Hepimiz İranlı Filistinliyiz! İsrail’in İran savaşını durduralım!

Ortadoğu, özellikle Gazze’de yaşananlar ekseninde tırmanan gerilimlerle dolu bir dönemeçten geçiyor. Bunun üstüne eklenen İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bölgesel ve küresel dengeleri alt üst ediyor.

Sıradan bir çatışmadan öte, kapitalizmin çoklu krizlerinin bir yansıması olan emperyalist rekabetin ve bölge üzerinde hegemonya kurma çabalarının şiddet dolu bir alanı şu anda İran.

İnsanlığın katli için insani gerekçe

İsrail, saldırılarını “İran tehdidini” bertaraf etmek ve “İsrail’in hayatta kalmasını” sağlamak gibi gerekçelerle açıklıyor. Bu gerekçeler, İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikalarını ve nükleer gücünü perdelemeye yönelik birer örtüden başka bir şey değil. Çocukların ve sivillerin öldürüldüğü ve İran’da birçok bölgeyi yıkan bu saldırılarda, İran devletinin kilit personeli de hedef alındı. Devrim Muhafızları komutanı, arka arkaya iki genelkurmay başkanı ve nükleer programı yürüten bilim insanlarının öldürülmesi, İsrail’in stratejik hedeflerini açıkça ortaya koyuyor.

İşgali yayma planı

İran, İsrail’in Lübnan’ı işgali, Suriye’den toprak kazanma çabaları ve doğrudan Hizbullah’ı hedef alması gibi eylemlerinin bir parçası olarak saldırıya maruz kaldı. Korsan devletin sürekli olarak savaşı yayma isteği, hem Ortadoğu’daki bölgesel rekabetin hem de ABD’nin İran’la diplomatik görüşmelerini engelleme çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir.

İsrail, Gazze’deki soykırım sürecinin Arap rejimlerindeki halkları öfkelendirerek sokağa dökeceğinden korkan ABD egemen sınıfının İsrail’in eylemlerine yönelik hafif tonlu eleştirilerine İran saldırısıyla bir yanıt verdi. Bir yandan eleştirileri sustururken aynı anda diplomatik adımların sona erdirilmesi için de hamle yapmış oldu. Savaşın yayılması yoluyla bölgede arkasını sürekli yasladığı güçlerin ikircikli davranmasını da engelledi. 

Aynı zamanda ABD-İran diplomatik görüşmelerini sabote etmeyi ve Gazze’deki vahşete ilişkin soru işaretlerini ortadan kaldırarak gündemi İsrail’in varoluş hakkı etrafında toplamayı amaçlıyor. 

Netanyahu neyi hedefliyor?

Netanyahu hükümeti, aşırı sağcı partilerle ittifak kurarak ayakta durabilen bir koalisyon. Bu durum, hükümetin aşırı sağcı partilerin politikalarının her geçen gün daha fazla merkezileşmesine neden oluyor. Aşırı sağcı bir figür olan Beng Gıbviri’nin ateşkes sürecinde istifa etmesi ve ateşkes sona erdiğinde hükümete dönmesi daha saldırgan, yayılmacı politikaların devam ettirilmesi yönündeki baskının bir göstergesi. İsrail’in bölgesel yayılmacılığı, hem bu koalisyonu koruyan ve garanti altına alan bir araç hem de bu koalisyonun mantığının doğrudan bir sonucu.  

Elbette, İsrail içinde artan huzursuzluğu bastırmak için milliyetçiliği pekiştirmek ve olağanüstü hal ilan ederek halkın sokağa çıkmasını engellemek de işgal devletinin hedefleri arasında. Gerçek bir “OHAL cumhuriyeti” olan İsrail, İran’a saldırını altından yeniden OHAL ilan etti ve savaşa karşı çıkmak isteyenleri tehdit etmeyi sürdürdü.

Trump, Körfez ziyaretinde Netanyahu’yu dışlayarak “onurunu incitmişken”, İsrail’in saldırısının ardından İran yanıt verirse ABD’nin İsrail’i savunacağını açıkladı ve İran’ı haddini aşmakla tehdit etti. Şimdi, işgal sürecine ABD’nin katılıp katılmayacağı konuşulmaya başlandı. İsrail’in İran’ı bombalamasıyla beraber, bir dizi tartışma başladı ev bazı eski tartışmalar da küllerinden doğdu.

Savaş konusunda netlik

Öncelikle, İsrail Ortadoğu’nun tek demokrasisi İran da tek otoriter aşırı baskıcı rejimi değiller. İsrail antidemokratik bir işgal devletidir. İran’a yönelik saldırısının ardında savaşı yayarak, Gazze’de soykırımı tamamlayabileceği bir zemini inşa etmek istiyor.

