5 soruda Çerkes Soykırımı

22.05.2021 - 11:15
Haberi paylaş

Aktivist ve yazar Kuban Kural ile 157. yıldönümünde Çerkes Soykırımı hakkında konuştuk.

1- 1864 Çerkes Soykırımı nasıl gelişti ve Çerkes halkı bugünü nasıl ele alıyor?

Kuban Kural: 21 Mayıs 1864 aslında sembolik bir tarih. Çerkesya’nın tarihi başkenti Soçi’de savaşın son bulduğu, daha doğrusu son Çerkes direnişinin gerçekleştirildiği ve Rusya ordularının zaferlerini ilan ettikleri tarih. Rusya ordularının kolonyalist bir perspektif ile Kafkasya’ya girişleri ise çok daha öncelere dayanıyor. İlk etapta doğu Kafkasya’da yoğunlaşan Rusya’nın işgal faaliyetleri, özellikle 1859 tarihinde İmam Şamil’in Ruslara teslim olmasıyla büyük ölçüde sonlanıyor. Bunun ardından Rusya bütün askeri gücünü Batı Kafkasya’ya, Çerkeslerin yaşadığı bölgeye – tarihi Çerkesya bölgesine – yığıyor ve orantısız mücadele şiddetleniyor. Bir tarafta dönemin en güçlü ordularından birisi olan Çarlık Rusya’sı orduları bir tarafta ise dönemin teknolojik imkanlarından yoksun Çerkesler. Bu orantısızlığa rağmen Çerkeslerin destansı bir direniş sergilediklerini söylemek mümkün. Rusya ordularının sadece eli silahlı Çerkeslerle savaştığını söylemek de mümkün değil. Yakılan yüzlerce köy, katledilen yüz binlerce Çerkes’ten bahsediyoruz bu dönemde ki bunların çoğu kadın ve çocuklar. Bu konuda Rusya askeri arşivlerinde yüzlerce belge mevcut. 

21 Mayıs 1864 tarihinde direnişin sonlanmasıyla ise Rusya tarafından dönemin Osmanlı topraklarına doğru Çerkeslerin kitlesel olarak sürülmesi hadisesi başlıyor. Sürgün hadisesinde ise on binlerce Çerkes salgın hastalıklardan ve sürgün yollarındaki elverişsiz koşullardan hayatını kaybediyor. 

En nihayetinde Kafkasya’daki Çerkes nüfusu büyük ölçüde kırılıyor. Net rakamları vermek çok mümkün değil ancak o dönem yaklaşık 800.000 nüfusu olduğu bilinen Shapsığ kabilesinden bugün Kafkasya’da 10.000 küsur Çerkes’in kaldığını düşünürsek olayın boyutları oldukça net bir şekilde ortaya çıkıyor. Üstelik bu sadece bir kabilenin nüfusu. Bunun gibi birçok Çerkes kabilesi var. Hatta bugün tamamen ortadan kaldırılmış, isimlerini ancak tarihi evraklarda görebileceğiniz kabileler mevcut. Dönemin şartları da düşüldüğünden Rusya tarafından gerçekleştirilen soykırımın boyutlarını idrak etmek daha anlaşılır olacaktır. 

Çerkesler 21 Mayıs 1864 tarihini Çerkes Soykırımı’nın sembol tarihi olarak görüyorlar ve bugünü diaspora olarak yaşadıkları her ülkede gerçekleştirdikleri etkinliklerle gündeme getirmeye çalışıyorlar. Geçmiş dönemde Çerkes kurumları arasından kavramsallaştırma konusunda ciddi tartışmalar yaşanmış olsa da bugün diaspora örgütleri arasında olayın adını Çerkes Soykırımı olarak koymamış - bu konuda nüans farklıkları olsa da – ve bu konuda faaliyet yürütmeyen örgüt neredeyse yok. Bu anlamda Çerkes Soykırımı ifadesinin hem gerçekliği tam olarak yansıttığını hem de Çerkesler arasında bir konsensüsün sağlandığını söyleyebiliriz. 

2- Çerkes sürgünü nasıl başladı ve sonuçları neler oldu?

