Dolmabahçe mutabakatının yanlış olduğunun ilanı, seçim süreçlerinde HDP’yi hedefe koyan milliyetçi söylemler, Kürtlere yönelik linç girişimleri, iki günlük bir faşist kalkışma ve bütün bunların doruk noktası olarak Temmuz ayı sonundan itibaren savaşın yeniden başlamasıyla, 2013 yılı başından beri ölümlerin durmasının yarattığı çözüm umudu rafa kalktı.
AKP, bir yandan Kürt hareketini itibarsızlaştırmaya çalışan kemalist devlet söylemini aynen geri getirdi, diğer yandan da Rus uçağının düşürülmesi veya Musur’daki asker krizi gibi provokasyonlarla ülkedeki bütün siyasi ortamın Türk milliyetçiliği zehriyle dolu bir atmosfere bürünmesini sağladı.
Öyle görünüyor ki, savaş bu kez Türkiye’deki Kürtlerle değil, Suriye’dekilerle ilgili. Çatışmaların PKK’nin Ceylanpınar’da iki polisi öldürmesiyle başladığını iddia edenler yanılıyor; bu çok daha önceden yapılmış uzun vadeli bir planın parçasıydı.
AKP, Suriye politikasını, önceliğini Kürtlerin bu ülkedeki kazanımlarını engelleme olarak belirleyerek değiştirdi. Bu sayede ABD ile arasında olan açıyı kapattı, İncirlik Üssü’nü emperyalist koalisyonun kullanımına açtı. Bu politika, aynı zamanda, devletin ve egemen sınıfın tüm kanatlarının Erdoğan’ın arkasında birleşmesini sağladı.
Demek ki, birinci çıkarmamız gereken sonuç: Bu dönemde Kürtlerin özgürlüğünü savunacak bir barış hareketi, aynı zamanda Suriye ve Ortadoğu’daki genel durumla ilgili de söz söylemek zorunda. Bu, AKP’nin bölgesel bir güç olma yolunda yürürken uygulamaya koyduğu savaş planlarının yanı sıra, hem ABD-AB liderliğindeki Batı empeyalizminin, hem Çin-Rusya blokunun ve tüm bunların bölgesel müttefiklerinin de teşhirini içermek zorunda. Antikapitalistler’in inşa ettiği “Umudumuz barışta” kampanyası bu yüzden geçtiğimiz hafta “Suriye’de savaşa son” başlıklı bir panel düzenledi.
İkincisi, 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında yaşanan aşırı iyimser havadan çıkılmalı. AKP’ye karşı “%60’lık blok” şeklindeki saçma analizlerle aramıza netçe mesafe koymalı, hükümete biri sağdan (CHP-MHP) biri soldan (HDP ve ulusalcı olmayan sol) olmak üzere iki ayrı muhalefet biçimi olduğunu hatırlatmalı ve sağcılarla hiçbir ortaklık kurmamalıyız.
Aksi takdirde, örneğin toplantıları CHP övgüsüyle açılıp CHP övgüsüyle kapanan Barış Bloku gibi hiçbir adım atamadan, hatta var olan mevzilerimizi de kaybeder bir pozisyona düşüyoruz. Bütün savaş tezkerelerine lehte oy veren, vakti zamanında çözüm sürecini “vatana ihanet” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne götüren, faşistlerle ortak adaylar belirleyip seçim kampanyaları yürüten, barış mitingince gelince Öcalan bayrağı görünce alanı terk eden, Rus uçağının düşürülmesi konusunda AKP’ye destek veren, bugün genel başkanı AKP’yi hâlâ ancak “PKK hendekleri AKP sayesinde kazıyor” diyerek eleştiren bir parti ile “ortak” bir barış bloku inşa etme girişimi kimseye inandırıcı gelmez çünkü.
Dolayısıyla, bir barış hareketi inşa edilirken bu milliyetçi blokla aramıza kalın çizgiler çekmek, çözüm sürecine destek veren toplumun üçte ikilik kesimine (büyük bölümü AKP’ye oy veren işçiler olan) AKP liderliğinin gerçekçi bir teşhirini yapma ve onların bir bölümünü sokaklarda mobilize olan bir barış hareketine kazanma fırsatını sunar. Bu yüzden “Umudumuz barışta” diyen kampanyanın ismi “Antikapitalistler”, AKP’ye karşı sol muhalefeti inşa etmeyi hedefliyor.
Bunu yapmak hem mümkün hem gerekli. Bir kez daha 1 Kasım şaşkınlığına düşmemek için.
Ozan Tekin