Topu topu 2-3, bilemediniz 4-5 sene içinde nereden nereye geldik... Askeri vesayetin sona erdirildiğini düşündüğümüz, yavaş ve zor da olsa, insanların anadilleriyle, inançlarıyla, farklılıklarıyla birlikte yaşayabileceklerini hayal edebildiğimiz bir Türkiye’ydi yaşadığımız yer.
“Sivil” düşünmeyi, “sivil” konuşmayı tecrübe ediyorduk. Her ne kadar Fırat’ın öte yanını kendi hayaline göre “dizayn” etmeye çalışan bir merkezi otorite olsa da, “Barış”, “çözüm” gibi kavramlar gündemimizdeydi ve bu, memleketin ortalama insanlarına bir huzur ve güven veriyordu.
Sonrasında her şey neredeyse tepe taklak oldu...
Gerçi, eğer, insanların, toplumsal aktörlerin, siyasal oluşum ve hareketlerin her zaman değişmez bir “öz”e, “fıtrat”a sahip olduklarını düşünenlerdenseniz, o zamanlar da “hayır, her şey kötü!” demiş olabilirsiniz...
“Herkes ya iyidir ya da kötüdür” yaklaşımına göre, insanların değişebileceğini kabul etmezsiniz ve özellikle size göre “öteki” konumunda olanlar ağızlarıyla kuş tutsalar, sizi ikna edemezler.
Ama sosyoloji bize çok daha farklı ve karmaşık açıklamalar yapmaya zorluyor. Her insan teki, nasıl ömrünün sonuna kadar devam eden ve sürekli değişim getiren bir sosyalizasyon sürecine maruz kalıyorsa, siyasal ve toplumsal hareketler ya da kimlikler de, değdikleri unsurlarla sürekli olarak değişirler.
Türkiye’nin AKP aktörü de değişti. Bir tarafında, “millici” ve “devletçi” dalgaya sahip; diğer tarafında iddialı bir İslami hareketten gelen ve aynı zamanda tevazu sahibi olan; farklı toplumsal kesimlere açılan ve bu yüzden teveccüh gören bir AKP’den, bugün kibri tavan yapmış olan bir AKP’ye geldik.
AKP, hiçbir zaman “çok bilenlerin” iddia etiği gibi Türkiye’de “laikliği elden götürtecek” bir parti olmadı.
AKP başından beri “normal bir partiydi...
Kapitalist yapı içinde para kazanmaya çalışan, sosyal adalet arayan, ve bu taleplerini de çoğunlukla bu toplumun dini ve muhafazakar değerleri ve kodlarıyla ifade eden insanların partisiydi.
Ve AKP şimdi de “normal” bir parti...
AKP artık çok fazla para kazanmış, Protestan ahlakına benzer şekilde, bu sermaye birikimiyle yeni güçlü bir sınıfı inşa etmiş, siyasal iktidar kazanmış, sıradan bir parti...
Ama AKP’nin sıradanlığında bir ayrıntı var...
AKP, kendi siyasal merkeziyetini ve etrafında oluşmuş olan sınıf iktidarını korumak için, dünya tarihinde çok sayıda örneğini görebildiğimiz “sıradan” bir yönteme sarılmış durumda...
Devletle içiçe geçen AKP, kendi içindeki iyi niyetli aktörlerinin asla gücünün yetmediği, sesinin soluğunun kesildiği bir süreçte, dünya hazlarını ve gençliği yaşamak için ruhunu şeytana satan Faust gibi, geleneksel Türk devletine teslim olmuş durumda.
En azından son 15 yıl içinde Türkiye toplumunun “ölmeyen babasından” kurtulup, kendine dönerek, birlikte özgürleşmeye dair hayalleri bir anda korkunç bir erozyona uğradı.
Bugün devlet çaresiz kaldığı bir Kürd sorunu karşısında, yaptırmak istediği her şeyi AKP’ye yaptırıyor.
Bu sürecin “reklam kampanyasını” AKP yürütüyor.
Yerlerde cesetler sürükleniyor; Kürd halkının öfkesinin tavan yapması ve savaşın devamı sağlanıyor... AKP’li reklam aparatçikleri binbir dereden su getirip, “fotoşoptur”, “cemaatçilerdir” şeklindeki reklam metinlerini yazıyorlar; yerlerde sürünen bir insan manzarası karşısında insanlıklarından utanmak yerine, “ait oldukları tarafın” haksız çıkmasına üzülüp, “tüh, ne yazık ki doğruymuş!” tepkileri veriyorlar.
Ve içinde yaşadığımız “sıradanlığın” en güzel örneklerini en “sıradan” insanlar veriyorlar. Asla istisnai olmayan, gayet “sıradan” bir örnekte olduğu gibi, Yenikapı’daki “Barış mitingi”ne katılan bir bireyin, kendisine hissiyatını soran bir aparatçike söylediği gibi:
“Türk ve Müslüman olmanın ‘güven’ini.. Reis'le aynı dönemde yaşıyor olmanın ‘şansı’nı.. Reis'in varlığının ‘gururu’nu hissettim.”
“Reis”in sıradanlığı yani...
Ferhat Kentel
(BasNews)
(Bu yazı Ankara Katliamından önce bir tarihte yazılmıştır.)