Kitlesel katliamların ve direnişin son bulmasının ardından sürgün hadisesinin başladığını söylemiştik. Sürgün süreci zorlu ve kayıplarla dolu bir süreçti ancak Çerkeslerin yaşadıkları acılar Soykırım ve sürgün ile son bulmuş değil. Geldikleri ülkelerin siyasi ve politik atmosferinden oldukça kötü etkilendiklerini söyleyebiliriz. Bir diaspora halkı olarak ayakta kalmaları ve kültürlerini, kimliklerini yaşamaları oldukça güçtü. Asimilasyon, yeni sürgünler, savaşlar ve politik atmosfer sebebiyle bugün Çerkesleri özellikle Türkiye’de ciddi bir kimlik problemi yaşadıklarını söylemek mümkün. Bugün tarihini bilmeyen, dilini konuşamayan, kültürüyle irtibatı oldukça zayıflamış yeni nesiller aslında Soykırım ve sürgünün en net sonucu diyebiliriz. Ancak özellikle son yirmi yılda yeni neslin Soykırım gerçeğiyle yüzleşmesi ve kendi dinamiklerini politik bir mücadeleye çevirmeleriyle en azından politik bir Çerkes kimliğinin gündeme geldiğini görebiliyoruz ki bu da her türlü zorluğa rağmen ümit var olmamızı sağlıyor…

3- Osmanlı hükümeti ve Cumhuriyet hükümetleri Çerkeslere nasıl tutum aldılar?

Osmanlı’nın son ve çalkantılı bir döneminde bu toprakların tarihine dâhil olan Çerkesler, Osmanlı devletinin katıldığı savaşlarda oldukça büyük kayıplar verdiler. Ayrıca sonradan bu toprakların tarihine dahil olan bir diaspora halkı olarak yaşadıkları ülkeler tarafından araçsallaştırıldıkları dönemler de oldu. Her şeye rağmen Osmanlı, bir imparatorluk olması sebebiyle insanların kültür ve kimlikleri konusunda Türkiye Cumhuriyeti’yle karşılaştırılamayacak kadar toleranslıydı diyebiliriz. Özellikle İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Çerkes entelektüellerinin kurdukları derneklerden ve çıkarttıkları yayınlardan bahsedebiliyoruz. Bunların bir kısmı kültür dil gibi faaliyetlere ağırlık verirken siyasi faaliyetlerde bulunan örgütler de olabildi. 

Osmanlı yıkılıp Cumhuriyetin kurulduğu iç savaş döneminde ise Çerkeslerin her iki tarafta da yer aldıklarını ve özellikle Çerkes Ethem hadisesinden sonra ciddi bir baskılanma sürecine girdiklerini söyleyebiliriz. Bu konuda neyse ki son dönemde resmi tarih anlatısının dışında ciddi akademik çalışmalar yapılıyor ve bu kaotik dönem ve Çerkeslerin pozisyonu da net okunabiliyor. 

Özetle söyleyecek olursak Cumhuriyet döneminin tek tipleştirme politikalarından en çok etkilenen halklardan biridir Çerkesler. Diaspora olmaları ve sürekli hatırlatılan bir misafir olma hali (ya sev ya terk et vs.) bu konuda bir direniş sergilemelerini de engelledi açıkçası. Politik bir direniş örgütleyemeyen Çerkesler yakın döneme kadar Türkiye’de daha çok folklorik özellikleriyle bilindiler. Ve tabi özel alana hapsolmuş ve can çekişen bir kültürün son seslerini dinlediler. Ancak özellikle 2000’li yıllardan sonra gerek internetin gelişimi, gerek ülkedeki politik atmosferin değişimi vb. sebeplerle daha politik taleplerini de gündeme getirir oldular. Ancak buralı olmadığı sürekli hatırlatılan ve politik tecrübesi çok zayıf bir halk olarak bu taleplerinin çok fazla görünür olabildiğini söylemek pek mümkün değil. Özellikle şu an geldiğimiz noktada Türkiye’ye karşı taleplerin oldukça sessiz dillendirildiğini söyleyebiliriz. Bu da bize diasporaik hakların yaşadıkları ülkelerin politik atmosferlerinden ne kadar çok etkilendiğini gösteren en somut örneklerden herhâlde….

4- “No Soçi” kampanyasından bugüne Rusya’yla ve Putin rejimiyle Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Çerkeslerin ilişkisi nasıl sürüyor?