İsrail İran’a saldırırken, bu ülkenin nükleer güç elde etmesinin kendisi için tehdit olduğunu söyledi. Peki ya İsrail’in nükleer silahları? Bir ülke nükleer silah üretebilir diye bombalanıyorsa pekala nükleer silahı olduğu için de bombalanabilir. Bu durumda, İsrail’in sabah akşam bombalanması lazım. Çünkü, bu soykırımcıların elinde 75 ile 400 arasında nükleer başlık olduğu tahmin ediliyor. Kaldı ki emperyalist bir ülke bir başka ülkeye saldırırken daima insani gerekçeler üretir. ABD Irak’ı kitle imha silahlarından temizlemek bahanesiyle, NATO Yugoslavya’yı insani krizi çözmek bahanesiyle, ABD Afganistan’ı kadınları özgürleştirme bahanesiyle bombalaya geldi. Hiçbir işgal ve savaş yoktur ki “insani gerekçelerle” meşrulaştırılmaya çalışılmasın.

Mollaları mı destekliyoruz?

Mollaları mı destekliyoruz? Evet, sorulardan birisi de bu. İşte bu küllerinden doğan o eski tartışma. Hayır, mollaları desteklemiyor, İran’da eli kanlı rejimin suçlarının üzerini örtmüyoruz. Biz, İran’daki rejimin niteliğinin, konumuzla hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyoruz. Kesin bir şekilde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının derhal durdurulması gerektiğini savunuyoruz. Korsan bir devlet olan ve Gazze soykırımının suçlusu olan İsrail, savaşı bölgeye yayarak suçlarına yeni suçlar katıp, eski suçlarını unutturmayı amaçladığı bir seri işgal sürecinde. Bu yüzden İsrail’e karşı çıkarken, İran’dan yana görünmemek için aşırı çaba harcayan sol, büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor. Aynı tartışmayı vakti zamanında ABD’nin Irak işgali döneminde de yapmak zorunda kalmıştık. Saddam rejimi ve ABD eşit güçler olmadığı için, sorunu anlatmak konusunda biraz daha avantajlı durumdaydık. Saddam Hüseyin küçük bir mahalle kabadayısıysa, ABD organize bir mafya çetesi gibiydi. Saddam’ı bakkaldan bira çalan bir genç gibi, ABD’yi ise bu hırsızlığı yakalayıp gencin üzerine çullanan organize suç örgütü gibi düşündüğümüzde, hırsızlık yapan ağır bir şekilde dövülürken defaatle onun da hırsız olduğunu söylemenin devrimci bir politik tutumla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Kenardan ama o da hırsız derken organize haydutlar çetesi, dövmeye devam eder. ABD, sonunda Irak’ı bombaladı, Saddam Halepçe’nin hesabını Kürtlere vermedi, Bush’un intikam savaşının sonunda idam edildi, Irak’ta en az yarım milyon kişi katledildi. Ülke iç savaşa sürüklendi. Felluce’de olduğu gibi bir şehrin üçte biri yok edildi. Ebu Garip cezaevinden, Guantanamo’dan sarsıcı işkence görüntüleri ve haberleri gelmeye başladı. Bir hırsız, bir hırsızlar çetesi tarafından yok edildiğinde hiçbir sorun çözülmüş olmaz. Daha büyük hırsızların içinde cirit attığı bir kaos zemini oluşur.

