Ferhat Kentel

Ferhat Kentel son yazıları

Ferhat Kentel tüm yazıları

21.07.2016 - 08:31

Bıçak sırtı

Korkunç günler geçirdik. Benim gibi Türkiye’nin bütün darbelerine şahit olmuş insanlar için bile korkunç günlerdi.

27 Mayıs’ta dört yaşındaydım, ama o zaman olup bitenleri sonradan öğrendim ve hiçbir yerde yazılmayanları da hayal edebildim. Menderes ve arkadaşlarına sahip çıkamayanların ruh halini, Demokrat Parti’ye oy vermiş insanların içine düştükleri travmatik ruh halini içimde hissetmeyi öğrendim.

Daha sonra, 12 Mart darbesinin akabinde, Deniz Gezmiş’lerin parlamentonun “üçe üç!” çığlıkları arasında çatır çatır nasıl idam edildiklerini ve o dönemin arkasında gelen genç kuşakların nasıl şiddete savrulduklarını gördüm ve yaşadım.

12 Eylül’ün darbeci diktatörü Kenan Evren ve arkadaşları, gözlerini kırpmadan 50 tane insanı idam ettirdiler. Mamak’tan Diyarbakır’a, hapishaneye dönen bir memlekette insan hayalini zorlayan işkenceler yaptılar. Evren ve şürekâsı hak ettikleri cezayı almadan öbür dünyaya göçtüler; çünkü bazıları için çok da önemli değildi; eskiyi kaşımanın âlemi yoktu; yani o darbe bize karşı yapılmamıştı çünkü...

28 Şubat, gene kibirli bir beyaz militarizmin, başa çıkamadığı bir toplumsal hareketi dize getirmek üzere, dindar insanların hayatlarına alabildiğine müdahale ettiği bir darbe oldu. Bu darbe “kansız” oldu; ama, yarattığı travmaları biraz kalbi olan bir insanın görmemesi mümkün değildi. Binlerce kadın, başörtülerini aşağılayan bir zihniyet tarafından üniversite kapılarından geri çevrildiler; bir çok hayalleri olmasına rağmen, evlerine kapandılar; yıllar boyunca sürecek, nesilden nesile geçecek bir travmayı yaşadılar.

Daha sonrakiler, mesela 27 Nisan tehditleri ya da Ergenekon kumpasları toplumun farklı kesimlerinin duyarlılığı sayesinde başarıya ulaşamadı. 2008’de, 7’den 70’e, aksakallısından piercing’lisine 70 milyon adım darbelere karşı yürüdü.

İşte o zaman, darbeler bitti diye düşündük.

Ve işte bugün, her şeyden önce en büyük şoklardan birini, “Türkiye’de darbe olmaz” diye düşünürken yaşadık. Çünkü ağırlıklı olarak, “artık toplum değişti, her ne kadar sivil yönetimimizde, demokrasimizde tonla sorun olsa da, darbe olmaz diye düşünüyorduk. Bu konuda yarım haklı çıktık; gördük ki “darbe olmaz” değil, “darbe olamaz”mış...

Diğer şoku, bu ülkenin köylerinden, kasabalarından, şehirlerinden çıkmış insanların, üniforma giydikten ve omuzlarındaki rütbeler yükseldikten sonra, bu kadar kolaylıkla kendilerini bu memleketin gerçek sahibi hissedip, kendilerinde her türlü hakkı görüp, çatır çatır insan öldürebilmelerinde yaşadık.

Bugün Fethullah Gülen cemaatiyle özdeşleşen darbecilerin, geçmişteki ağabeylerinin Fethullahçılıkla alâkası yoktu. Ama geçmiş ve şimdiki performanslara baktığımızda ordunun damarlarına sinmiş korkunç bir “ben bilirimci” ve “kibirli” eğilimin aynen devam ettiğini görmemek mümkün değil...

İşin kötü tarafı şu ki, mesele sadece orduda değil. Ne yazık ki, toplumumuzun da damarlarında, alttan alta darbeci zihniyeti besleyen ciddi bir “güce tapma” eğilimi var. Çünkü bu toplum başarıların veya başarısızlıkların hep güce bağlı olduğuna dair bir gelenek altında eğitildi, sosyalleşti. Bu sosyalleşme tabii ki herkesi aynı derecede etkilemedi ama eğer güçlüye yakın durursa kazanacağını düşünen kitleler oluştu.