2014 Soçi Olimpiyatlarına Çerkesler özellikle genç aktivist örgütlerin öncülüğünde ciddi bir muhalefet sergilediler. Çerkesya’nın son başkenti olan Soçi’ye bağlı Kbaada – Krasnoya Polyanna’da (en yoğun Çerkes katliamlarının yapıldığı bölgedir) olimpiyat yapılacak olmasına “atalarımın mezarları üzerinde olimpiyat yapamazsınız” mottolu bir politik aktivizmdi aslında yaşanan ve bunu yaşadıkları bütün ülkelerde aynı mesajı vererek yaptılar. Bugün tüm olumsuz koşullara rağmen hala etkisi sürdüren ve Çerkes Soykırımı söylemini kavramsallaştıran bir süreçti bu dönem. 

No Soçi adıyla tüm dünyada örgütlenen bu hareketin ardından, 2014 sonrasında Rusya’nın durduğu yerde bir değişiklik yok açıkçası. Soykırım inkarcılığına devam ediyor, Kafkasya’da az sayıda kalmış Çerkeslerin yaşadıkları mağduriyetler an be an sürüyor (insan hakları ihlalleri başta olmak üzere hukuki haklarının geri alınması ve sivil toplumun baskılanması en bilinenleri) ayrıca Çerkes muhalefetini manipüle etme girişimlerine de devam ediyor Rusya.. Ancak her şeye rağmen Çerkesler soykırımı daha gür seslendirmek için yollar arıyorlar ayrıca yaşadıkları ülkelerde de ciddi bir kimliklenme sürecinin içerisindeler…. 

Bu arada Rusya’dan bahsederken otoriterleşme süreçleri açısından Türkiye’ye – maalesef -  örnek teşkil eden bir ülkeden bahsettiğimizi söylemeliyiz belki de daha anlaşılır olabilmek için…

5- Türkiye’de toplumsal muhalefet ve solun Çerkeslerin özgürlük ve eşitlik taleplerine ne düzeyde destek olduğunu düşünüyorsunuz?

Türkiye’de toplumsal muhalefetin Çerkeslerin sorunlarına ilgisizliğinde Çerkeslerin de payı var aslında. Kendilerini bugüne kadar kamusallaştıramamış bir halktan bahsediyoruz, politik tecrübesi oldukça zayıf ve yeni yeni politikleşen bir Çerkes kimliği... Toplumsal muhalefete ulaşacak ve dertlerini anlatacak metotları geliştirmeleri gerekiyor. Ancak bu anlamda en azından görünürlük anlamında bir yol kat edildiğini söylemek mümkün… 

Burada toplumsal muhalefetin de devletin ya da otoritelerin dayattıkları gündemler dışına çıkarak madun olanların sesine kulak kesilmesi oldukça önemli tabiî ki… Bu konuda da toplumsal muhalefetin atacağı ciddi adımlar var diye düşünüyorum. Umarım böyle bir süreci de hep beraber tecrübe edebiliriz. 

Türkiye neyin sol neyin sol olmadığı tartışmasından bağımsız olarak; bu ülkede birçok solcunun Rusya sempatisiyle yüzleşmeleri gerektiğini düşünüyorum ben. Sovyetlerin yıkıldığını, yeni kurulan Rusya Federasyonu’nun ise emperyal bir devlet olduğunu idrak etmeleri gerekiyor. Çarlığı tu kaka edebilen, Sovyetlerle yüzleşmekten kaçan daha da vahimi Putin’in Rusya’sını ABD emperyalizmine karşı direnişin merkezi gibi gören bir solun, sorunlarının temelinde Rusya’nın olduğu Çerkeslere nasıl bir ilgi göstermesini bekleyebilirsiniz ki? Türkiye’de sol hareketin çok parçalı ve farklılıklar barındırdığının da fakındayım ancak genel eğilimde böyle bir tını görünüyor açıkçası… 

Yine aynı şekilde Kürtlerin kimlik talepleri görünür olunca onlara “kimlik siyaseti yapıyorsunuz, emperyalizmin oyunu bunlar” gibi beylik laflar eden bir sol anlayışın Çerkeslerin taleplerine ilgi göstermesini nasıl bekleyebilirsiniz ki… 

Bültene kayıt ol