Seçim sonuçlarıyla ilgili tartışmalar anlaşılan daha çok su kaldıracak. Seçim sonuçlarının ardından, hatta seçimler öncesi, AKP’nin her seçim başarısının ardından duymaya alışık olduğumuz “bidon kafalılar”, “gideceğim bu memleketten” tiratları yükseldi. Kendi adıma bu “endişeli modernlere” diyeceğim fazla bir şey yok. Hatta gidecekleri yere rezervasyonlarını dönüşsüz olarak şimdiden yaptırabilirler. Ancak lütfen giderken gürültü, patırtı yapmasınlar. “Gölge etmesinler” yeter.
Bir bilindik argüman da, MHP, CHP ve HDP’ye oy verenleri aynı torbada harmanlayarak yüzde 60’ı sol ilan etti. 12 Eylül rejiminin bile beceremediği “karıştırın, barıştırın” politikasını istikrarlı bir şekilde sürdürmeye devam eden bu kesime de “pes doğrusu” demekten başka diyecek söz yok.
Ama asıl tartışmak istediğim, HDP’ye oy vermiş, bir şekilde HDP içinde yer almış, seçim çalışmalarına katkı verenler. Bu kesim, seçimlerin hemen ardından, seçimlerde AKP’nin yüzde 49 oy almasında PKK ve MHP’nin ortak paydaları olduğu, HDP’nin PKK ile arasına mesafe koyamadığı türünden pek çok argüman üretmeye başladı. HDP’nin ve dolayısıyla Kürt halkının yanındaymış gibi görünen bu tutumda üstü kapalı bir sosyal şovenizm var.
Belli ki bu kesimin bünyesi HDP’den çok CHP’yi kaldırmakta. Çünkü bu argümanların arka planında CHP durmakta, bu kesimi sürekli etkilemeye devam ediyor.
Her şeyden önce, 7 Haziran seçimleri sonrasında çatışmaların başlamasının nedeni ne PKK’nin yeniden silah alması ne de AKP’nin seçim yenilgisi. Suriye’nin iç savaş sonucu çözülmesiyle birlikte Kürtlerin bölgede kazanımlar elde etmeleri, hem devlette hem de hükümette rahatsızlık yarattı. Ve bildiğimiz devletin savaş politikaları devreye girdi. Bu nedenle hükümet, Kürt halkına karşı savaşı, Suriye’deki dengeler istediği şekilde değişene kadar sürdürmekte şimdilik ısrarlı.
Bütün bu tartışmalarda esas sorun, HDP’ye ilişkin algılarda yatıyor. Fırat’ın batısında yer alanlar arasında hiç de azımsanmayacak bir kesim, HDP’nin Türkiye partisi olduğunu düşünüyor. Böyle düşünenler fena hâlde yanılıyorlar. HDP ve PKK, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu andan itibaren Kürtlere karşı uygulanan inkâr, imha ve asimilasyon politikaların sonucu ortaya çıktı. Bu sorunlar ortadan kalkmadan, ne HDP varlığına son vererek Türkiye partisine dönüşebilir, ne de PKK silah bırakır. Bu nedenle, HDP’nin batıdaki ezilenleri ve emekçileri örgütleme şansı yok denecek kadar cılız. Kürt halkının temsilcilerine akıl vermek yerine, PKK’nin de silah bırakacağı bir iklimin oluşturulması için Kürt halkının taleplerini desteklemek gerekir. Bunu yapmayanlar ancak egemen ulus milliyetçiliğinin kıyılarında dolaşıp dururlar ki, bu da günün sonunda var olan sorunu çözmekten çok sorunun devamına yarar.