Çünkü birileri “senin darben”, “benim darbem” ayrımında yaşıyor hâlâ... 12 Eylül’le hesaplaşırken 28 Şubat’la hesaplaşamayanlar; 28 Şubat’la hesaplaşırken, hâlâ 12 Eylül’le hesaplaşamayanlar var.

Yani, sürekli olarak hevesleri kırılmış, aşağılanmış, seslerini duyuramayan, bu nedenle kendi güçlerine güvenemeyen insanların daha güçlü olma arzularına tekabül eden bir “güç” arayışı hep sürdü.

Bu yüzden, bugünün darbecileri Güneydoğu’da bütün hışımlarıyla güç sergilerken, bu biz Batı’dakilere de pek dokunmadı.

Ama darbeciliğe zemin hazırlayan zihniyeti konuşmanın şimdilik çok bir faydası yok. Bugünkü bıçak sırtı gibi durumu gerçekten iyi düşünmemiz lazım.

Bir taraftan durum şu: bugün alenen bir savaş ülkesine döndük. 15 Temmuz’u sergileyerek bu memlekete iflah olmaz yaralar açan katiller belki de umduklarından bile fazlasını yaptılar... Zaten kutuplaşmış olan bir ülkede cinayet işlediler; insan öldürmenin ne kadar sıradanlaşabileceğini örnekleriyle hayata geçirdiler.

Zaten kamplaşmayı sonuna kadar götürmeye hevesli olanlara ve korkan herkese yepyeni tehlikelere savrulmaları için muhteşem kozlar ürettiler.

Darbecilerin bu kadar kolay, gözlerini kırpmadan insan öldürtebilmeleri; galeyana gelmiş bazı kesimler tarafından dile getirilen idam çağrıları, linçler, cadı avları ve bunların yanısıra en resmi ağızlardan bireysel silahlanmanın kolaylaştırılması yönündeki çağrılar memleketin geleceğinin nasıl öngörülebileceğine dair çok önemli ipuçları veriyor.

Bu arada binlerce yargı elemanının gözaltına alınmasıyla, herkesin “fahri polis” olabilmesiyle, bildiğimiz anlamda bir “Devlet”ten bahsetmek pek mümkün olmayacak. Ya da devletin yargısı çökerken, sokakta şekillenecek bir yargıyla karşı karşıya kalacağız demektir.

Darbenin korkularını, getirdiği belâları düşünmekteyken, Cumhurbaşkanı, “Taksim’e kışlayı isteseler de istemeseler de yapacağız” diyerek, kısa vadede toplumda bir uzlaşmanın pek ufukta görünmediğini, belki de pek istenmediğini de göstermiş oldu.

Ancak, gene de 15 Temmuz darbe girişimi musibetinden hareketle, toplum olarak başka bir fırsatı yaratabilmeyi düşünebiliriz.

Tayyip Erdoğan’ın mesajındaki mantığa rağmen, gayet sağduyulu bir şekilde birliktelik mesajı veren Binali Yıldırım’a benzer bir biçimde düşünmenin pratiğini yapabiliriz mesela...

Bugün o kadar belirsiz bir durumdayız ki... Mesela 15 Temmuz darbesi, sadece 15 Temmuz’da denenen bir darbe girişimi miydi? Yoksa başka darbelerin hazırlayıcısı, denemesi ve hatta iç savaş gibi daha da kâbus senaryolarının fişekleyicisi miydi?

Belki...

Ama bu memleket hakkında korkunç planlar üretenlere rağmen, bu toplumun adaletli insanları, tankların üzerine çıkıp darbeyi durduran insanları, hep birlikte bu memlekette gerçekten demokrasiyi tesis etmek için, tam da darbecilerin yapmak istediğine direnerek, içimizdeki gücün ve ölümün diline karşı barışın dilini tesis etmek zorundayız.

Ferhat Kentel

[email protected]

(Bas Haber)


Bültene kayıt ol