayacak- genç kuşakların alması lazım.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol