Aslında değişen fazla bir şey yok. Darbe girişiminden önce de özellikle sosyal medyada öldük, bittik, mahvolduk sesleri yükseliyordu. Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra da öldük, bittik, mahvolduk sesleri yükselmeye devam ediyor. Her şey felaket! Durum çok korkunç! Hangi ülkeye kaçsam acaba? Bu halkla bir şey olmaz! Toplum değil, sürü, koyun bunlar!
Umutsuzluğa, yılgınlığa ve karamsarlığa kapılmış olanlar, kendilerini ayrı tutarak, toplumun genelinden şikâyet ediyorlar. Onlara göre bu toplum son derece cahil, dinle beyni sulandırılmış, hiçbir şey düşünemeyen, cellâdının peşinden idam sehpasına uygun adım ilerleyen bir insan topluluğu. Eğitimsizler, kültürsüzler, dünyadan haberleri yok, ne denize girmesini bilirler, ne yemek yemesini, ne de oy verdikleri partinin liderine tezahüratta bulunmayı…
Oysa bu insanlar daha bir ay önce, sokaklara dökülerek bir askeri diktatörlüğün kurulmasını canları pahasına engel oldular. Çok sayıda insan tankların altında ezildi, darbecilerin namlularından çıkan kurşunlarla can verdi. Darbe girişimi başarılı olsaydı, daha önceki darbeleri yaşamış olanlar bilir, bu günleri mumla arayacaktık.
Darbe girişiminin bastırılmasından sonra, meydanlarda demokrasi nöbeti adı altında gösteriler düzenlenmeye başlandı. Bu gösteriler çok kısa bir sürede iktidar partisi tarafından yığınları manipüle etmekte kullanıldı. Sadece iktidar partisi tarafından da değil, sözde muhalefet, ancak öze yerli ve milli cephenin diğer ortakları da yığınlara milliyetçi, ırkçı, tekçi, ötekileştirici fikirler pompalamak için bir an bile duraksamadan harekete geçtiler.
Özellikle bu gösterilerin giderek milliyetçileşen havası, camilerden okunan selalar, sallanan bayraklar, umutsuzların durumunun daha da ağırlaşmasına neden oldu. Bu insanlarla bir şey yapılamayacağı tespitinde bulunarak evlerine kapandılar, klavyelerinin başına geçtiler, kendi ruh hallerini dalgalar halinde etrafa yaymaya başladılar: Öldük, bittik, mahvolduk.
Oysa ne öldük, ne bittik, ne de mahvolduk. Askeri darbe girişiminin başarısızlığa uğraması, bizim için ciddi bir kazanımdır. En kötü, en baskıcı, en otoriter demokrasi, askeri diktatörlük seçeneğinden iyidir. Bu, şüphesiz, şu anki durumun iyi olduğu anlamına gelmiyor. Baskı, şiddet, antidemokratik uygulamalar birbirini kovalıyor, hükümet savaş politikalarını sürdürüyor, TSK Suriye'ye giriyor, bombalar patlıyor, cadı avları düzenleniyor, gazeteler kapatılıyor, insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, ölüyor.
Bunun yanı sıra, yığınlar doğal olarak egemen fikirlerin etkisi altında. Marx ile Engels'in belirttiği gibi, “Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirlerdir. Yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen entelektüel gücüdür de.“ Daha anaokulundan itibaren ırkçı, milliyetçi, zenofobik fikirler çocukların zihinlerine dolduruluyor, vatan-millet-sakarya anlatılıyor, bayraktan, kandan, dinden, imandan söz ediliyor. Güç ve iktidar putunun, sermaye tanrısının kasalarının daha fazla dolması için, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz dünyanın ruhu olan inanç sömürülüyor. Ancak her şeye rağmen, bunca yıldır iktidar partisine teveccüh gösterenler, bir yandan da, bu durumun değişebileceği sinyalini veriyor. 7 Haziran seçimlerinde AKP ciddi bir oy kaybı yaşamış, hükümetten düşmüş, koalisyon görüşmeleri başlamıştı. HDP %13 gibi tarihi bir oy oranı yakalamıştı. Sadece bu örnek bile, müzakerelerin sürdüğü dönemde her şeyin değişebileceğini, yığınların AKP'ye oy vermekten vazgeçebileceğini, farklı alternatiflere yönelebileceğini ortaya koydu.
Lenin'in dediği gibi, "Umutsuzluk ve karamsarlık yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur." Oysa bizim çıkış yolumuz var. Müzakerelerin yeniden başlaması, çatışmasızlık ortamının yeniden elde edilmesi, hayati önem taşıyor. Daha geçtiğimiz günlerde Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile Kolombiya Hükümeti arasında 52 yıldır süren savaşı sona erdiren barış anlaşması imzalandı. Bu topraklarda da barış için müzakereler başlamıştı. Evet, kesintiye uğradı, çok kan döküldü, ancak barış umudu henüz sona ermiş değil. Akan kan durursa, barış görüşmeleri yeniden başlarsa, işte o zaman, açlık sınırının altında ücret alanların, hayattan beklentisi kalmayanların, ezilenlerin, çocuklarına istedikleri hayatı sağlayamayanların, nükleer santral istemeyenlerin, kaplumbağaları yaşatmak isteyenlerin, doğayı korumak isteyenlerin, velhasıl, irili ufaklı bütün mücadelelerin önü açılabilir. Daha güzel bir dünya için çabalayanlar, daha hızlı harekete geçebilir. İktidar partisinin ve yedeğindeki yerli-milli cephenin hegemonyası kırılabilir. Ama bunun için yılmadan, sabırla, kararlılıkla, müzakerelerin tekrar başlayarak barış talep eden bir hareketi örmeye devam etmek, bunun örgütlerini yaratmak, var olanları bir adım öne çekmek gerekir. Kaybedecek bir saniyemiz bile yok.
Atilla Dirim