HDP’nin içinde Türkiyeli sol yapıların olması da HDP’yi bir koalisyon partisi yapmaz. Koalisyon denilen şey, eşit ya da birbirine eşdeğer güçlerin yan yana durmasından oluşur. HDP’nin bileşeni olarak anılan yapılar o kadar küçük ki, sayıları ancak birkaç on kişiden oluşmakta. Bunların Kürt hareketini etkileme ve Türkiye partisi yapma şansları yok. Aslına bakarsanız, bunun böyle olmasında da hiçbir sakınca yok. Sosyalistlerin yapması gereken, Fırat'ın batısında yer alan yoksulların ve emekçilerin mücadelesinin parçası olan, aynı zamanda Kürt hareketini destekleyen kitlesel antikapitalist bir odağı inşa etmektir.
Bunun nasıl olacağını ilişkin, 7 Haziran seçimleri öncesinde HDP’ye de kazandıran iklimde pek çok ipucu var. Gezi hareketi sonrasında ve Soma ve Ermenek’teki işçi katliamlarının ardından AKP’nin emekçiler üzerindeki hegemonyası kırıldı. Sokaklardan AKP’ye karşı binlerce işçinin öfkeli ayak sesleri yükselmeye başladı. Büyük bir bölümü AKP’ye oy veren işçilerin her bir eylemi, AKP ile arasına mesafe koydu. Ocak ayında metal sektöründe 15 bin işçi greve çıktı. Hükümetin MESS’in imdadına yetişip, grevleri yasaklamasının ardından Kayseri, Bilecik ve Denizli’de binlerce işçi direndi. 7 Haziran seçimlerine doğru hareket hızla yükselişe geçti. Bursa ve İzmit’te metal sektöründe işçiler, işgalden, direniş ve grevle devam eden fiili bir mücadele yükselttiler. Hem patronları hem de sendikal bürokrasiyi hedef alan bu mücadele ezberleri bozdu. Türk Metal sendikası gibi faşist bir sendikaya yıllardır üye olan işçiler, sınıf mücadelesinde öncü bir rol oynadılar. Ancak, batıda sokakta süren bu mücadeleyi politik anlamda ifade edebilecek siyasi bir yapının bulunmaması nedeniyle, bu kesimlerin mücadelesi sandığa yansımadı. 7 Haziran seçimlerin ertesinde oluşan çatışma ortamının yarattığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlık belirtileri, bu kesimlerin oylarını yeniden AKP’ye yöneltti. Yani ortada HDP adına bir başarısızlık söz konusu değil. Aksine, HDP tüm baskılara, saldırılara rağmen ayakta kaldı ve %10’luk seçimi barajını aşarak mecliste yer almayı başardı.
AKP’nin yoksulların ve emekçilerin desteğini alan burjuva karakterli bir parti olması, işçilerle arasında çelişkili bir ilişki oluşturmakta. Sermayenin programını hayata geçiren AKP, seçimler sonrasında da işçi sınıfına saldırmaktan imtina etmeyecektir. Bu durum, her zaman mücadele etmek ve kazanmak için yeni fırsatlar yaratmakta.
Sol ise uzun bir zamandır AKP’ye oy veren geniş yoksul ve emekçi kesimlerin ilgisine mazhar olabilecek işler yapmaktan oldukça uzak bir noktada. AKP’nin etkisi altında bulunan geniş emekçi ve yoksul kesimi kazanacak politikalar üretmek yerine, HDP’nin batıdaki yoksulları ve emekçileri kazanmasını, “mümkünse onları kazanmasını engelleyecek davranışlardan kaçınmasını” bekliyor. Üstelik işler yolunda gitmediğinde eleştiriyor, küsüyor; moraller bozuluyor.
Küsmeyin, moralinizi bozmayın, dört yılda bir sandıkta oy kullanarak -beş dakikalık demokrasi- hiçbir şey değişmez. Gerçek değişim ve demokrasi, işçilerin ve ezilenlerin her gün sokakta ve işyerlerinde kapitalizme karşı verdiği mücadeleden geçer. Emekçiler seçimden önce mücadele ediyorlardı. Seçimlerden sonra da etmeye devam edecekler. Bir zahmet, sırça köşklerinizden inin, mücadelenin bir parçası olun ve artık ev ödevlerinizi HDP’ye yüklemekten vazgeçin!
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)