Toplum tam ortadan ikiye bölünerek, aşırı derece kutuplaşmış halde yönetim sistemi değişikliğini gerçekleştirdi. Ağızlarda pelesenk olan “anayasalar toplumsal uzlaşma belgesidir” sözünün bir safsata olduğu görüldü. Artık kimse Yeni Türkiye’den söz edemez. Bir, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si var, bir de ona yüksek sesle itiraz eden, öfke duyan, boyun eğmeyen, isyan eden Türkiye var. İkiye bölünmüş Türkiye gerçeği bütün çıplaklığı ile açığa çıktı. Bu saatten sonra, bu iki Türkiye’nin, bir Türkiye olması oldukça güç. Bu nedenle devletin dümenini eline geçirmiş olan, Recep Tayyip Erdoğan’ın işi düne göre oldukça zor.
Türkiye önümüzdeki dönem aşırı derecede kutuplaşan, kurum ve kuralları oturmamış, hukukun işlemediği toplumda 55 milyon 319 bin 222 seçmenden, 1 milyon 250 bin gibi bir oy farkıyla köklü sistem değişikliği yapmanın zorluğu ile boğuşacak. Bu krizin tespit edilen ortak değerler ve evrensel kriterler geliştirilerek aşılması ihtimal dâhilinde görülmüyor. En azından siyasal öznelerin büyük bir kesiminin eğiliminin bu yönde olduğu referandumda görüldü.
Referandum Türkiye’deki krizlerin çözülmesini kolaylaştıracak bir biçimde sonuçlanmadı. Aksine sandıktan devlet krizini daha da derinleştiren bir sonuç çıktı. Türkiye’nin iç dinamikleriyle birlikte bölgesel ve küresel gelişmeler bu devlet krizinin uzun sürme olasılığına işaret ediyor.
Devlet olanaklarıyla, kurumlarıyla evet kampanyası yürütmenin toplumsal sonuçları oldukça sarsıcı oldu. Toplumun hukuka, kurumlara ve kamu otoritesine karşı güven duygusunda aşınma derinleşti. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimi adil yürüttüğüne ilişkin güven kırılması bunun göstergelerinden biri.
Sandığın gösterdiği önemli bir sonuca göre, her iki seçmenden biri, evet cephesinin “devletin bekası” sorunu olarak tanımladığı sorunu veya bunun sistem değişikliğinin gerekçesi yapılmasını benimsememiş veya doğru bulmamıştır. Hükümet partisinin ve MHP’nin seçmeni dahi tam olarak buna ikna edilememiştir.
Benzer bir biçimde Kürd illerinde son iki yıldır izlenen asayiş politikasıyla sokakları dizayn etmenin de sonuç vermediği açığa çıkmıştır. Kürd seçmen, yerleşik bir blok davranış sergiledi. HDP seçmeninden Hükümetin beklentisi ölçüsünde bir kopuş olmadı. Yüksek Seçim Kurulu sonuçlarına göre bazı yerlerde bir miktar ana akım Kürd siyasetinde milliyetçi muhafazakâr bloğa oy kaymış görünmesine rağmen, her şeye karşın AK Parti, HDP arasında bloklaşmış seçmen tercihinde ciddi değişim söz konusu değil.
Ana akım Kürd siyasetinde görünen oy kaymasının nedenini ve ne derece gerçeği yansıttığını detaylı araştırmak gerekiyor. Seçmen sayısının azlığı, az oy ile sonuçların değişmesi olasılığı, seçmen davranışını ve sonuçlarını genel rakamlarla analiz etmeyi imkânsız kılıyor. Ayrıca sandık sonuçlarının böyle şekillenmesine yol açacak Kürd illerine özgü birçok neden mevcut. Ağırlaştırılmış OHAL ve çatışma koşullarının yanı sıra, ortadan kaldırılmış kentler, zorunlu göç, birleştirilmiş sandıklar ve tutuklamalar, gözaltılar nedeniyle kampanya sürdürülmesinin neredeyse imkânsız olduğu siyasi ortam, seçim, sandık güvenliği bunların en önemlileridir.
Bütün bunlara rağmen ana akım Kürd siyasetin bugünkü açık baskı koşullarında 7 Haziran seçimlerde yaptığı sıçramanın da kalıcı olduğu, dönemsel olmadığı oylarının seçim barajı üstünde seyretmesi ve yürüttüğü kampanyanın demokratik, çoğulcu içeriğinin önemini kayıtlara geçirmek gerek.
Ana akım Kürd siyasetinin beklentisi doğrultusunda da hükümetin son iki yıldır içeride ve dışarıda uyguladığı Kürd karşıtı politikalar, Kürd seçmenin tutumunda gözle görünür bir değişime yol açmamıştır. Yani içerideki güvenlikçi ve dışarıdaki Kürdlerin kazanımlarına tahammülsüzlük politikası seçmenin tutumuna ciddi etki etmemiştir.
Kürd seçmenin bu durumu, Kürd sorununda çıkmaz sokakta olduğumuza dair önemli bir işarettir. Kürd mahallesindeki bu derece bloklaşma, sorunu daha büyük düğüme dönüştürme potansiyeli taşıyor. Kürd toplumunda ulusal değerlerde ve kimlikte aşınmanın işaretidir.
Ana akım Kürd siyasetinin kendi mahallesindeki bu durumu dikkate almadan politika üretmesinin imkânı kalmamıştır. Kürd siyasetinin, “iki yıldır bu olup bitenlerden sonra Evet demek onursuzluktur” vurgusuna rağmen, evet cephesine 300 bine yakın oy kayması izaha muhtaçtır. Türk milliyetçiliği ekseninde sürdürülen politikalara kimi siyasi çevrelerin gizli, açık desteğiyle verilen bu oyların, bu momentte ne anlama geldiği iyi analiz edilmek durumunda.
Kürd mahallesinde bunların yaşanması da sürpriz olmadı. Burada dikkat çeken, Hayır cephesinin sürükleyici aktörü CHP’nin ve bir kısım demokratların bu sonuçların çıkma ihtimalini ve maraza durumu dikkate almadan kampanya yürütmeleri ve yanlış hesapla adeta referandumu altın tepside sunmalarıdır. Kürd seçmenin duyarlılığını dikkate almadan, Kürdlerden oy bekleme hayaline kapılmaları ya da Kürdlerin buna mecbur olduğunu sanmalarıdır. Türkiye belki de, CHP’nin bu aymazlığının ve son bir haftadaki denize dökmek gibi gafletlerinin ağır bedelini ödüyor.
Bilinmelidir ki, bu sonuçlardan hareketle yeniden barış sürecine dönüleceğine ilişkin beklenti yaratmak veya senaryo yazmak ham hayalciliğin ötesinde kirli bir pazarlamacılıktır. Referandum sonrasında da ısrarla “Türklük vurgusuyla ve idamı geri getirme vaadiyle” konuşma yapan milliyetçi, muhafazakâr ittifaktan demokratik Kürd açılımı beklemenin başka bir izahı olamaz. İki yıldır uygulanan politikaların meyvelerini verdiğinin ve Kürd oylarının artığını ilan edenlerin, bu yolda ısrar etmemelerinin veya politikalarını değiştirmelerinin izahı zor olur.
Hakan Tahmaz
(IMP News)