“İran’a dokunma!” sloganı önemlidir

Bu tartışmalarda, İran’la dayanışma eylemi çağrısı yaparken İran’ın adını kullanmak istemeyenlerin aklında rejimin cinayetleri duruyor. İlk bakışta hiç de haksız değil gibi görünüyor bu yaklaşım. İran’la değil İran halklarıyla diyerek rejimden mesafelenme çabasına giriliyor. Oysa böyle bir çabaya gerek yok. Ne İranlı sosyalistler ne de başka ülkelerde İran’la dayanışma içinde olan Marksistler İran rejiminin suçlarını aklıyorlar. İran, kapitalist bir teokratik devlettir. İdam cezasıyla, kadın düşmanlığıyla, grev düşmanlığıyla nam salmıştır. Suriye’de Esad rejimini Suriye halkına karşı silahlarla savunan bir güçtür. Üstelik, bölgesel güç olmak isteyen bir kapitalist devlettir. Ama bu gerçeklerin hiçbirisi, bölgede savaşın yayılmasının sorumlusunun İsrail olduğu gerçeğini gizleyemez. Karşımızda elleri kanlı da olsa eşit iki bölgesel güç yok. İsrail, Ortadoğu’da emperyalizmin ileri uç karakolu işlevini de gören soykırımcı bir altemperyalist güçtür. Diğer tüm altemperyalist ülkelerden farkı, zaman zaman büyük emperyalist güçlerden bağımsız davrandığında da bu güçlerin eninde sonunda arkasında duracağından emin olmasıdır. Bu, Siyonist yayılmacılığa olağanüstü bir cüret kazandırıyor. Karşımızda iki adet bölgesel güç olmak isteyen ülke var, bu doğru fakat iki eşit güç yok. Eşit iki altemperyalist ülkeye, eşit mesafe alabileceğimiz bir siyasal koşulla da karşı karşıya değiliz. Bu yüzden bu argümana, İran’ın egemenlik haklarını çiğneyerek İsrail’in savaşın yayılmasının asli sorumlusu olduğu gerçeğini ısrarla açıklayarak yanıt vermeliyiz.

İran’ı İran’da ezilenler özgürleştirebilir İsrail değil

İran’da mevcut rejim, İran ezilenlerine düşman. Bu çok açık. Bu düşmanlık, sık sık büyük kitle hareketlerinin patlamasına neden oluyor. Son olarak 2022-23’teki “Jin, Jiyan, Azadi” hareketi gerçekleşti. Bu eylemlerden önce 2019’da, ondan önce de 2017-2018’deki protesto dalgaları ve halk isyanı yaşandı.

Başörtüsünü yanlış taktığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından öldürülen Masha Amini’yi sahiplenen öfke dolu son eylemlere Eylül 2022’den 2023 baharına kadar iki milyon kişi katıldı. Gençler devletin baskılarına meydan okuyarak sokaklarda ve kampüslerde eylemler örgütledi.

2017’de başlayan ve yoksulluğa karşı hızla büyüyen protestolarda ise hareketin omurgasını işçiler oluşturuyordu. Dolayısıyla, İran’da her şeye hakim olan bir rejimden değil aşağıdan mücadelelerle köşeye sıkıştırılan sürekli sallantıda olan bir diktatörlükten söz ediyoruz. 

İran rejiminin kökleri

Bu rejimin kökleri 19179’da Şah rejimini deviren harekete dayanıyor. 1979 yılında işçi sınıfı hareketi etrafından toplanan büyük halk isyanı Şah rejimini devirdi. Devrim işçi sınıfının muazzam hareketi üzerinde yükselse de hareket çeşitli sınıfların karmaşık bir birliği ve hareketin liderliği de işçi sendikaları, sol ve sosyalist sol, milliyetçi güçler ve İslami güçlerin rengini taşıyordu. Devrim Şah’ı devirirken, devrim içinde hızla gelişen karşı devrim de işçilerin kurduğu taban örgütlerini (şuraların) tüm kazanımlarını yok etti. Ve hem sola hem de daha reformcu İslamcılara yönelik bir imha hareketi başlatan Humeyni tarafından bir diktatörlük inşa edildi. 1978 yılında işçilerin büyük grev hareketinden doğan grev komiteleri Şah karşıtı mücadeleyi koordine etti. İran nüfusu 37 milyondu ve 6 milyonu aşkın insan dev protestolarla rejimi sallamaya başladı. İşçileri işyerlerini, şehirleri denetim altına aldılar. Şah bu hareketin sonucunda kaçmak zorunda kaldı. İran egemen sınıfı Şah’ın kaçışının ardından din adamları iktidarıyla işçi iktidarı arasında tercih yaptılar ve sola karşı Humeyni iktidarını seçtiler. Dini yönetici elit, kanlı bir karşı devrim başlattı ve solu, bu ruhban yöneticilerin baskısını kabul etmeyen kadınları, tüm ezilenleri şiddetle bastırıp devrimin tüm kazanımlarını boğdu. Bugün, dini bir yönetici elitin diktatörlüğü İran’ın siyasal alanını belirliyor. 

Hem Kürtlere hem de işçi sınıfı ve kadınlara, LGBTİ+’lara yönelik baskı politikası bu rejimin temel karakteristik özelliği. Ama bu özelliklerin hiçbirisi, İsrail’in İran’ı bombalaması karşısında tarafsız kalmamıza neden olamaz. Şimdi, Ortadoğu’da tüm kanlı gelişmelerin tek bir sorumlusu vardır, bu da batı emperyalizminin ileri karakolu İsrail’dir. Söz konusu olan İsrail İle İran arasındaki bir savaş değil İsrail’in İran savaşıdır. İç gerilimini azaltmak, Netanyahu iktidarını eleştirilerden azade tutmak, Gazze’deki soykırım planlarına ABD’yi ikirciksiz ortak etmek, Filistin direnişini ezmek için net ve kesin bir ABD desteği almak için İran’a saldırdı.

