Türkiye’de memleketin hali üzerine yapılan bütün konuşmalarda konu dönüp dolaşıp muhalefetin eksikliği, yetersizliği ve çapı gibi konularda düğümleniyor.
İktidarı ayakta tutanın muhalefetin yokluğu, yetersizliği uzun bir süredir haksız değerlendirme değil. Bu, hiçbir biçimde kabahatin büyüğünün, memlekette korku cumhuriyeti inşa eden iktidar partisinde olduğu gerçeğini değiştirmez.
Söz konusu edilen, doğru, inandırıcı ve sahici bir muhalefet yapılmaması/yapılamamasıdır.
Bu noktadaki sorunlardan biri, iktidarın Türkiye’yi sürüklemek istediği yerin, gayesinin ve ne yapmak istediğinin doğru ve isabetli tahlil edilememesi.
Bu yeni bir sorun değil. On yıldan fazladır bu böyle gidiyor. Bunu Meclis’teki ana muhalefet partisi ile sınırlı sanmak bir başka yanlış.
Parlamenter mücadelede yer alan partiler için seçimler en önemli stratejik unsurdur. Birçoğu için ise tek unsurdur.
Bu türler için, ne olursa olsun iktidarda kalmak, “koltukları” kaybetmemek ve tarihi misyonlarına oynamak vazgeçilebilir birşey olmadığından her yolu mubah sayarlar.
İktidar partisinin lideri için de seçim kazanmak çok çok önemli temel hedef. Ancak salt iktidarda kalmaya indirgenmiş siyasal strateji izlemiyor. On yıldır temel bir stratejiyi hayata geçirmek için seçimleri önemli taktiksel hamle olarak planlayıp hayata geçiriyor.
Sistemin merkezine yerleşip kurumlarını ele geçirmeye paralel, toplumu siyasal, ideolojik olarak dönüştüren bir strateji izliyor. Kabul etmek gerekir ki, bunda muhalefetin beceriksizliği/yetmezliği nedeniyle büyük yol aldı.
Her türden muhalefet, uzun süredir seçimleri AK Parti’nin stratejik temel unsura olarak tanımlama, değerlendirme yanlışıyla on yıllardır yerinde sayıyor.
HDP’nin (ana akım Kürt siyasetinin) sırasıyla 2004 yerel seçimlerinde, cumhurbaşkanı seçimlerinde ve 2015 Haziran genel seçimlerinde sıçrama yapması doğrudan Kobani’deki gelişmelerin etkisiyle ve çözüm sürecinin yarattığı zamanın ruhuyla ilgili bir sonuç.
AK Parti’nin bu yolculuğu birçoklarının sandığı gibi 2010 anayasa referandumuyla başlamadı. 2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanı referandumuyla başladı.
Partiyi kuranların akıllarında, hayallerinde olmayan büyük yürüyüşlerine kapı açan, 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçimlerinde yapılan yanlışlar büyük bir fırsat yarattı.
Meclis’te cumhurbaşkanı seçimlerine yeni usul getirenler, 28 Nisan e-muhtırasını verenler, kapatma davası açanlar bu gün yaratılan “korku cumhuriyeti’ nin” kapısının anahtarını altın tepside sunduklarını unuttular.
İktidar partisi, 2007’de topladığı güçle, 2010 referandumunda sistemi ele geçirmenin yolunun yapı taşlarını döşedi. Sistemin merkezine yerleşti, toplumu büyük ölçüde dönüştürme yoluna girdi.
İktidar partisinin ikinci büyük eşiği, çözüm sürecinin bitirilmesi oldu. Bu süreç aynı zamanda cumhuriyetin eski sahipleriyle (Ergenekon, Balyoz davalarının kapanması) yıkılan köprülerin yeniden kurulma süreci olarak gelişti. Devletin yeni sahibi, eski sahipleriyle “devletin bekası” noktasında el sıkıştı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında MHP-AK Parti ittifakı son aşamadır. Bu aşama da yaygın olarak 2019 seçimleriyle sınırlı bir plan olarak ele alınıyor. İktidar, kendi beka sorununu, devletin beka sorununa dönüştürerek, bununla mücadele için Kuzey Suriye’ye askeri operasyonlar yapmasını, toplumda Kürt karşıtlığının yeniden hortlatmasını seçimlere indirgeyenler, 2019 seçimlerinde ciddi hiçbir çıkış yapamaz. Keşke mesele bu kadar basit olsaydı, çözümü de çok basit olurdu.
İktidar partisi liderinin, esas stratejisinin Türk kimliğini yeniden tanımlayıp inşa ederek, toplumun radikal dönüşüm sürecine girdiğini görmeyenlerin iktidara alternatif olma şansları yoktur. Cumhur ittifakının arka planını bu ideolojik çerçeve oluşturuyor.
Muhafazakar seçmen ve toplum, Türk kimliği ile yeniden ihya ediliyor. Muhafazakârlık MHP’nin Türkçülüğü ile harmanlanıyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın, dilindeki değişiklik bunun en büyük göstergesidir. Partisinin Osmaniye il kongresinde ifade ettiği “2019 yılı ittifak yılı olacak. İnşallah cumhur ittifakı daim olur” sözleri yapılanın taktiksel birşey olmadığının işaretidir.
Önümüzdeki günlerde muhafazakarlardaki bu dönüşümün ideolojik çerçevesi daha fazla netleşecek, bunun için Sarayın çabalarının yoğunlaşacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Hakan Tahmaz
(http://www.hakantahmaz.com/)