İsrail: Emperyalizmin zaman zaman bağımsız davranan uç karakolu

Bu saldırı, alt emperyalist ülkelerin, zaman zaman emperyalist bloklardan bağımsız davranabileceğini gösteren son örnek. İsrail, ABD’nin uç karakolu. Ama bu karakol, sadece ABD emirlerini uygulamıyor. Kendi ajandası da var ve bağımsız bir şekilde hamleler yapıp bu ajandaya asıl komutanları ikna etmeyi de hedefliyor. İsrail, hem ABD’nin desteği olmadan savaşı yayamaz. Aynı zamanda savaşı yayarak bu desteği garantilemek için “bağımsız” askeri ve siyasi hamleler yapabilen bir terör devletidir. Bu devletin İran’a saldırısı karşısında İran rejiminin karakterini öne çıkartarak sessiz kalmak, tarafsız kalmak ya da İsrail ve ABD’ye karşı bir büyük savaş karşıtın dalgayı inşa etmemek büyük bir politik hatadır.

Son olarak, mecliste 17 Haziran’da tüm partilerin imzasıyla yayınlanan İsrail saldırganlığına karşı tutum belgesinin önemli olduğunu görmek gerekiyor. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler elbette Türkiye’de iç siyaseti tümüyle etkiliyor. Hem sürmekte olan yeni çözüm sürecinin hem de Gazze’de yaşanan soykırıma karşı öfkelenen milyonlarca insanın gözü bugün İsrail’in İran savaşına odaklanmış durumda.

Çözüm sürecinin akıbeti

Çözüm sürecinin neden bu kadar hızlı ilerlediğini Ortadoğu’daki gelişmeler her gün bir defa daha kanıtlıyor. Ekim ayından bu yana çözüm sürecindeki dinamiklerin, iç siyasi ihtiyaçlardan ziyade, Trump’ın seçimleri kazanma olasılığına, Gazze’de süren soykırıma ve Ortadoğu’nun olası bir kaosa sürüklenmesine karşı üretilmiş ve İmralı ile yaşanan uzlaşma üzerinden belirlenmiş bir politika olduğu daha da netleşiyor. Bölgede dev tsunamiler oluşurken Türkiye’de iç fay hatlarının sakinleştirilmesinin hedeflendiği açıktır.

Bu nedenle mevcut gelişmelerin çözüm sürecini sekteye uğratmasını engellemenin yolu sürecin daha da hızlandırılmasıdır.

İsrail’in İran’a saldırması, rejimin devrilmesi, Suriye’de de benzer bir senaryonun yaşanması ve hem İran’da hem de Suriye’de Kürtlerin ABD ve İsrail desteğiyle özerkliklerini veya bağımsızlıklarını ilan etmeleri gibi gelişmeler çözüm sürecinin belirlediği sınırların dışında. DEM Parti’nin mecliste İsrail saldırganlığı karşısındaki net tutumu, bu açıdan çok önemli hamledir. İsrail’in yarattığı yıkımın içinden kazanılacak özgürlük, özgürlük değildir. İran rejimi Kürt muhalifleri idam etmektedir. Ama çözüm tüm dünyada ve özellikle Ortadoğu’da milyonlarca insanı katleden ABD ve onun katliamcı ileri karakolu/bekçisi olan İsrail’in açtığı kanallardan ilerlemek değildir. 

İran’da savaşa hayır! Türkiye’de barış ve demokrasi 

Çözüm sürecinin asıl sorunu, bu denli önemli bir sürecin Türkiye’de yaşandığına dair inandırıcı bir kanıtın eksikliği ve herkesin bu süreci “önemsiz bir olaymış gibi” algılamasıdır. Bu durum, sürecin değerini düşürmekte, sadece bir çıkarcı devlet politikası olarak görülmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, gelişmeleri fırsatçı bir şekilde ele alma ihtimali olanların heveslerini kursağında bırakmak için odaklanılması gereken yerin İran halkının çıkarları ve özgürlüğü, Gazze’de yaşanan soykırımın durdurulması olmasını sağlamak çok önemli. Bunun iç politikada çok ciddi adımların atılması, iktidar blokunun barış süreciyle demokratikleşmenin aynı anda işlemesi için somut politikalar geliştirilmesidir.

Çok açıkça şu politikaları savunmalıyız: 

İran’ı bombalayamazsınız. İran’ın güvenlik güçleri katil olabilir, ancak bir işgal ve terör devleti olan İsrail’in İran savaşına tarafsız kalamazsınız. 

İsrail’e karşı net bir politik tutum almak İran halkının yanında olmanın tek yolu budur.

İranlı bir sosyalist, İsrail’in İran’a saldırısına sessiz kalmaz. Nitekim İran’da Tudeh Partisi İsrailli komünistlerle birlikte yaptığı açıklamada “İsrail’in bölgedeki sürekli saldırganlığını ve son olarak İran’a yönelik uluslararası hukuku açıkça ihlal eden saldırısını şiddetle kınıyoruz” ifadelerine yer verdi. Sivillerin hedef alındığı askeri eylemlerin derhal sona erdirilmesi çağrısı yapıldı. İran’da zorba rejimi devirmeyi imkansız kılacak tek adım, İsrail işgalinden özgürlük geleceğini umarak belirlenecek siyasetlerdir. “İsrail’deki sosyalistler İsrail’in yenilgisini savunsun, İran’daki sosyalistler de İran’ın galibiyetini savunsun” gibi bir yaklaşım İsrail saldırganlığının emperyalist güncel bağlamdaki yerini tam olarak değerlendiremiyor. 

İran rejimine güvenmiyoruz, İran rejimini sevmiyoruz, İran rejimine karşıyız. Ancak bu rejimi devirecek olan, Arap Baharı benzeri bir harekettir. İran’da bir kadının öldürülmesinin ardından yüz binlerce kadının sokağa döküldüğü ve giderek milyonlarca yoksulu içine çeken hareket gibi mücadeleler rejimi zayıflatma ve yenme yeteneğine sahip. İsrail saldırısı ise tersine bu türden mücadelelere de bir saldırı olarak görülmek zorundadır. İran rejimini İsrail değil İran proletaryası ve ezilen halkları ve kadınları özgürleştirebilir

İsrail’in İran’ı yerle bir etmesi, Gazze’de sürdürdüğü soykırımda elini daha da güçlendirecek.

  • İsrail’in İran’a saldırısına hayır!
  • İran’ın İsrail saldırıları karşısında kendisini savunma hakkı vardır!
  • İsrail’in Gazze soykırımını durduralım.
  • ABD’nin Ortadoğu’dan elini çekmesi ve İsrail’e verdiği desteğin sonlanması için antiemperyalist mücadele çok büyük bir öneme sahip. ABD’nin olası müdahalesine karşı ses çıkartmalı ve böyle bir saldırıda derhal sokaklara çıkmalıyız.
  • Türkiye, İran’a yönelik saldırıya karşı olanaklarını İsrail’i yalnızlaştırmak için kullanmalıdır.
  • Ama bunun için önce İsrail’e tam ambargo uygulanmalı, tüm ikili ilişki ve anlaşmalar sonlanmalı, Türkiye üzerinden İsrail’e ne petrol ne de gemi ulaşmalıdır.
  • İsrail’e mal taşıyan hiçbir gemi Türkiye karasularına girememeli, girenlere el konulmalıdır.
  • Türkiye İsrail’e yaptırım uygulamak üzere bir araya gelen Lahey grubuna hemen katılmalıdır.
  • Çözüm sürecinde Kürt halkının bir dizi hakkını tanıyan ve garanti altına alan adımlar hızla atılmalıdır.
  • Irkçılara karşı savaştan kaçarak İran’dan Türkiye’ye gelmek zorunda kalacak tüm göçmenlere kapılar sonuna kadar açılmalıdır. Göçmenler başımızın tacıdır.
  • Hepimiz İranlı hepimiz Filistinliyiz! Bu sloganla çok daha büyük bir savaş karşıtı hareketi inşa etmeliyiz.

Şenol Karakaş

son yazıları

Çözüm süreci, CHP ve barış mücadelesi
Otoriterleşmeye de savaş çığırtkanlarına da karşıyız
Soykırımı durdurmak için harekete geçelim!

ilginizi çekebilir

15ler
Kemalizm ve sol arasındaki uçurum
sarachanede-ucuncu-bulusma-ozgur-ozel-buraya-miting-yapmaya-degil-sonuc-almaya-geliyoruz-66kb (1)
19-29 Mart: Türkiye’yi sarsan 10 gün
WhatsApp Görsel 2025-06-16 saat 20.10
Filistin Eylem Komitesi: “Yıkılsın Siyonist İsrail devleti!”